Mühdan Sağlam
Erhan Keleşoğlu, Hamas'ın saldırısını değerlendirdi: Suudi Arabistan’ın girişimi Filistinliler için bardağı taşırdı
Artı Gerçek - İsrail ile Filistin arasında hız kazanan çatışmalar, İsrail’in Gazze’yi bombardımana tutmasıyla devam ediyor. Hamas çatışmadan geri durmayacağını söylerken, yüz binlerce sivil bombalardan kaçacak yer arıyor. Öte yandan bölge ülkelerinden İsrail’e tepkiler sınırlı. İran’ın Hamas’a örtük bir desteği olduğu iddiası da gündemi meşgul ediyor.
İsrail-Filistin çatışmasındaki bu son evre bize ne söylüyor? Hamas İsrail’e nasıl saldırabildi? Özellikle Körfez ülkelerinden neden tonu düşük açıklamalar geliyor? Körfez-İsrail yakınlaşması Filistinlileri nasıl etkiledi? Saldırılarda İran’ın payı var mı? Mısır Gazze’den gelen sığınmacılara Rafah kapısını açacak mı? Bu soruları İsrail-Filistin çatışmasını çalışan bölge uzmanı Dr. Erhan Keleşoğlu’na sorduk.
Keleşoğlu’na göre, Filistinlilerin siyasi olarak bölünmüşlüğü, İsrail’in adımlarını kolaylaştırıyor. Diğer yandan, bölgede özellikle zengin Arap devletleri İsrail’i stratejik bir ortak olarak görmeye başladı.
Son gelişmeler ışığında Gazze bombardımanı özellikle kontrolden çıkmış durumda. Özellikle İsrail’e dönük saldırılar sonrasında Hamas Filistin midir tartışması başladı. Hamas Filistin midir?
Hamas Filistin değildir. Ama Filistin Ulusal Hareketi’nin bir parçasıdır. O hareketin içinde bir siyasi organizasyondur. 2007’den bu yana da Gazze Şeridi’ni kontrol eden başat siyasi aktördür.
'SEÇİM DÜZENLENMESİ, FİLİSTİN HAREKETİ İÇİN ÖNEMLİ'
Filistin’deki denkleme baktığımızda uzun süredir seçimlerin yapılmadığını görüyoruz. Seçimlerin yapılmaması hem el Fetih hem Hamas açısından söylersek, 80’lerine gelmiş bir Mahmud Abbas var, İsrail ile daha uzlaşan bir isim. Ama her iki tarafta da seçimin olmayışı, bir değişikliğin olmaması, bu süreci nasıl etkiledi? Filistin’in küresel olarak dünyadaki yankısına etki etti mi?
Küresel yankısına etkisi olduğu kanısında değilim açıkçası. Yani dünyanın ilgisi uzun zamandır Filistin’de değil. Hele şu günlerde Rusya-Ukrayna savaşının baskın olduğu bir uluslararası gündemde, İsrail’in Suudi Arabistan’la normalleşmenin eşiğine geldiği bir gündemde, öncesinde İbrahim Anlaşmalarıyla İsrail’in Arap devletleriyle izolasyonunu kırdığı bir süreçte Filistin gündemde değil zaten. Kimsenin Filistin’de seçimler olup olmadığını dikkate aldığı yok.
Filistin’de seçimlerin olması Filistin hareketi açısından önemli, Filistin halkı açısından, öz gücü açısından önemli. Aynı zamanda İsrail’in uzun süredir Filistin konusunda “zaten muhatabımız yok” söylemi var. Seçimler, bunu değiştirmek adına Filistin tarafının elini güçlendirir. Ama ben uzun süredir, bariz şekilde çok yapısal problemlerinin olduğunu düşünüyorum. Gazze ile Batı Şeria arasında bir ayrışma yaşandı. 2007’de Hamas, Gazze Şeridi’nde bir iç savaş sonucu Filistin’ Yönetimini (el Fetih’i) kovup yönetimi fiilen/de facto ele geçirdi, Filistin’i siyasal açıdan ikiye böldü. Bir tarafta Hamas, bir tarafta Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi. Zaten bu ayrışmanın filizleri, Oslo Barış Anlaşması imzaladığı 1993’e kadar uzanıyor.
‘FİLİSTİN SİYASETİNİN BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ İSRAİL’İN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRDI’
Nasıl bir ayrışma yaşanmıştı 1993’te?
