Nazım Alpman
Özgür basın iktidarlara da yarar!
Ülkemiz kendi halinde (Türkiye tipi) demokrasiye sahipken yasama-yürütme-yargı üçlüsüne bir de gazetecilik eklenmişti:
-Dördüncü kuvvet basın!
İktidarda olan partilerin "faulleri", "ofsaytları", "elle oynama" gibi kural ihlalleri gazetelerin birinci sayfalarında yer alırdı. Meclis’te soru önergeleri, araştırma komisyonları, savcıların soruşturma dosyaları devreye girerdi. Böylece iktidar partisine bir anlamda "hop" denilirdi.
AKP iktidarında ise "basın özgürlüğü" zararlı faaliyetler arasına sokuldu. İktidarın icraatlarına engel olan "düşman kuvvetler" olarak kabul edildi.
Eskiden devletin dostu gazeteciler varken, "yeni demokrasi" döneminde devletin/AKP’nin dostu gazeteler-televizyonlardan oluşan bir medya düzenine geçildi.
Artık sadece iktidarın başarıları yazılıyor, çiziliyordu.
Bu da ülke için yapılmış en büyük kötülük oldu.
Türkiye "pembe medyasıyla" karanlık dehlizlere doğru dört nala koşmaya başladı.
AKP aleyhinde yapılan her haber "casusluk", "vatan hainliği" şeklinde mütalaa edildi. Mahkemeler bilet keser gibi ceza kesmeye başladı. Ülke sahici gazeteciler için "cehennem" haline geldi.
Dünyanın en fazla gazeteci hapseden ülkesi unvanı sahip oldu.
Hele "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" denilen rejime geçilince iktidarı dizginleyecek hiçbir güç kalmadı.
Her şey "güllük gülistanlık" hale geliverdi.
Elbette bu böyle gidemezdi. Frenleri olmayan bir kamyon ihtişamıyla boş yollarda tam gaz giden iktidar, önüne geleni ezip geçti.
Ama bu kuralsız sürünün bir sonu olacaktı.
O da "itibarlı" mafya şefi Sedat Peker’in ifşaatlarıyla yaşanmaya başladı. Denetlenmekten sıkılan iktidarın bütün marifetleri ortaya saçıldı.
Tabii ki bu bir başlangıç. Yarın öbür gün devlet olanaklarıyla geometrik gelişen servetlere sahip olanlar arasından da yeni Sedat Pekerler çıkacaktır. Masumiyetlerini açıklamak ihtiyacı hasıl olduğunda şöyle itiraflar duyabileceğiz:
-Kazandığımız/doğrudan verilen o ihalelerdeki milyon dolarların hepsini biz almadık!!!
Geminin batmaya başlaması anında herkes kendi canını kurtarma telaşına düşer. Bunun dünya tarihinde sayısız örneği vardır. Bizde de yaşandı. 2013 yılının 17 Aralık günü NTV’nin öğle haberlerine telefonla bağlanan 61. Hükümetin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, böylesi bir refleksle, kendisini kurtarmak için en içten ifadelerle o tarihte başbakan olan Tayyip Erdoğan’ı suçlamıştı:
-Ne yaptımsa başbakanın emriyle yaptım. Şimdi elimizi rahatlatmak için istifa etmen lazım gibi şeyleri kabul etmiyorum. İstifa etmesi gereken biri varsa o da başbakandır!
17-25 Aralık 2013 skandalının bir komplo olduğu söylenmesine karşın hükümet genel teamüllere uygun davranmıştı. Egemen Bağış Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alınmıştı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Çevre-Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar istifa etmişlerdi.
2021 Türkiye’sinde yaşananlar 17-25 Aralık "komplosunu" fersah fersah aştı. İktidar partisini genel merkezinde ne görevle istihdam edildiği belirtilmeyen genç bir "kokain prensi" AKP’ye çok büyük bir darbe vurdu.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kendisini kurtarmak isterken AKP’yi ateşin ortasına atmaktan çekinmedi:
-Mafyadan ayda 10 bin dolar alan milletvekili var!
Eski ulaştırma bakanı ve eski başbakan ve de AKP genel başkanı Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım kokain trafiğinin rota çizicisi olarak Venezuella’ya gitmekle itham edildi. Kendisi ortada yok. Babası var:
-Oğlum Venezuella’ya gitti. Ama maske ve test kiti götürdü!
Bırakın insanları kargalar bile buna gülerdi. Binali Bey de bu görüşü benimsemiş olmalı ki bir gün sonra düzeltme yaptı:
-Oğlum Venezuella’ya merakından da gitmiş olabilir!!!
Sezgin Baran Korkmaz skandalı çok sıcak gelişen bir yeni halka. Bütün bu kirli işlerin ortasında bulunan isimler oldukları yerde duruyorlar. Ama AKP’nin oyları aynı yerde durmuyor.
Eğer Türkiye’de basın özgürlüğü boğazlanmasaydı, Sedat Peker’e gerek kalmadan bazı şeyler yazılıp çizilebilirdi. Bu durum da en çok ülkenin ve AKP’nin yararına olurdu:
-Özgür basın iktidarlara da yarar!