Koray Düzgören

Koray Düzgören

Erdoğan’ın kısır döngüsü: Kürtler, Avrupa, anayasa!

'Yeni anayasa önerisi bir çaresizliğin, umutsuzluğun dışavurumu. Her şey deneniyor. İktidarda kalabilmek için her yol mubah görülüyor.'

İktidarın Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik saldırıları yeni bir boyuta ulaşır, Boğaziçi’yle dayanışma gösterileri başka şehirlere yayılırken AKP Genel Başkanı’ndan beklenmedik bir öneri geldi.

"Cumhur İttifakı’ndaki ortağımız da onaylarsa yeni bir anayasa yapmanın zamanıdır" dedi.

Ortağı Bahçeli de hemen ertesi gün bu öneriye onay verdiğini açıkladı.

Hakikaten öyle… Yepyeni, belli ki adamakıllı demokrat ve mutlaka çağdaş bir anayasa yapmanın tam da zamanıdır!

Şaka bir yana, Erdoğan’ın beklenmedik yeni anayasa önerisi ilk planda şaşkınlıkla karşılansa da aslında tanıdık bir hamle. Yeni bir Erdoğan klasiği ile karşı karşıyayız. 20 yıldır onu artık tanımayanımız kalmadı, hatta bir kuşak onunla büyüdü.

Bu nedenle benim şimdi söyleyeceklerim de bilinmeyen şeyler değil.

Erdoğan daha iktidara geçmeden, "Milli görüş gömleğini çıkardığını" söylemişti. Avrupa Birliği’nin -o günlerde ona inananlar da oldu- en sıkı savunucusu, Kürt meselesini çözmeye en istekli politikacıymış gibi görünüyordu.

12 Eylül darbe anayasasının değişmesi gerektiğini her konuşmasında üstüne basa basa söylüyordu.

Sonra iktidar oldu, ordu ve bürokrasinin vesayetine karşı kendisini destekleyen çevreler ve kesimlerle birlikte yine aynı şeyleri söylemeye devam etti. Kürt meselesinin kabul edilmesi, AB üyeliği yolunda atılan adımlar, gerçekleştirilen reformlar, insan hakları alanındaki iyileşmeler vb. Ve yine yeni anayasa söylemleri...

Hatta Kürt meselesinde bir barış süreci bile başlatıldı. Tabii Erdoğan’ın bu süreçten anladığı gerçek çözüm değil başka bir şeydi. Asayişin berkemal olması ve onun bu ortamda ülkeyi rahatça idare etmek niyetiyle ilgili bir talepti.

Kürtler gerçek barış için asılınca, devlet içindeki güç odaklarının da talepleri bu yönde olduğu için, barış masasını kolayca devirdi. Savaş konseptine geçti. Savaş ortamından yararlanarak sivil siyaseti de baskı altına alıp özgürlüklerin yok edilmesi sürecini başlattı.

2015’ten sonra olanları yeniden tekrarlamaya gerek yok.

Bütün partilerin katıldığı yeni anayasa çalışmaları, 70 madde üzerinde mutabakat sağlandığı halde AKP’nin anayasa masasından çekilmesi sonucu gerçekleştirilemedi.

Bunun yerine 12 Eylül anayasasında kapsamlı değişiklikler yapılarak, parlamenter sisteme son veren ve tek adam diktatörlüğüne olanak tanıyan bir ucube rejim getirildi. Hileli bir referandumla bu tüm ülkeye kabul ettirildi. Bütün güçler ve yetkiler tek bir adama devredildi.

15 Temmuz 2016’daki şaibeli darbe girişimi bahanesiyle yaşadığımız OHAL süreci ve devamında geldiğimiz nokta meydanda. Ülke, ekonomi başta olmak üzere her açıdan tam bir iflasın eşiğinde.

Ne hukuk kaldı ne anayasa ne de içi boşaltılmamış herhangi bir kurum ya da değer... Ülke neredeyse bütün komşularıyla, müttefiki ABD’yle, en yakın ilişkide olduğu Avrupa’yla çatışma halinde.

Suriye’de, Libya’da çıkmaz ve haksız bir savaşın içinde. Katar hariç bütün Arap ülkeleriyle kavgalı.

İktidar artık hiçbir ülkeden ve uluslararası kurumdan kredi, borç ya da kaynak bulamayıp iyice tıkanma noktasına geldi.

Erdoğan’ın ABD’deki en büyük desteği Trump seçimi kaybetti. Türkiye’ye karşı daha farklı bir politika izleyeceği kesinleşmiş olan Biden yönetime gelince bazı şeyleri değiştirmek zorunda olduğunu anladı.

KÜRT MESELESİNDE YOLLAR KAPALI O ZAMAN ANAYASA

Yeniden aynı kısır döngüye başvurdu.

