Erdoğan hem ABD, hem Rusya diyemez...

Erdoğan nasıl ki Esad ile eskisi gibi kanka olamayacak durumda ise hem Rusya’yı, hem de ABD ve Batı’yı aynı anda yanında tutacak bir imkana da sahip değil.

ABD-Türkiye ilişkilerini değerlendiren yandaşların kafası hayli karışık. ABD’nin oyalama sürecine girdiğini ve Türkiye karşıtı planlarını aynen sürdüreceğini söyleyenler de var, ABD ile yaşananın normalleşmeye giden ilk adımlar olduğunu belirtip ABD’nin Türkiye çizgisine geleceğini belirtenler de var.

İlginç belirlemelerden biri de ABD’nin bütünlük içinde hareket etmediği, Tillerson’un Türkiye’ye verdiği sözlerin bir anlamının olmadığı yönünde.

Yeni Şafak gazetesinden İbrahim Karagül, "Suriye’deki ABD askerleri başka bir güç tarafından yönetiliyor. Washington’da kimin ne söylediği bile belli değil. Karşımızda bir Amerika yok. Bir iktidar parçalanması var. Devlet içindeki bazı yapılar çeteleşmiş, ayrı devlet gibi çalışıyor. Eğer öyle ise hangi Amerika’yı muhatap alacağız? Kimin sözüne inanacağız? Tillerson’ın sözünü Pentagon reddedecek, CIA reddedecek, o sözlerin tamamı havada kalacak, bilmiyor muyuz" diyor.

Sabah gazetesinden Burhanettin Duran ise ABD-Türkiye görüşmelerinden normalleşme çıkmasını bekleyenlerden. Duran, "Washington-Ankara hattında nihayet somut bir ‘normalleşme’ iradesinden bahsedilmeye başlandı" sözleriyle başladığı yazıda, "Eğer açıklandığı gibi normalleşme sağlanabilirse ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'ın perşembe akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşme kritik bir dönemecin başlangıcı olarak ikili ilişkilerin tarihe geçecek" diyor. Duran’a göre ABD, Türkiye ile ‘stratejik ortaklığının’ önemini yeniden fark etmeye başlamış.

Farklı noktalardaki yandaşların Rusya’ya ilişkin sözleri de birbirinin zıttı. Yani Rusya ile ilişkiler yönüyle de yandaşların kafası hayli karışık.

ABD’ye güvenilmeyeceğini belirtenler Türkiye’nin yönünü çevirdiği Rusya’dan uzaklaşmamasını, Ortadoğu’daki gelişmeleri birlikte kontrol etmeleri gerektiğini savunurken, ‘normalleşmeyi’ umut edenler ise Rusya’nın Ankara-Washington ilişkisinin normalleşmesini engelleyecek yeni adımlar atabileceğini hesaba katmak gerektiğini yazıyor.

Yandaşlardaki bu kafa karışıklığı hükümet üyelerine de yansımış gibi. Gerçi Tillerson’un Türkiye seyahatinden sonra Erdoğan’dan "Ey ABD" sözünü henüz duymadık ama Savunma Bakanı Nurettin Canikli gibi ABD’ye sıcak mesajlar veren, Erdoğan’ın ABD’ye yönelik suçlamalarını boşa çıkaracak sözler sarf eden hükümet üyeleri de, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gibi ABD’nin Suriye’deki politikalarını yerden yere vuran, ABD’yi açıktan suçlayan hükümet üyeleri de var.

Hükümetteki kafa karışıklığı aslında yandaşa yansıyan kafa karışıklığının da nedeni. Kim ne yazacağını, ne söyleyeceğini bilemiyor. ABD’ye yanaşıp Rusya’ya karşı çıkmak mı gerekir? Yoksa şu anda olduğu gibi Rusya ile ilişkileri ilerletip NATO hattından uzaklaşmak mı gerekir?

Söz konusu tartışma, Erdoğan’ın açık destekçisi Ulusalcılar arasında da var. Gerçi Ulusalcılar, AKP yandaşlarına göre daha rahat. Onların derdi, Türkiye’yi Doğu’ya çekmek. Tümü topyekun ABD karşıtı görünen Ulusalcılar, hükümetin NATO’dan çıkmasını ve yönünü tamamen Avrasya cephesine çevirmesini savunuyor.

