İrfan Aktan
Enkazdan sesler-3 'Hadi taşınalım!'
Hatay’da ağır hasarlı bir binaya yanaşmış nakliye kamyonunun üstündeki “Haydi taşınalım” yazısı da, trafik lambaları üzerinde pandemi döneminden kalma “Evde kal!” uyarıları da iktidarın felaket karşısındaki bigâne pozisyonunun küçük birer simgesi gibi.
Deprem bölgesinin tamamında hüküm süren akıl almaz bir akıldışılığa tanığız. Milyonlarca insan hayatta kalma mücadelesi verirken, hükümet ise sadece iktidarda kalma mücadelesi içinde.
Depremden kurtulabilmiş insanların can güvenliği bile yok. 15 Mart’ta Adıyaman’da bir konteynerin sele kapılması ve en az iki kişinin hayatını kaybetmesi can güvenliği sorununa dair yakıcı örneklerden sadece biri. Urfa’da henüz kurdelaları solmamış alt geçitte selle birlikte yaşanan skandalı anlatmıyorum bile.
Ayrıca sayısız çadırın sular altında kalması, tuvalet akıntılarının çocukların oyun alanlarının içinden geçmesi, özensizce konmuş tuvaletlerdeki pisliğin yağmur sularıyla şehrin sokaklarına taşınması, insanların yıkanamaması, binlerce soruna eklenmiş yeni başlıklar.
Deprem bölgesinde ortaya çıkan ve önümüzdeki günlerde de “kader planı” içinde neredeyse kaçınılmaz olacak her yeni felaket, başından beri yapılmayanların sonucu. Üstelik önümüzdeki günlerde yağmurla, rüzgarla, selle, kavurucu yaz sıcaklarıyla bu sorunlar daha da büyük felaketlere dönüşecek. Bugün çadır, o çadırlara konacak elektrikli soba, battaniye vs, temel ihtiyaçlarken, yarın vantilatör, yiyecek-içeceklerin muhafazası için buzdolapları vs, hayati önem teşkil edecek.
Tabii bölgede yaşanan devasa ve güncel sorunlar karşısında bu hayati ihtiyaçlar bile tali kalıyor.
Zira gördüğümüz her yerde ve her şeyde ciddi güvenlik açıkları var. Ağır hasarlı binlerce binanın önüne bir güvenlik şeridi bile çekilmemiş. Zaten ihtiyacı karşılamayacak düzeyde az sayıdaki çadırkentler iklim koşulları, ağır hasarlı binalar, zemin vs, gözetilmeden yerleştirilmiş. Halkın enkaz tozundan, asbestten muhafazası için koruyucu tek bir maske bile temin edilmemiş. Ama buna mukabil Hatay’dan Maraş’a, Adıyaman’dan Pazarcık’a, Osmaniye’den Antakya’ya kadar hemen her yerde, binbir emekle kurulmuş irili-ufaklı tüm sivil girişimlerin engellenmesi, baltalanması için kolluk güçleri seferber edilmiş.
Deprem sonrasında Hatay’ın görece nefes alınabilir nadir alanlarından Asi Nehri’nin kenarındaki Sevgi Parkı örneğin, 3 Mart günü itibariyle polisin “güvenlik” şeritleriyle kapatıldı. Yıkıldı yıkılacak binlerce binanın çevresine çekilmeyen “güvenlik şeridinin” Sevgi Parkı’ndan esirgenmemesinin nedeni, depremin ilk günlerinden itibaren birbirinden farklı onlarca gönüllü grubun buraya yerleşip depremzedelere nefes olmasıydı.
Burnundan soluyarak parktan çıkarken konuştuğumuz, günlerce enkaz kaldırma faaliyetine katılmış bir gönüllü ağlamaklı sesiyle “güya etraftaki binalar yıkılacakmış da, o yüzden park kapatılmış. Şu etrafa bir bakın Allah aşkına! Yıkılma tehlikesinin olmadığı tek bölge burası, aha bakın işte” diyordu.