Biden yönetimine şirin görünebilmek adına reform açıklamaları yapıldı. Avrupalılara Türkiye’nin yerinin Avrupa olduğu mesajları yollandı. Ciddiye alan çıkar mı bilinmez.

Kürt meselesinde ise yollar, şu sıralar kapalı. İktidar istese bile yeni bir barış sürecini başlatamaz. Böyle bir niyet açıklasa bile buna artık kimseyi inandıramaz.

Bunun için ödenmesi gereken bedelleri bu iktidar göze alamaz. AİHM kararlarına bile uymazken, Kürt tutsakların bırakılmasına razı olmaz. Hadi diyelim ki Erdoğan koltuğu uğruna bu ağır bedelleri ödemeyi kabul etti, uzunca bir süredir koalisyon yaptığı devlet güçleri buna izin vermez.

İktidar Kürt meselesinde yeni bir söz söyleyemeyince geriye yine Avrupa güzellemeleri, reformlar ve yeni anayasa önerileri kalıyor.

Yeni anayasa fikrinin de inandırıcı olup olmaması onun için hiç sorun değil. Yeter ki gündem değişsin ya da kendisine muhalif kesimlerde küçük de olsa bir tereddüt yaratabilsin, tartışma açabilsin.

Aslına bakılırsa, ne onun yeni bir anayasa yapmaya niyeti var ne de onu hararetle destekleyen ortağı Bahçeli’nin.

Bir şey yapmak istiyorlar tabii. Kurmakta oldukları rejime şimdi bir de yazılı metin lazım. Belki o rejimin anayasasını yapmayı istiyorlar.

Ama istedikleri şey, bildiğimiz o toplumsal mutabakata dayalı, geniş kesimlerin ortaklaşması sonucu ortaya çıkan anayasa değil.

Bu anayasa önerisinin zamanlamasına bakın hele...

Önce ülkenin gözbebeği eğitim kurumlarından birine, tepeden inme bir AKP’li kayyım atanıyor. Okulun öğrencileri ve öğretim üyeleri buna itiraz edince de devlet; bütün şiddeti, nefreti ve rezilliği ile bu seçkin bilim kurumunun üzerine çöküyor.

Rezilliği ile diyorum, çünkü bir sergi için hazırlanmış, üzerinde LBGT renkleri bulunan bir Kabe örtüsünü bahane ederek büyük bir kışkırtma ve nefret söylemiyle bu hücumu bizzat hazırlayan kişi, ülkenin içişleri bakanı.

Twitter yönetimi bile bakanın bu tweet’i üzerine nefret söylemi kurallarını ihlal ettiği notunu koyuyor.

HESAP SORULMASINDAN KORKAN ZALİMLERİN BÜYÜK SORUNU

Ondan cesaret alan polis, barışçıl bir gösteri yapan bu gençleri dağıtırken bir yandan da "aşağı bakın" diye bağırıyor.

Köleliğin yasal olduğu dönemlerde de durum aynen böyleymiş… Eli kırbaçlı köle başları sıra sıra köleleri yürütürken onlara, sahiplerinin, efendilerinin yüzlerine bakmanın yasak olduğunu hatırlatıp, "yere bakın" diyerek kırbaçlarını şaklatırlarmış.

Bütün zalimler bir gün kendilerinden hesap sorulmasından korktuklarından yüzlerini göstermeye cesaret edemezler.

Soylu’nun polislerinin ülkenin bu değerli çocuklarına, bu ülkenin gözbebeği gençlere yönelik yaklaşımı bu.

Ve bu iktidar, "Bu şartları boşverin hadi yeni bir anayasa yapalım" diyor.

Saray’ın yazıcısı Selvi, kimse fazla umutlanmasın diye olsa gerek, patronunun yeni anayasaya ilişkin kırmızı çizgilerini açıklıyor.

Çizgilerden biri, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, yani tek adam rejimi. Diğeri ise üniter yapı. "Anayasa referandumu ile milletin kabul ettiği Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden vazgeçilmesi gibi bir düşünce taşınmıyor."

Gerisini konuşmaya, bu anayasanın nasıl bir şey olacağını tartışmaya gerek var mı? Bir tek örnek vereyim yeter:

AİHM eski yargıcı Rıza Türmen bu tartışmayı, "Siyasi bir hamle olarak görüyorum. İçi boş bir hamle olarak görüyorum. Saadet Partisi ve İyi Parti’yi belki yanına çekmek için böyle bir söz atılıyor ortaya. Bir çaresizliğin, umutsuzluğun dışavurumu. Her şey deneniyor. Hiçbir yol dışarıda bırakılmıyor. İktidarda kalabilmek için her yol mubah görülüyor" diye değerlendiriyor.

Bu döngü artık kabak tadı vermedi mi sizce de?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi