Ragıp Duran
Emperyalden tekaüt, Cemali devaynasında
Vietnam Sendromunun Türkçesi, Efrin ya da Kürdistan Sendromu olabilir mi? 20 Ocak'tan bu yana izlediklerimiz, okuduklarımız, duyduklarımız endişe verici gelişmeler.
İçişleri Bakanı, Suriye topraklarındaki ilçelere ''kaymakam, emniyet müdürü, jandarma komutanı atadık'' diyor. Hiçbir yetkili de tekzip etmedi. Sonra Dışişleri Bakanı, işgal tehlikesine karşı uyarı yapan Fransız Cumhurbaşkanı Macron'a köpürüyor.
Ekranlara gelen görüntüler Moğol TV'den mi? Kadın savaşçıların parçalanan vücutları, siyasi parti lokallerini kırıp dökmek...
Ahmet İnsel, bir süre önce ''İrredantizm'' (Başka ülkede yaşayan soydaşları -Kürtler değil Türkmenler ya da dindaş Sünniler- bahane ederek, onların topraklarını fethetmek, kendi topraklarına katmak) tehlikesine dikkat çekmişti. ''Irak sınırına kadar bölgeyi temizleyeceğiz'' ya da ''Memleketimizde yaşayan 3.5 milyon Suriyeliyi kendi vatanlarına yerleştireceğiz'' şeklindeki açıklamaları başka nasıl okuyabiliriz? Bölgenin insansızlaştırılması, daha doğru bir ifade ile Kürtsüzleştirilmesi hedefi aslında yeteri kadar açık. Nüfus mühendisliği var gündemde. Osmanlı tecrübesine güveniyorlar.
İktidarın aklından ve gönlünden geçenler, neyse ki ancak Kürt direnişine, Şam rejimine, Putin ve Washington'a bağlı. Dolayısıyla gerçekleşme ihtimali oldukça zayıf.
Kuşkusuz, Tek Adam'ın hayatta yani iktidarda kalması uğruna sürüyor bu kanlı macera. Adına resmen ''terörizme karşı mücadele'', ''sınır güvenliği'' ya da'' beka sorunu'' dense de. İrtica ve şekavete karşı kurulmuş olan devletin bekası mı?
Ben yine eskileri karıştıracağım biraz. Çünkü bilgisiz ve bilinçsiz olsa da, sonu meçhul hatta büyük bir ihtimalle felaket olacak bu girişimi destekleyen kitlenin özür, gerekçe ve reflekslerini deşmekte yarar var.
Gelişi güzel seçtim: Türkçe'de Lepanto(1571) ve Balkan Faciası (1912) hakkında kayda değer, nesnel, ciddi, özeleştirel bir eser var mı? Daha yakından iki örnekse Kıbrıs ve Irak Kürdistan'ı. Atalarınla övünüp kasılırken, hezimetlerini neden açık yüreklilikle, tabusuz bir şekilde incelemiyorsun?
Mektepte bizim tarih hocası, rahmetli Cemal Beydi. Hafif aksak yürüdüğü için Cemallenk derdik. 1071 Malazgirt Zaferini sanki bizzat sahadaymış gibi anlatırdı. Naklen maç yayını yerine meydan muhaberesi yayını. ''Alparslan zaferden sonra Romen Diyojen'i çadırına getirtti. Yanağından bir makas aldı. Bir süre nasihatler etti. Sonra cebine harçlık koyup Istanbul'a yolcu etti''. Zaten çatışmalar başlamadan, Alparslan, önce namaz kılmış ardından atının kuyruğunu, genç kızların saçlarını örmeleri gibi, örmüştü. Ne ayrıntılar ama değil mi? Hoş, o zamanlar Istanbul henüz yoktu, namaz, at kuyruğu örmek, nasihat, yanağından makas ve harçlık gibi ayrıntıları o zaman kaydedebilecek mekanizma da yoktu, olsun, tarih bir hikaye idi, hatta bir söylence idi. İhtiyaca ve keyfe göre yeniden yeniden yazılabilirdi ve yazılıyordu. 1970li yıllarda artık kahraman Selçuklu komutanları da tedavülden kalktığı için övünebileceğimiz, hoşumuza gidecek öykülere ihtiyacımız vardı. Milli Eğitim Bakanlığı da bu ihtiyacı düşünerek Hilmi Oran gibi değerli hocalara bu tür eserler sipariş etmişti. Teselli mükafatı.
Duvar yıkılıp (1989) sözümona sosyalist/kapitalist ayrımı ortadan kalktığında ya da onların söylemince kapitalizm sosyalizme galebe çaldıktan sonra kimlik bunalımları çağı başladı. Bilhassa sol kimlikler darbe yemiş solmuştu. Bizim cenahtan liberal cepheye katılımlar oldu kimileri de Müslümanlığa sığındı. Bir süre sonra, gençler sağcı ya da solcu olduklarını unuttuklarında, yüce devletimiz yine hizmette kusur etmedi ve Ortaylı-Bardakçı-Afyoncu adlı memurları aracılığıyla aslında hepimizin Osmanlı olduğunu medya aracılığı ile kafalarımıza ve gönüllerimize işledi. Artık her birimiz amatör tarihçiydik. Ve müthiş Osmanlıcıydık. Eskiden ne kadar güçlü olduğumuzu öğrendik memnuniyetle. TV'deki dizilerin de büyük katkısı vardı bu kendimize gelme, ecdadımızı öğrenme sürecinde. Gerçi biz dizi seyrederken hırsız kasayı boşaltmış, yakalanınca da ''Cami yaptıracaktım bu parayla'' deyip işin içinden sıyrılmıştı. Ayrı bir hikaye...
Bu üçlü alim tayfası, hizmetlerinin karşılığını fazlasıyla aldı. Devlet kendisine hizmet edeni, talep olmasa bile ödüllendirmesini bilir. Biri Müze Müdürü oldu, öteki Rektör. Üçüncüsü, işini doğru dürüst yapan meslekdaşlarının çoğu hapiste iken, etraf süt liman sanki, gazetecilikmiş gibi yapmaya devam ediyor. Geçmiş hizmetlerine mahsuben ''Osmanlı Fino'suna'' hiç dokunmadılar. Müzenin eski müdürü, akademisyen meslekdaşlarının tırpanlamasına ağzını bile açmadı. Son olarak Cumhurbaşkanlığı ödülüne layık görüldü. Bravo!
Şimdiki durum betimlemesi: Emperyalden tekaüt ama cemali hala devaynasında. Oysa ki piyasada hakiki emperyaller cirit atıyor. Senin negatif Kürt tutkuna sadece gülmüyor, bu zaafını öyle bir kullanıyor ki, farkına bile varamıyorsun...
Ortam etkilemesi olabilir mi? Çünkü bu satırları Osmanlı Kalesine bakan otel odasında, Üsküp'den yazıyorum.