1993’te Oslo Barış Anlaşması imzalandığı zaman, Hamas, FKÖ’yü ihanetle suçladı. FKÖ’den bazı örgütler, örneğin Filistin Halk Kurtuluş Cephesi anlaşmaya doğrudan karşı çıktı. Buna karşın Yaser Arafat ve yanındakiler, Oslo barışını Filistin devletine giden tedrici bir yol olarak tarif etmişti. Bunu Hudeybiye Antlaşması'na benzetmişlerdi. Hudeybiye Antlaşması, Hz. Muhammed’in Mekkeliler ile yaptığı antlaşmadır. Bir barış anlaşmasıdır. Belli bir süreliğine ateşkes vardır. Ama sonucunda Medine’de güçlenen Müslümanlar Mekke’yi ele geçirdi. Arafat Oslo Anlaşması’nı ona benzetmiş ve sadece "Sonunda Filistin devletine ulaşacağız" demişti.
Ama Oslo Barış Süreci sonunda, 1999’da nihai müzakerelerin başlaması hedefleniyordu. Müzakereler başlamadığı gibi sonrasında İkinci İntifada patlak verdi, burada da 5 bine yakın Filistinli hayatını kaybetti. Şundan eminim o günden bu yana binlerce Filistinli hem Gazze’de hem Batı Şeria’da hayatını kaybetti. Filistin Yönetimi'nin kontrol etmekte olduğu bölgeler İsrail tarafından tekrar işgal edildi. Ramallah’ta Arafat’ın karargahı günlerce İsrail ablukası altında kaldı. Sonrasında da bildiğimiz üzere, statükosuzluğun sürmesi, işgalin sürmesi hali yaşanageldi. Filistin Yönetimi hayatını sürdürüyor. Oysa anlaşmaya göre geçici olarak kurulacaktı. Mahmud Abbas, 2018’te devlet başkanı oldu. Öte yandan Gazze Şeridi'nde Hamas seçimleri fiilen ilga etti ve yönetime el koydu. Böyle bir bölünmüşlük söz konusu. Bu da İsrail’in mevcut işgalci ve apartheid benzeri politikalarını kolaylaştırdı.
‘İSRAİL’DE DİNDARLARLA SEKÜLERLER ARASINDA BİR BÖLÜNME VAR’
İsrail yönetiminde hali hazırda tarihinin en sağcı ve dinci hükümeti var. Dahası hakkında ciddi yolsuzluk dosyaları olan Benyamin Netanyahu gibi Filistin ile ilişkilere hiç de barışçıl bir zeminden bakmayan biri bu hükümetin başbakanı. İsrail’deki bu aşırı sağcı yönetim, Filistin’in geleceği açısından nasıl bir etki yaratıyor?
Maalesef İsrail’in gördüğü en faşizan demeyelim faşist bir cephe iktidarda, İsrail hükümeti bir faşist cephe. Tüm söylemleriyle zaten bunu tescil de ediyorlar. Örneğin İsrail Savunma Bakanı Gazzeliler için “insansı hayvanlar” dedi. İsrail bugün yalnızca Hamas'ı değil, Gazze Şeridi’ni, oradaki halkı kolektif olarak cezalandırıyor. Diyorlar ki, “Madem Hamas hala orada iiktidarda, o zaman tüm halkı cezalandırırız”.
İsrail tarafındaki bölünmüşlük, tüm yaz boyunca eylemler devam etti, İsrail yargısındaki değişikliğe dönük protestolar vardı. Bu protestoların temelinde de İsrail’in kuruluşunda kayıt altına alınmış bir sözleşme vardı. Bu sözleşme sekülerlerle dindarlar arasındaydı. Dindarlar ve sağcılar bu sözleşmeyi fiilen değiştirmeye çalışıyorlar. İsrail’i daha sağda, daha dinci, daha faşizan bir yönetim biçimine çekmeye çabalıyorlar.
‘İSRAİL SOLU SAĞCILARIN EKMEĞİNE YAĞ SÜRDÜ’
Sekülerler de buna karşı çıkıyorlar. Buna karşı çıkarken şunu küçümsediler: Sağcıların elini en fazla güçlendiren şey işgal. İsrail sağı demek, büyük oranda büyük İsrail politikaları demek. Büyük İsrail politikaları da Likud Partisi’nin iktidara geldiği 1977’den beri yerleşimler eliyle yürütüldü, yerleşimlerin genişletilmesi, büyütülmesi, daha fazla Yahudi yerleşimi, Batı Şeria ve Gazze’de kurulması...
