Erdoğan bu kez ‘Eyyy!” diyemedi!..

Suriye'de dengesinden güç çıkaran, projeleriyle, demokratik yönetimiyle, kadını ve gençliği esas alan dinamik yüzüyle sahadaki varlığını vazgeçilmez kılan bir tek Rojava Kürtleri var.

ABD askeri sınırda YPG ve YPJ’lilerle görüntülenince ondan beklenen "Eyyy! Amerika" diye başlayan bir konuşma yapmasıydı. Bunu yapmak yerine, üzüntülerini ‘Başkan Trump’ ile konuşmayı tercih etmiş.

Eğer referandum öncesi olsaydı, konuşmasına "Eyyy! Amerika" diye başlayacağı kesindi.

Eh! Referandum devreden çıkınca, "üzüntülerini belirtmek" ve "Başkan’a şikayet etmek" yetiyor, herhalde.

İşin ironisi bir yana, Türkiye’nin Şengal ve Rojava’ya hava saldırısının, hele akabinde karadan Rojava’ya girmek istemesinin çok boyutlu sonuçları olacağı, açık.

Türkiye bir kumar mı oynadı?

ABD’nin belirlediği sınırlar içinde mi hareket etti?

ABD, bu politika ile özellikle Rojava’daki sivil Kürt siyasetine, dolayısıyla askeri güce bir mesaj mı verdi?

Bunlar ve daha aklımıza gelmeyen bir çok olasılık olabilir.

Rojava’daki sivil iradeyle, özellikle de PYD’yle açık siyasal temas kurmaktan kaçınan, askeri işbirliğini de IŞİD’e karşı operasyonlarla sınırlayan, iş IŞİD’e karşı mücadeleyi sekteye uğratınca devreye giren ABD’nin, bölgedeki aktörleri kendine mecbur etmek için denemeyeceği yol yoktur.

Tam da bu aşamada hedeflerinin hiçbirinin yaşama geçmediğini gören Türkiye, "Ben de aktörüm" demek için bir kumar oynamış olabilir.

Madem konu bu kadar karmaşık, sürecin nasıl geliştiğine ve bu noktaya nasıl gelindiğine özetle de olsa bakmakta yarar var.

Rojava’da PYD ve TEV-DEM’in öncülük ettiği siyasal çizgi, biliyoruz ki başından beri bir denge politikası izledi. İlk denge politkası "3. Yol" siyasetiydi. PYD ve TEV-DEM, farklı aktörler, özellikle de Türkiye’ye kendini dinletemese de bir 3. Yol olduğunu göstermek istiyordu. Bunun için rejim veya muhaliflerle çatışmamayı, kendilerine yönelme olmadıkça savunma dışında hiçbir etkinlik geliştirmemeyi hedeflediler. Bu sürede muhalefet tarafından kabul edilmek, 3. taraf olarak görülmek için çalmadıkları kapı da kalmadı. Sorunun siyasal çözümü için proje ürettiler, ortak yaşamı esas alan yaklaşımlarla özgür Suriye’nin taşlarını yeniden örmek istediler ama deyim yerindeyse gittikleri her kapıdan ciddiye alınmayarak dışlandılar.

Bu sürede adım adım Halk Meclisleri marifetiyle rejimden oluşan boşlukları dolduran Rojava’daki sivil irade, bir müddet sonra savunma birliklerini örgütledi.

Sbavunma birliklerinin örgütlenmesine, Kürtlerin silahlanmasına ilk Türkiye tepki verdi. Başta El Nusra’yı, daha sonra da IŞİD’i Rojava’nın üzerine sürdü.

Rojava Özerk Yönetiminin ilanından sonra bölgenin savunma gücüne dönüşen YPG ve YPJ, Türkiye’nin tüm politikalarını alt üst eden adımlar attı. Kobani’den Mınbiç’e, Tabka’dan Haseki’ye her alanda yalnız Kürtlerin değil Arapların, Çerkeslerin, Ermenilerin, Türkmenlerin de, Alevilerin, Sünnilerin, Süryanilerin, Ermenilerin de umudu oldular.

Bu, ABD’nin ve tabi bölgeye sonradan dahil olan Rusya’nın gözden çıkaracağı bir güç değildi. Daha da önemlisi, Demokratik Suriye Meclisi (MSD) ile bu meclise bağlı askeri örgüt olan Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) oluşumundan sonra artık bölgenin temel aktörüne dönüşmüşlerdi ve bunlar olmadan bölgede savaşın bitirilemeyeceğini ABD de, Rusya da artık çok iyi biliyordu.

Türkiye’nin bildiği de, bu güçlere öncülük edenlerin sivili ve askeriyle Rojava Kürtleri olduğuydu. Tüm siyasetini bu durumu tersine çevirmeyi esas alan, "Kürt anasını görmesin" siyaseti ile engellemeye çalıştı.

Türkiye’nin son hamlesinin bu yönüyle de irdelenmesi gereken bir anlamı var.

Türkiye, önünü kesemeyeceğini gördüğü sürecin bu kez provokatörü olmayı yeğledi. Hava saldırısını "1 saatten az bir zaman kala" duyurmasının da, sonrasında bölgeye karadan girmek istemesinin de bir nedeni budur. "Ben yoksam size de rahat vermem" dedi adeta.

Bunu denedi ama görünen o ki burada da hedefini tutturamadı, "Eyyy! Amerika"dan Sam Amca’ya şikayete kadar düşülmesinin nedeni budur. ABD Özel Birlikleri sınıra gelince öncelikle kiminle karşı karşıya geleceğini gördü, çünkü.

Şimdi yapacağı bu ilişkiyi tersine çevirmek için Sam Amca’ya sunacaklarının ne kadar etkili olacağı...

Trump, ABD’de kendi rüştünü ispat etmek istiyor. Bu rüştü şimdilik QSD üzerinden ispat etmeyi yeğliyor. Pekala, Türkiye üzerinden ispat etmeyi de düşünebilir. Erdoğan’ın ona ne vereceğine bağlı. Tek handikapı Rusya. Rusya ile Türkiye ne kadar dost görünselerde bölgesel konjonktür açısından Türkiye durduğu yer itibariyle, ABD ve NATO ittifakındadır. Bu ittifaktan çıkmak da Erdoğan’ın gücünü aşar. Bu ittifaktan çıkıp Doğu’nun lehine politikalar izlemek efelenmelerle olacak şeyler değil. Bunu en iyi hiç kuşkusuz Erdoğan bilir. Bu nedenle içerde işe yarayacak efelenmelere yönelir ama iş masaya gelince, işin realitesine bakar. O realitede Zarrab da var, geçmişten bu yana biriktirilmiş suç dosyaları da var, başkan olmayı düşlerken bir anda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak da var.

Dosyalar çok ve karışık, ilişkiler de bir o kadar karışık ve kabul etmek gerekir ki, dengesinden güç çıkararak kendi özgücünü oluşturan, projeleriyle, demokratik yönetimiyle, kadını ve gençliği esas alan dinamik yüzüyle sahadaki varlığını vazgeçilmez kılan da bir tek Rojava Kürtleri var.

Belki kaygıları gideren tek etken budur...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi