Doğan Özgüden
Putin'e tutuklama... Erdoğan'a hayır dua...
Geçen hafta cumhurbaşkanı seçimi için 2. tur oylama sonuçlarının sonuçlanacağının belirlenmesi üzerine yazdığım "Haydi sil baştan, ama önce ciddi özeleştiriyle" başlıklı yazımı Artı Gerçek'e henüz göndermiştim ki, Brüksel'de yıllardır yaşamakta olduğumuz Schaerbeek belediyesinin cadde ve meydanları Türk bayrakları, AKP ve MHP flamaları, Erdoğan afişleri taşıyan arabaların korna sesleriyle sarsılmaya başladı.
Özellikle Türk esnafının yoğun olduğu kesimlerde havai fişekler ve rengarenk sislemelerden göz gözü görmez, Reis'i yücelten sloganlardan ve tekbir seslerinden başka bir şey duyulmaz oldu.
Avrupa Birliği ve NATO başkentlerinin bulunduğu Belçika'da yaşayan Türk vatandaşları, 2. turda Kılıçdaroğlu'nun yüzde 25,3 oyuna karşı yüzde 74,7 oyla destekledikleri Erdoğan'ın seçim zaferini kutluyordu.
Brüksel, aynı taşkınlıklara, iki hafta önce, milletvekili seçiminin sonuçları alındığında da sahne olmuştu. Üstelik, AKP ve MHP'li bazı gruplar daha da ileri giderek, yine aynı belediyede bulunan CHP lokalini basmaya kalkışmışlardı.
O seçimde de, Belçika'da oyların yüzde 54,97'sini AKP, yüzde 14,21'ini MHP alırken, CHP yüzde 14,65'te, kankası İYİP yüzde 2,78'de kalmıştı.
Sol partilerin oy oranları ise, Türkiye'de olduğu gibi, Belçika'da da umulanı vermekten çok uzaktı... 2018 seçimlerine tek sol parti olarak katılan HDP Belçika'da oyların yüzde 9,6'sını almışken, 2023 seçimine farklı listelerle katılan sol partilerden YSP yüzde 5,98, TİP yüzde 1,59, SOL yüzde 0,08, TKP yüzde 0,05, HKP yüzde 0,05 ve TKH yüzde 0,02, oranında oy alabilmişti.
Recep Tayyip Erdoğan, Belçika'da yaşayan Türk seçmenlerin her iki turda da hem kendisini, hem de AKP ve MHP'yi desteklemelerinden ötürü duyduğu minnettarlığı, cumhurbaşkanlığı yemini ettikten sonra büyük çoğunluğu yeni isimlerden oluşturduğu hükümette Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na Belçika Türklerinden Mahinur Özdemir Göktaş'ı getirerek ifade etmiş bulunuyor.
Mahinur Özdemir, evlenip Göktaş soyadını almadan önce, Belçika'da 24 Haziran 2009 bölge seçimlerinde hristiyan parti cdH listesinden Brüksel Bölge Meclisi üyeliğine seçilerek Belçika yasama meclislerinin ilk tesettürlü milletvekili olmuş, 30 Kasım 2010 tarihinde İstanbul’daki Hidiv Kasrı’nda yapılan şaşalı düğününe tüm aile efradıyla birlikte katılan Türkiye başbakanı Erdoğan da kendisini “manevi kızı” ilan etmişti.
Mahinur Özdemir Belçika siyasal yaşamında kendi partisinin çizgisinde değil, her daim Türkiye’nin İslamcı despotunun çizgisinde olmuştu. Bunu 2015 yılında Belçika meclislerinde Ermeni Soykırımı’nın tanınmasına karşı çıkarak açıkça ortaya koymuş, üyesi bulunduğu cdH’tan da tesettürlü olmaya devam ettiği için değil, soykırım inkarcılığı yüzünden ihraç edilmişti.
Daha sonraki seçimlerde de hiçbir partiden aday olamamış, 12 Eylül 2019 tarihinde bizzat Erdoğan’ın talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin Cezayir Büyükelçiliği’ne tayin edilmişti.
Belçika'daki yandaş medya dün bir yandan Mahinur Özdemir Göktaş'ın Türk Hükümeti'nde bakan olmasını büyük bir sevinçle duyururken, aynı gün 2005-2009 yılları arasında Türkiye'nin Brüksel Büyükelçisi olan Fuat Tanlay'ın vefat ettiği haberini hüzünle paylaşıyordu.