Demografik sebeplerle Gazze’den vazgeçtiler, Gazze’den İsrail askerlerini çekip yerleşimleri söktüler. Ama büyük İsrail projesinden vazgeçmediler. Özellikle Batı Şeria’yı ilhak etmek istiyor, Doğu Kudüs’ü zaten ilhak etti. Golan Tepeleri de yine işgal altında. Bu projeden vazgeçmediler. İsrail soluysa bir türlü karar veremedi. Bir yandan İsrail’in güvenliği için Batı Şeria’yı ve Gazze’yi kontrol etmek ve stratejik derinlik sağlamak, bir yandan Filistinlilerden ayrı bir İsrail devleti savunusu yaparken Filistinlilerin self determinasyon hakkını tanımayarak sağcıların ekmeğine yağ sürdüler. O yapının parçası oldular.
Bunun dışında durabilirlerdi, öyle bir imkanları vardı, ama tercih yaptılar. Yani işgalci yapının sürmesinin parçası oldular. Başka türlü davranmaları mümkündü, onun emareleri olmakla beraber öyle davranmadılar kolaycılığı seçtiler, mevcut statükonun devam edeceğini düşündüler. Eskiden 'barış için toprak' denirdi, İsrail Mısır ile Camp David’te barış için toprak üstünden sonra pazarlık etti. Sina Yarımadası Mısır’a verilerek barış anlaşması imzalandı.
Oradan başka bir yere geldik. Gördüğümüz şu, İsrail siyaseti yaklaşık 40 yıldan beri sağa kaymış durumda. Bunun değişmesi gerekiyor. İsrail toplumunun bununla yüzleşebileceğini düşünüyorum, çünkü gündelik yaşam sürdürülemez bir hale geliyor. Bunu fark etmeye başladılar.
‘İSRAİL ORDU SÖZCÜSÜ BİLE YERLEŞİMCİLERİN SUÇ İŞLEDİĞİNİ SÖYLEDİ’
Ağustosta İsrail ordusu sözcüsü, Batı Şeria’da Yahudi yerleşimlerinin Filistinlilere uyguladığı terörü ve suçları -ki aynen kendi ifadesi- 'milliyetçi suçlar ve terör' diyor, ortaya koydu. Bunun daha önce teröre bulaşmamış Filistinlileri teröre bulaşmaya teşvik ettiğini söyledi.
Ardından benzer söylemi İsrail iç istihbarat örgütünün başı da dile getirdi. Yahudi teröründen bahsetti, bu inanılmaz tartışmalar başlattı. Sağa yüklendiler bu nedenle. Bu derin bir tartışma olduğunu gösteriyor, yani İsrail devlet aygıtı bölünmüş durumda. Yargı tartışmaları bunu daha da netleştirdi. Bölündüler ve bir kararın arifesindeler. Umarım işgali sürdürmeme, işgalden vazgeçme, abluka-apartheid rejimine dayalı bu statükoyu devam ettirmeme yönünde karar gelişir.
Eğer bunu devam ettirmeye karar verirlerse devam ederlerse, bu hem İsrail içindeki seküler veya “demokratik olabilecek siyasi unsurların tasfiyesine dönük bir yol açar. Hem de Filistinliler, iki toplum açısından korkunç yıkımla neticelenir, faşizmin getireceği kan ve göz yaşından başka bir şey değil.
‘ZENGİN ARAP DEVLETLERİ İSRAİL’İ STRATEJİK ORTAK OLARAK GÖRMEYE BAŞLADI’
Merceği biraz bölgeye tutarsak, İbrahim Anlaşmalarıyla Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile İsrail arasında normalleşme başladı. Suudi Arabistan ile İsrail arasında görüşmeler yapılıyordu. Bu bağlamda Arap devletlerinin, özellikle Körfez’deki ülkelerinin, tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zengin Körfez devletleri Filistin ile çok ilgilenmiyorlar. Şundan ötürü, bir kere eskiden çok sayıda Filistinli oralarda çalışırdı, bugün bu yok. Zengin Arap devletleri, fosil yakıt sonrası dönem hazırlanıyorlar. O fosil yakıt sonrası dönem için büyük stratejik hesaplar var. Yeni koridorlar, mal ve enerji koridorları, yeni ticaret merkezleri oluşturulmaya çalışılıyor. Bu bağlamda da İsrail’i stratejik bir ortak olarak görmeye başladılar. Bunun neticesinde de geçtiğimiz ay Suudi Arabistan ABD’nin arabuluculuğunda İsrail ile ilişkileri normalleştirmenin eşiğine geldi. Öncesinde BAE ve Bahreyn o yoldan gitmişti. Şimdi Suudi Arabistan gibi çok önemli bir bölge gücü İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye yakınken bu operasyon geldi.