Türk Tabipleri Birliği, Hatay Tabip Odası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Psikiyatri Derneği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu gibi çok sayıda kuruluşun günlerce yemek dağıttığı, sağlık ve konaklama hizmeti verdiği Sevgi Parkı’na 28 Şubat günü bir grup Terörle Mücadele ekibiyle gelen Vali Yardımcısı buranın derhal boşaltılmasını istemişti.
Benzer bir müdahale daha bugün (16 Mart) Osmaniye’de, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce oluşturulmuş çadırkente yapılmak üzere.
Kendisi de Osmaniyeli olan Nur Atmaca ailesini Ankara’ya gönderdikten sonra bu çadırkentte gönüllü olarak çalışıyor ve şöyle anlatıyor: “İnsanları alıp düğün salonu gibi bir yere götüreceklerini söylüyorlar. Oysa herkes kapalı alanlara girmeye korkuyor. Ayrıca mahremiyet yok, salgın hastalık tehlikesi var. Depremzedeler buradan gitmek istemiyor ama devletten de korkuyorlar. Bunu yapmalarının hiçbir mantığı yok, anlayamıyorum.”
Sivil girişimlere yapılan müdahale sadece lojistik değil, psikolojik sorunlar da yaratıyor. Depremzedeler için ilk günden itibaren moral kaynağı olan gönüllülerin baskılandığı, kovulduğu her bölgede insanlar ikinci kez yasa boğuluyor. Depremin ilk günlerinde Adıyaman’daki Yenimahalle Cemevi’nin bahçesindeki gönüllü çadırının önüne çöküp sigarasını tüttüren yaşlı bir depremzede, gönüllüleri kastederek “bunlar giderse hepten mahvoluruz” demişti.
Bir buçuk aya yaklaşan felaket sürecinde temel motivasyonu kendi imajı olan, “ne yaparım ne de yaptırırım” dercesine depremzedeleri umuttan bile mahrum bırakan iktidar ve kurumları insanların barınma ve beslenme başta olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılamış değil. Hatay’dan başlayıp kuzeye doğru çıkarken uğradığımız köy, kasaba ve şehirlerde karşılaştığımız hiç kimse, bırakın yarınını, akşamını bile öngöremiyor.
4 Mart günü, Hatay-Defne’nin Çekmece Yolu kenarındaki dayanışma çadırlarının önünde HDP milletvekili Serpil Kemalbay’ın etrafını saran yüzlerce kadından biri, iktidar eliyle yapılan yardımın da onur kırıcı şekilde dağıtıldığını belirtmek üzere haykırıyordu: “Yardım kutularını kafamıza atıyorlar! Çoluk var, çocuk var, benim oğlum yanımda. İnsanları itmek için adamın biri silah patlatıyor!”
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve beraberindeki HDP milletvekillerinin kadınlara ped, iç çamaşırı vs, dağıtacakları Çekmece Yolu üzerindeki alana çok sayıda kadın, çocuklarını alıp kilometrelerce yürüyerek gelmiş.
Enkaz tozlarından korunmak için başörtüleriyle yüzlerini kapatmış kadınlar malzeme için beklerken, genç bir gönüllü ve HDP Milletvekili Züleyha Gülüm, hemen çocukları etraflarına toplayıp oyun oynuyorlar. Bir kadın, “çadırda yatıyoruz ama çocuklardan biri uykuda kıpırdadığı anda diğerleri ‘anne deprem oluyor’ diye çığlık atıp ağlamaya başlıyorlar” diyor.
Depremzede çocuklar olup-bitenlerden, kaybettiklerinden, ebeveynlerinin yaşadığı çaresizlikten, kaygıdan gayet haberdarlar ama onlar da güçlü durmaya çalışıyorlar.
Köyünden kalkıp hijyen malzemelerini almaya gelmiş kadınlardan Meryem Mutlu Sayın depremin üzerinden bir ay geçtiği halde insanların tuvalet ihtiyaçlarını tarlalarda giderdiğini söylüyor ki, aynı durum biz gazeteciler için de geçerli. Tuvalet bulmak zor ama bulabildiğiniz hiçbir tuvalet de içine girilir durumda değil. Su akmadığında tıkanan tuvaletler, havaların ısınmasıyla beraber yeni salgın hastalıkların müsebbibi olacak.