Belçika'ya siyasal sürgün olarak geldiğimiz 1974 yılından itibaren Türkiye Büyükelçiliği ve ona bağlı kurumların gerek şahıslarımıza, gerekse kurup yönettiğimiz örgütlere karşı baskı ve tehditleri, özellikle Tanlay'ın görevli olduğu dönemde daha da yoğunlaşmış, insan hakları örgütlerinin ve demokrat siyasetçilerin müdahalesiyle Belçika Devleti bizi yakın koruma altına almak zorunda kalmıştı.
ABD'NİN VE AB ÜLKELERİNİN ERDOĞAN KONUSUNDAKİ İKİYÜZLÜLÜKLERİ
Türk Devleti'nin iki büyükelçisine ilişkin haberlerin yanı sıra, yeniden cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan'ın hem TBMM'de, hem de başkanlık sarayındaki şaşaalı cülus törenlerine ait haberler ABD'nin ve AB üyesi ülkelerin insan haklarının korunmasına ilişkin iki yüzlülükleri konusundaki endişelerimi daha da artırdı.
Her şeyden önce, bir süredir Erdoğan'a mesafeli duran ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının, ikinci turun sonucu belli olur olmaz, birbiriyle yarışırcasına Erdoğan'a kutlama mesajları yağdırmaları tam bir oportünistlik örneğiydi...
Külliye'de yapılan cülus törenine 21 devlet başkanı ve 13 başbakanla birlikte NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in de katılmış olması, yeni soğuk savaş döneminde Finlandiya'nın yanı sıra İsveç'i de askeri ittifaka dahil ettirmek için Erdoğan'a her türlü tavizin verileceğinin yeni bir göstergesiydi.
Macarların da Türk'ler gibi "Attila'nın torunu" olduğunu ilan ederek ülkesini Türk Devletleri Teşkilatı'na sokan Macaristan Başbakanı Orban'ın demesi hiç şaşırtıcı değildi.
Törende Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş dua okurken Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun ellerini açarak duaya katılması, Azerbaycan cumhurbaşkanı Aliyev'e ön sırada ve Erdoğan'ın yakınında yer verilirken Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın ikinci sırada onun arkasına oturtulması kolay unutulmayacak görüntülerdendi.
Bu görüntüleri izlerken ABD'nin başını çektiği ve AB'nin de tüm yükünü üstlendiği yeni soğuk savaş sürecinde, biri Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diğeri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin aleyhine olmak üzere art arda açılmış iki davada izlenen farklı süreçleri anımsamaktan kendimi alamadım.
Evet, içinde bulunduğumuz yıl, 1 Mart'ta La Haye'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde önce Recep Tayyip Erdoğan'ın da başta olduğu Türkiye'deki devlet terörü sorumluları hakkında, ardından da 17 Mart'ta insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlediği gerekçesiyle Vladimir Putin hakkında soruşturma açılmış bulunuyordu.
1998'de Birleşmiş Milletler'in Roma'daki bir toplantısında alınan karar uyarınca 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulmuş ve 11 Mart 2003 tarihinde çalışmaya başlamış olan Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarını yargılayıp mahkum etme konusunda tam yetkili bir kurum...
Davayı, 24 Eylül 2021'de Cenevre'de Ankara rejimini işkence, yoketme, basın özgürlüğünü çiğneme, cezasızlık, yargı bağımsızlığını ve adalete erişimi ihlal ve insanlığa karşı suçlar konularında sorumlu bularak mahkum etmiş olan Türkiye Mahkemesi (Turkey Tribunal), Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçları (MEDEL) ve Belçika avukatlık bürosu VSA birlikte açmış bulunuyor.
PUTİN'E TUTUKLAMA EMRİ ÇIKARAN UCM, ERDOĞAN İÇİN NE ZAMAN NE DİYECEK?
Mahkemeye yapılan başvuru, kimliği belirlenmiş veya belirlenebilir 800 kişiye ilişkin 463 bireysel işkence beyanı içeriyordu. Türkiye İnsan Hakları Derneği'nden alınan kanıtlar da, örgütün 2003-2021 döneminde işkence ile ilgili yılda ortalama 1.460 şikayet aldığını ve sistematik işkencenin 2022'de de devam ettiğini gösteriyordu.
Aynı başvuruda 109 kişiyle ilgili ülke dışı ve ülke içi zorla kaybettirme vakası belgeleniyordu.
Davacı kuruluşların isteği üzerine, sürgün yaşamında yıllardan beri Türkiye Büyükelçiliği'nin ve onun emrindeki kurumların tehdit ve saldırılarına maruz kalan bir gazeteci olarak gönderdiğim ve basın toplantısında yansıtılan video mesajımda şu temennide bulunmuştum:
"Hak ihlalleri nedeniyle Türk mahkemelerinde açılan davalar ne yazık ki sonuç vermiyor... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları da Türk devleti tarafından dikkate bile alınmıyor… Baskı kurbanları hâlâ zindanlarda tutuluyor. Bu nedenledir ki, Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde açılan bu davanın tamamen yerinde olduğuna inanıyorum… Ve de Türkiye'nin demokratikleşmesine büyük katkı sağlayacağını umuyorum."