‘TEL AVİV-RİYAD GÖRÜŞMELERİ HAMAS’IN OPERASYONUNDA ÇOK ETKİLİ OLDU’
Bu operasyonu tetikleyen bölgesel gelişmelerden en önemlisinin bu olduğunu düşünüyorum çünkü Suudi Arabistan alelade bir güç değil. Suudi Arabistan 2002’de Beyrut’ta yapılan Arap Birliği Zirvesi’nde Arap Barış Planını ortaya koyan ülkeydi.
Neydi o plan?
Şöyle o plan şunu diyordu: İsrail işgal etmekte olduğu topraklardan -Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs, Golan’dan- çekilir ve o topraklarda Filistin devletinin kuruluşunu kabul ederse, tüm Arap devletleri İsrail’i şartsız tanıyacaktı. Ancak gelinen noktada İsrail’in herhangi bir taviz vermeden Suudi Arabistan’ın böylesine tek taraflı olarak bir normalleşme ilişkisi yoluna gitmesi bardağı taşıran son damla oldu. Filistinliler zaten kendilerinin bölgesel ve uluslararası platformlardan izole olduklarını hissediyorlardı. Suudi Arabistan’ın bu girişimi bardağı taşırdı.
Yani İsrail’e dönük bu son saldırılarda da Tel Aviv ile Riyad arasındaki bu dolaylı görüşmeler de etkili oldu diyebilir miyiz?
Evet, kesinlikle çok etkisi oldu. Kendilerini hem bölgeye Arap devletlerine hem İsrail hem de uluslararası kamuoyuna hatırlatmak için Hamas’ın başını çektiği bu operasyon geldi.
‘HAMAS ÖFKENİN KENDİSİNE YÖNELECEĞİNİ BİLDİĞİ İÇİN İRAN’I KATIYOR’
Öte yandan İran ile Suudi Arabistan arasında da bir yakınlaşma süreci var. Ancak Hamas kaynakları verdikleri söyleşide “İran’dan destek aldık” dedi. İran yarım ağızla bunu yalanladı. Siz ne düşünüyorsunuz İran’ın bu saldırıda dahli var mıdır? İran bu denklemde nerede duruyor?
Hamas’ın o söylemi biraz da “Biz de yalnız değiliz” üzerine kurulu. "İran da bize destek verdi" derken işi büyütüyor, Çünkü tüm okların kendisine yöneleceğini biliyor. İsrail topu, tankı, füzesiyle... ABD de bölgeye uçak gemisi gönderdi, tüm öfkenin kendisine yöneleceğini bildiği için İran’ı da işin içine katılıyor. İran dolaylı olarak zamanında destek vermiştir. Kaçakçılık faaliyetleri vardı. Mısır’dan tüneller aracılığıyla Gazze’ye belirli silahlar götürülüyordu. Ancak bunu sınırlı olduğunu düşünüyorum. İran’ın desteğinin sınırlı olduğunu düşünürüm.
‘İSRAİL ORDUSU BATI ŞERİA’YA ODAKLANMIŞTI’
Bu noktada yeniden şu soru beliriyor; Hamas bu saldırıları nasıl organize edebildi?
Evet bu konuyu başta da konuşmuştuk. Bir defa İsrail ordusunun içinde de açıklamalar geldi. Sıradan askerlerden açıklamalar geldi. Sıradan askerler dedi ki, “Gazze sınırındaki mevcut asker, olması gereken sayının yüzde 40 kadar.” Çünkü orada olması gereken askerler Batı Şeria’ya kaydırılmıştı. Nedeni de şu, Yahudi yerleşimciler, Netanyahu’nun desteklediği bu yerleşimciler, Filistin yerleşimlerine saldırıyor, terör eylemleri yapıyor, karışıklık çıkarıyorlar. İsrail ordusu da oraya odaklanmıştı. Buna karşı eylemler yapılıyordu. Protestolar vardı, silahlı eylemler de oldu.