Meryem Mutlu Sayın anlatıyor: “Çamaşırımızı yıkayacak, yıkanacak, lavaboya gidecek bir yer bulamıyoruz. Kadınların özel günlerinde, kapalı bir alanları yok. Tarlalara gidenler var, arabaların arkasında ihtiyaçlarını gidermeye çalışanlar var. Şu an çadırlar bile lüks görünüyor ama temizlik açısından çadırlar da bize bir fayda sağlamayacak.” Köylerine kurulan konteyner kente alınmadıklarını, günlerce isimlerini bile listeye kaydettiremediklerini söyleyen Sayın, “on defa gittiysem, on defa boş döndüm” diyor.
Meryem Sayın çoğu zaman eli boş dönse de, ihtiyaçlarını aramak (evet, almak değil, aramak) için kullanabileceği bir arabası var. Başka bir köydeki arkadaşlarının arabaları olmadığı için günlerce aç ve susuz kaldığını söylüyor Sayın ve ekliyor: “Arabası olmayan ve evinin çevresine barakasını kuranlar yanlarından bir TIR geçerken bir parça bir şey alabilirse, o şekilde yardım alıyor. Akevler Mahallesi’ndeki arkadaşlarım iki gün boyunca aç ve susuz kaldılar.”
Hatay’da toplu taşıma sistemi çöktüğü ve depremin üzerinden bir ay geçtiği halde bu sorun çözülmediği için depremzedelerin önemli bir kısmı temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere sabahtan yola çıkıp kilometrelerce yürümek zorunda bırakılıyor. Bölgenin en büyük ihtiyaçlarından biri ücretsiz bir toplu taşıma sistemi ama bu konu kimsenin aklına bile gelmemiş görünüyor.
Hatay sokaklarında ufacık motosikletlere sıkışmış üç, hatta dört kişilik ailelerle karşılaşmak insanı şaşırtmıyor bile. Çocuklarını, hastalarını, yaşlılarını bırakabilecekleri güvenli bir alan olmayan insanlar sabahın erken saatlerinde maaile bu küçük motosikletlere binip mahalle mahalle, çadır çadır geziyor, ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Bu aracı bile olmayan ve çocuklarını, hastalarını, yaşlılarını kilometrelerce yürütemeyecek sayısız depremzede ise bulundukları yerde çaresizce yardım bekliyor.
Sayın’ın dediği gibi, eğer şansınız varsa, bulunduğunuz yerden bir TIR geçer. Tabii TIR’ın ne taşıdığı ve durup durmayacağı da ayrı bir şans gerektiriyor. Oysa sırf gönüllüler bile, engellenmeyip, baskılanmayıp teşvik edilseydi depremzedelerin gündelik hayatı şansa, pamuk ipliğine bağlı olmaktan çıkabilirdi. Çünkü onlar yerelde çalışıyor, bir süre sonra çevredeki herkesi tanıyor ve ihtiyaçlarını kalem kalem biliyorlar.
Hiçbir şeyi kalmamış insanlar, ellerinde kalmış üç-beş kuruşla kiraladıkları “Haydi taşınalım” yazılı nakliye araçlarını, yahut küçük kamyonetleri, traktörler yanaştırdıkları ağır hasarlı evlerinin bir anda yıkılması tehlikesini göze almak zorundalar.
Hatay’da kiminle konuşsak, şehrini taparcasına sevdiğini söylüyor ama şehri terk edip gidebilenlere de gıptayla bakılıyor.
İskenderun’un çarşı merkezinde, yan tarafı tamamen yıkılmış Best Döner’den dürüm alırken ayaküstü sohbet ettiğimiz bir genç, “Bütün dünyanın yıkılmadığını görmek için birkaç günlüğüne Antalya’ya gidiyoruz” deyince, karısı “Gerçi bizim için bütün dünya yıkıldı” diye düzeltiyor. Genç çift yemekten sonra yola koyulurken yaklaşıp şunu söyleme ihtiyacı hissediyorlar: “Geri döneceğiz.”
Biz de yazmaya devam edeceğiz…