Yarım yüzyıllık sürgün yaşamımda eşim İnci'yle birlikte maruz kaldığımız baskı, tehdit ve saldırıları üzerine UCM'de dava açan kurumlara ilettiğimiz 44 maddelik belge İnfo-Türk tarafından bu hafta yayınlanan Sürgün Yazıları adlı kitabımın 6. cildinde yer alıyor.
Türkiye'de yapılan son seçimler AKP-MHP diktasının yıkılmasıyla sonuçlansaydı, tüm hak ihlallerinin hesabının Türkiye'nin kendi yasama ve yargı organlarında sorulması mümkün olabilirdi... Bu mümkün olmadığına göre La Haye'deki UCM'nin bu dava konusunda adil bir karar vermesi, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm sorumlularından hesap sorması gerekir.
Belki de son seçimlerde iktidar değişiminin gerçekleşebileceği beklentisiyle Türkiye ile ilgili davada şu ana kadar herhangi bir gelişme olmadı.
Buna karşılık, Rusya konusunda dava açılır açılmaz, Uluslararası Ceza Mahkemesi 17 Mart 2023'te Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çocuk Hakları Komiseri Mariya Lvova-Belova hakkında savaş suçu gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarttı. UCM'nin kararı Putin'in mahkemeye üye 123 ülkeden herhangi birine adım atması halinde tutuklanarak Lahey'e transfer edilmesini öngörüyor.
Ya Türkiye'de devlet terörünün 1 numaralı sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan?
UCM, Erdoğan ve diğer devlet terörü sorumluları hakkında da üye 123 ülkeden herhangi birine gittikleri takdirde tutuklanması kararı çıkartabilecek mi? Çıkartsa bile, ABD'ye ve AB üyesi ülkelere uygulattırabilecek mi?
Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz istisnasız tüm devlet ve hükümet başkanları tarafından övgülerle kutlanan, Külliye'deki cülus töreninde hazır ve nazır olanlarının hayır duasını alan bir Erdoğan'ın, hakkında böyle bir karar çıkacak olsa bile, NATO ve Avrupa Konseyi üyesi, Avrupa Birliği'nin üye adayı bir ülkenin devlet başkanı olarak Brüksel başta olmak üzere tüm Avrupa başkentlerine elini kolunu sallaya sallaya gitmeye devam edeceğinde hiç kuşku yok...
Cülus törenine katılmak üzere Erdoğan'ın ayağına kadar gelen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg dün Dolmabahçe'de yaptığı başa baş görüşmeden sonra İsveç'in NATO üyeliği konusunda 12 Haziran'da yeniden masaya oturulacağını müjdeledi.
Her şey 11-12 Temmuz 2023'te Litvanya'nın başkenti Vilnius'da yapılacak, Erdoğan'ın da hiç kuşkusuz büyük tantana ile ağırlanacağı NATO zirvesine endeksli...
Irkçıları ve ümmetçileriyle bilcümle aşırı sağı peşine takıp Türkiye'de iktidarını beş yıl daha güvenceye alan, bu sayede AB ve NATO üyesi ülkelerin tam desteğini olmasa bile hoşgörüsünü garantileyen Erdoğan diktası karşısında tüm muhalefetin, 14 ve 28 Mayıs yenilgilerinin sarsıntısından bir an önce kurtulması gerekiyor.
Özellikle 2024 yerel seçimlerine bir yıl kalmışken, vakit kaybetmeksizin yetkili organlarını toplayıp ciddi bir özeleştiri yapmaları, gerekirse yönetim kadrolarını yenilemeleri gerekiyor... HDP onursal başkanı Selahattin Demirtaş'ın geçen hafta bu konuda yaptığı uyarı ve çağrı sol hareketin tüm bileşenleri tarafından mutlaka dikkate alınmalıdır.
Bundan sonraki tüm seçimlerde kurulacak muhalefet ittifakları, aşırı sağın küskünlerinden destek alma hesaplarıyla ideolojik tavizler verme ve de sol seçmen karşısına farklı listelerle bölük pörçük çıkma hatasına bir daha düşmemelidir.
Putin'e tutuklama kararı çıkartılıp Erdoğan'a Ankara'daki kendi sarayında hayır dualar edilirken uluslararası desteklere de fazla bel bağlamadan, kendi göbeğini kendi kesme kararlılığıyla...
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)