Nazım Alpman
Erbil Tuşalp gazeteciliği
En büyük çalışması; 12 Eylül 1980 günü askeri darbe ile başlayan 20. Yüzyılın sonuna kadar gelip yeni bin yıla da uzanan kanlı dönemi bütün vahşetiyle sergileyen çok değerli kitapları oldu.
12 Eylül denildiğinde bütün karanlık/kirli arşivi Erbil Tuşalp’ten sorulurdu. O kadar ki failler bile ona atıf yaparak marifetlerini ifşa ederlerdi:
-Erbil Tuşalp’in 1000 Tanık kitabında her şey yazılı olarak duruyor!
Adı en fazla faili meçhul cinayete karışmış bir bakan televizyon tartışma programında böyle söylemişti. Bunu da "basın özgürlüğü" hakkında ahkâm keserken ifade etmişti. Yani her şey yazılıyor!
Erbil Tuşalp’in adı Eylül ayı ile özdeşleşmişti. Finali de Eylül’de yaptı. 5 Eylül 2020 günü İzmir’de tedavi gördüğü hastanede "elveda" dedi.
Erbil Tuşalp’in arkasından güzel yazılar yayımlandı. Faruk Bildirici, Doğan Tılıç, Fikri Sağlar çok güzel anlattılar. Ama Oğuz Türkyılmaz’ın BirGün’deki yazısı (Acelen neydi be Erbil?/8 Eylül 2020) narkozsuz bir operasyonla ciğeri sökülen insanın çığlığı gibiydi. Erbil Tuşalp ile olan çok yakın arkadaşlığını ona verdiği acıyı satırlarına çok güzel yansıtmıştı.
Tuşalp’in nasıl bir mücadele insanı olduğu o yazıda gayet açık olarak anlatılıyor.
7 Eylül Pazartesi günü İzmir’in cehennem sıcağına karşın çok sayıda seveni Karşıyaka Doğançay Mezarlığına gelip Erbil ile vedalaştılar. Buna bir de COVİD-19 salgınının iyice azgınlaştığı günlerde olduğumuzu eklersek Tuşalp’in arkasında bıraktığı tertemiz gazetecilik izlerinin ne kadar kalın çizgili olduğunu görebilirsiniz.
Cumhuriyet’in Ankara Bürosunun parlak imzalarından Ümit Aslanbay’a cenaze için beklerken "siz birlikte çalıştınız mı?" diye sordum. Ümit’in cevabı Erbil Tuşalp’in özeti gibiydi:
-Beni gazeteciliğe o başlattı!
-Nasıl?
-Stajyer olarak gittiğimde Erbil Abi ile görüşmem gerektiğini söylediler. Bana ilk olarak ‘bu işe para kazanacağım diye başlıyorsan hemen dön git’ dedi.
Erbil Tuşalp için gazetecilik tam anlamıyla "gerçekler üzerinde yürümek" olarak açıklanabilir. Onun her dakikası belge/bilgi üzerinden ilerler.
Eski Milliyet gazetesine 1990’ların ikinci yarısında haber müdürü olarak gelmişti Erbil Tuşalp. Gazeteye her sabah en erken o gelirdi. Masasına oturduğunda bütün gazeteleri okumuş olurdu. O işleri evinde bitirirdi.
Her şeyi not alırdı. Sarı sayfalı kalın not defterlerinin biri biter diğerinin kapağı açılırdı. O notları sonradan "balık hafızalı" bir toplum için kitaplaştırırdı.
Sadece geçmiş dönemleri değil yakın gelecek için de öngörülerini kimseden korkmadan yazardı.
İslam İmparatorluğu’nu 2010’da yayımladı. O yıllardan ülkenin 2020’lerini görerek uyarmıştı:
-Eylül İmparatorluğu’nun İslam İmparatorluğu’na evrilişinde en büyük gücün ‘İslam Faşizmi’ olduğu savımın elbette nedeni var.
Faşizm; finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının teröre dayanan açık diktatörlüğüdür, savı aklımıza geldiğinde, 20. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye'nin düşürüldüğü tuzakla karşı karşıyasınızdır.
12 Eylül faşizminin gizli maskesi olan siyasal İslam'ın 1994 yerel seçimlerinden sonra belli bir program çerçevesinde ortaya koyduğu radikal ve otoriter tavır bizleri nerelere getirdi.
Yalana dayalı politikalardan, sahte etiketli İslam'a; tarikat, ticaret ve mürit ilişkisinden şeriat anonim şirketine; partisinin cumhurbaşkanından, derinci provokatöre…
Kısaca bu kitap bir yönüyle gerçeklerle yüzleşme… Umarım kendimizle yüzleşmekten kaçmayız. Çünkü yeteri kadar kaçtık.
Bir kez daha bu satırların 2010’da yazıldığının altını çizelim.
Onun doruk noktasındaki yerini teslim edelim:
-Erbil Tuşalp gazeteciliği!