Dolayısıyla Gazze Şeridi etrafı güvenlik açısından biraz tenhalaşmıştı. İkincisi, Hamas, daha önce de eylemler yaptı, örneğin balonlarla yangın çıkarmaya çalıştılar, denizden sızmayı denediler. Farklılık, bunu müşterek bir operasyon halinde yapmaları, müşterek harekât kapasitesine sahip olmaları. Ama kullandıkları silahlarda nitel bir sıçrama yok. Kullanılan roketler, merdiven altı atölyelerde yapılıyor, sıradan malzemelerle yapılan aletler.
‘İSRAİL’DE MÜTHİŞ BİR KİBİR VE ÖZGÜVEN VARDI, KARŞI TARAFI KÜÇÜMSEDİ’
Hamas yaptığı eylemlerle kendisini geliştirdi sanıyorum. Saldırılar karşında gündeme gelen bir diğer konu Mossad’ın buradaki başarısızlığı tartışması. Siz ne dersiniz, sizce Mossad neden başarısız oldu?
Doğrudur, elbette Hamas, hatalarından ders aldı. Şunu da göz ardı etmeyelim, İsrail bugün şunu tartışıyor: Mısır istihbarat verdi mi, vermedi mi? Mısır kaynakları yaklaşık bir hafta önce Netanyahu’ya iletilmek üzere İsrail kaynaklarına Hamas’ın faaliyetlerindeki artışa dönük bir istihbarat verdiklerini söyledi. Önce başbakanlık bu açıklamayı reddetti, en sonunda 'Bir şeyler gelmişti'ye döndüler. İsrail şu an bu konuyu da tartışıyor. Eminim sonunda bununla ilgili bir soruşturma açılacak. Bir, Mısır’dan bu konuda bir istihbarat gelmiş.
İkincisi burada İsrail’de müthiş bir kibir ve özgüven var. Faşizan bir hükümetiniz var, apartheid rejimi uyguluyorsunuz, Batı Şeria’da Yahudi yerleşimciler her gün Filistinlilere saldırıyor. Hiçbir şey olmamış gibi Arap devletleriyle ilişkileri normalleştiriyorsunuz. Bir yandan Türkiye ile hiçbir şey olmamış gibi ilişkileri normalleştiriyorsunuz. Enerji koridoru meselesini görüşüyorsunuz. Öyle olunca karşınızdakini çok küçümsersiniz.
Üçüncüsü, istihbaratta farklı farklı kaynaklardan bilgi gelir. Burada önemli olan unsur analizdir. O analistler önemlidir. Analistler bakarlar, gerçekten bu bilgi dikkate alınmalı mı alınmamalı mı karar verirler. O analistler de insan. Onlar da İsrail hükümetindeki profile baktığınız zaman alışık olduğumuz, geçmişten alışkın olduğumuz daha profesyonel, işinin ehli tiplerden ziyade daha faşizan daha kibirle donanmış tipler. Öyle olunca İsrail istihbaratı böylesine bir yıkımla karşılaştı.
'MISIR REFAH KAPISINI AÇMAZ, BUNU BİR GÜVENLİK TEHDİDİ OLARAK GÖRÜR'
Son olarak, İsrail’in Gazze bombardımanı sürüyor, burada Filistinli sivillere 'Bölgeyi terk edin, Mısır’a gidin' dendi. Siviller de mecburen yönünü Mısır’a, Refah Kapısı’na çevirdi ancak bu kapı kapalı. Mısır sizce bu kapıyı açar mı?
Evet, doğru, ancak Mısır bu kapıyı açmaz. İlk olarak Mısır’ın ekonomik kapasitesi sınırlı. İktisadi krizde. İkincisi, o insanlar yüksek politizasyon içinden geçmişler. Aynı zamanda Gazze Şeridi, Müslüman Kardeşler’in güçlü olduğu bir yer. Hamas zaten, Müslüman Kardeşler’in silahlı örgütü. Dolayısıyla Mısır’da Müslüman Kardeşlere dönük bir reaksiyon varken, onlara dönük güçlü operasyonlar yapılmışken, kendisi için tehdit arz eden bir nüfusu istemeyecektir. Bunu ciddi bir güvenlik sorunu, varoluşsal güvenlik tehdidi olarak görecektir. Eğer böyle bir şey olursa İsrail ile Mısır ilişkileri ciddi biçimde gerilir.