Ancak işin gerçeği şu; Erdoğan istediği kadar "Ey ABD" desin, yandaşlar istediği kadar anti-emperyalizm güzellemesi yapsın, AKP iktidarı böyle bir kararı alabilecek noktada değil. Erdoğan’ın içte sıkıştığını görüp Türkiye’nin yönünü Doğu’ya çevirmesini sağlamak amacıyla Ulusalcıların devreye girdiğini ve Rusya ile bozulan ilişkiyi tamir ettiğini, ilerlettiğini biliyoruz. Bu, Erdoğan’ın da işine geldi. Ulusalcılar şimdi bir adım daha atıp Türkiye’yi bu kez Suriye lideri Beşar Esad ile aynı cephede bir araya getirmeye çabalıyorlar. Ancak bu iş Rusya ile bir araya gelmek kadar kolay değil.

Erdoğan, istediği kadar Batı karşıtı pozisyon alsın, Rusya ve İran’a yanaşsın. Nihayetinde Türkiye’nin kalıcı olarak Batı cephesinden kopacak cesaretinin olmadığını biz de biliyoruz, Erdoğan da biliyor. ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı’nın Erdoğan iktidarına bu kadar toleranslı davranmasının, yaptıklarına göz yummasının bir nedeni de bu. Onlar da Türkiye’nin kopamayacağını biliyorlar; ayrıca kopuş yaşanmaması gerektiği için bunca toleranslı davranıyorlar.

Son dönemde giderek gelişen Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de bu gözle bakmak gerekir. Strasburg’a toplu çıkarma yapıp AB defterini CHP’lilerin desteğinde yeniden açmak için çabalayan AKP parlamenterlerinin girişimleri boşuna değil. AKP üzerinden gelen AB ile ilişkilerin normalleşmesi istekleriyle karşılaşan bazı Avrupalı parlamenterlerin neredeyse zil takıp oynamadığı kaldı. Bu da tarafların politikasını görmek açısından önemli bir işaret olarak algılanabilir.

AKP’liler Almanya ile sağlanan ilerlemeden de memnun. Deniz Yücel’in serbest bırakılmasını sorgulamıyorlar bile. Yücel’in bırakılmasını Almanya’nın Türkiye çizgisine gelmesine bağlayarak durumu çok normalmiş gibi göstermek istemelerinin nedeni de bu. Tabi işi abartıp Almanya’nın Türkiye’yi kaybetmesinin ona çok pahallıya mal olacağını anladığını ve geri adım attığını söyleyerek kendini tatmin edenler de var. Ama işin esası şu ki Almanya, Türkiye’yi de, Türkiye pazarını da, Türkiye’nin şantaj olarak beklettiği 3 milyon Suriyeli göçmeni de düşünerek Erdoğan’ın ekmeğine ‘taammüden’ yağ sürüyor. Diğer Avrupalı hükümetlerin tutumu da Almanya’dan geri kalır değil. Bir şeyler yapar gibi görünseler bile yaptıklarının esasen Türkiye’yi rahatsız edecek bir sertlikte olmamasına özen gösteriyorlar.

Bu yazılanlar Türkiye’nin usta bir oyuncu olduğu, gelişmeleri belirleyenin Türkiye olduğu anlamına gelmez elbet. Tam aksine, Türkiye’nin kullanışlı bir partner, iyi bir ileri karakol olduğunu hem Rusya, hem de ABD, İngiltere, Almanya gibi batı devletleri görüyor ve Türkiye’yi kaybetmek istemiyorlar. Bu kadar net.

Bu durumu en iyi bilip değerlendirenlerden biri de Erdoğan. Kendi bekasını Türkiye’nin bekası gibi gösterip, önce ulusalcıları ve milliyetçileri, akabinde Rusya ve İran’ı yanına çeken Erdoğan şimdi de ABD ve Batı’yı kaybetmemek için çaba harcıyor. Bunu yaparken de ‘yaptıklarım yanıma kar kalsın, iktidarı yeniden kazanacak çoğunluğum olsun’ diye çabalıyor. Rusya ile Batı arasındaki çelişkileri iç siyasette kullanmaktan imtina etmemesi de bundan.

Her şeye rağmen sona doğru geliniyor gibi. Erdoğan’ın çabaları beyhude. Nasıl ki o artık Esad ile eskisi gibi kanka olamayacak durumda ise hem Rusya’yı, hem de ABD ve Batı’yı aynı anda yanında tutacak bir olanağa da, tabloya da sahip değil. Batı da, Doğu da kendisinden net tutum istemeye başladı. Net tutum göstermez ise toleransın sonuna gelinebilir. Net tutumu gösterdiğinde ise bu kez yandaşlardan ittifaklara yeni sorunlarla karşılaşabilir.

Yani işi zor ve muhtemelen AKP iktidarının başını yiyecek olan durum da budur.

Tillerson, 3,5 saat görüşürken sadece Erdoğan’ı dinlemedi.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi