Erdoğan’ın sonunu dış politikası getirecek

MGK açıklamasından da anlaşılıyor ki Türkiye ‘onurlu geri çekilme’ yolları arıyor. Tabi bunu yaparken de pek acele etmeyecek gibi görünüyor. En azından referandumu bekleyecek. Çünkü Suriye’deki Türk askerinin varlığı hala AKP ve Erdoğan için önemli bir hamaset ürünü olmayı sürdürdüğü gibi referandum propagandalarında ‘evet’e tahvil edilmenin aracı olmaya da devam ediyor.

Fehim IŞIK

Türkiye’nin Ortadoğu başta olmak üzere tüm dış politikası sarpa sarmış durumda. Belki referandumun hamasi nutukları nedeniyle bu sarpa sarmışlık dışa vurmuyor ama hem Avrupa ve Asya’da, hem de Ortadoğu’da batağa saplanmanın Türkiye’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın başına ne işler açmaya muktedir olduğunu yakında daha iyi göreceğimizden şüphe yok.

Hatırlarsanız iki gün önce Erdoğan Habertürk’te "El Bab’ı aldık. Mınbiç’e yaklaşmış durumdayız" demişti. Bununla da kalmamış, konuyu arkadaşlarıyla görüştüklerini belirterek asık yüz ifadesi ve boğuk sesiyle Mınbiç’e girilebileceğini ima etmişti.

Söylediklerinin ‘dostlar alışverişte görsün’ misali olduğu çok belliydi. Çünkü aynı konuşmada ABD ve Rusya’nın ‘AyPiCi’ye yani YPG’ye destek vermeye devam ettiklerini, silah verdiklerini, bu silahların ‘DEAŞ’a gönderildiğini söyleyerek bol bol hamaset üreten birinin Mınbiç, Afrin, Rakka kahramanlığı yapamayacağı çok belliydi.

Bu açıklamadan 2 gün sonra yapılan MGK açıklamasını okuyunca konuştuğu arkadaşlarının kim olduğu sorusu akla gelmedi değil. Eğer o ‘arkadaşlar’ MGK’dekiler ise onların en azından son açıklamada Erdoğan ile aynı dili konuşmadığı barizdi. MGK açıklamasında, daha önce Artı Gerçek'te yer alan "Bayrak nereye, nasıl dikildi?" başlıklı analizde dikkat çekilen bir noktanın gerçekleşmesi için ilk adımın atıldığı görülüyordu.

Bu analizde Rusya’nın Türkiye’ye bölgeden ‘onurlu geri çekilmeyi’ önerdiğini bilgisine yer veriliyor ve bunun için Türkiye’nin ‘hedeflerimize ulaştık, bölgeyi terörden temizledik ve geri çekiliyoruz’ demesi bekleniyordu. Bu yapılmadı. Arada bazı bakanların bu anlama gelen çelişik açıklamaları olsa da Türkiye, Rusya’nın istediği bu resmi açıklamayı yapmak için ağır davrandı. Doğrusu MGK açıklamasında "Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde (Suriyelilerin-bn) huzur ve güven içerisinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak maksadıyla yürütülen harekâtın başarıyla sonuçlandığı ifade edilmiştir" sözcüklerini okuyunca, ilk aklıma gelen, beklenen açıklamanın bu olabileceğiydi.

Bunun gerekçelerini son iki haftadaki Türkiye-Rusya ilişkilerinden anlamak mümkün.

İki hafta önce birkaç Afrika ülkesi dışında gidebildiği tek ülke olan Rusya’da Putin ile görüşen Erdoğan’ın yüz halini aklınıza getirin. Putin’in ifadeleri de Erdoğan’dan farklı değildi. Yüz ifadeleri, kapalı kapılar ardında konuşulanlar ile basına yapılan sunumlarda anlatılanların aynı olmadığını bizlere gösteriyordu. Bu konuyu Artı Gerçek yazarı İşxan Miroyev daha somut dile getirdi. Miroyev, "Türk usulü santaj" yazısında Türkiye-Rusya ilişkilerini şöyle özetliyordu:

"Moskova şimdilik sessiz ve ciddi bir şeyin olmadığı görüntüsünü koruyorsa da gerçekte durumun çok vahim olduğu hissediliyor. Ateşin olmadığı yerden duman çıkmaz misali her iki ülke arasında her an yeni ve belki eskisinden etkili bir kriz patlak verebilir."

Yazıda başka ayrıntılar da var.

İki ülke arasındaki sorunların esas olarak YPG ile Rojava’nın durumundan kaynaklandığını somut örneklerle yazan Miroyev, işin siyasi boyutunun yanı sıra ticari boyutunu da iyi özetlemişti, sözü geçen yazıda.

MGK açıklamasından da anlaşılıyor ki Türkiye ‘onurlu geri çekilme’ yolları arıyor. Tabi bunu yaparken de pek acele edecek gibi görünmüyor. En azından referandumu bekleyecek. Çünkü Suriye’deki Türk askerinin varlığı hala AKP ve Erdoğan için önemli bir hamaset ürünü olmayı sürdürdüğü gibi referandum propagandalarında ‘evet’e tahvil edilmenin aracı olmaya da devam ediyor.

Peki, Türkiye bu duruma niye geldi? Daha da önemlisi, bu batağı aşmak için yeni bir kriz olanağı bulabilir mi? Belki bu sözcüğü daha doğru kurmak gerekir: Bu bataktan kurtulmak için kendini nasıl yeni bir batağa sürükleyebilir?

Bu duruma niye gelindiği açık. Erdoğan, Arap coğrafyası halklarından iki alkış, bazı devletlerden de üç kuruş destek alınca birden kendini o coğrafyanın lideri gibi gördü. Batı’ya ilk efelenmesi bu alkışlarla başladı. Suriye krizini de bu anlamda fırsata çevirmeye kalktı. Bu arada kendini öyle bir dev aynasında görmeye başladı ki adım adım batağa gömüldüğünün, hatta gömdürüldüğünün farkına bile varmadı.

Artık beklenen Ortadoğu Fatihi Erdoğan değil, Rusya’ya mecbur kalmış Erdoğan’ın ne zaman ‘kardeşim Esad’ diyeceğidir.

Elbet, Kürtlerin Rojava, özellikle Kobani’deki efsanevi direnişi de Erdoğan’ın politik dengesini alt üst eden nirengi noktalarından biridir. Erdoğan, yutulacak lokma gördüğü Kürtlerin nasıl buralara geldiğini hala çözemediği gibi hazmedebilmiş de değil.

Diğer soru; bu batağı aşmak için yeni bir kriz olanağı bulabilir mi? Bu bataktan kurtulmak için kendini nasıl yeni bir batağa sürükleyebilir?

Doğrusunu demek gerekirse elinde hiçbir kozu kalmayan Erdoğan’ın bu kez deneyebileceği tek şey varsa o da Irak’tır. Şengal’i, Kerkük’ü, Kandil’deki PKK varlığını gerekçe ederek Irak’ta yeni aksiyonlar geliştirebilir. Bu olasılık her zaman var. Ancak bu da, açık demek gerekirse diline bir müddet daha kullanacağı bir-iki hamasi nutuk vermekten öte hiçbir işe yaramaz.

Son Avrupa krizi de bize gösterdi ki Erdoğan karizmasını yitirmiş, forsu sadece ülkesinde söken, dışarıya karşı ise sadece mahallenin yaramaz çocuğu gibi duran biri. Yediği dayaklardan gücünü öyle yitirmiş ki elinde komşunun camını kırabileceği birkaç taş olduğundan hala kendini güçlü sanabiliyor. Görünen o komşular, camlar kırılmasın diye alttan almayı sürdürüyorlar.

Elindeki son taş da alınınca Erdoğan’ı kurtaracak birilerinin kalmayacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi