Özgün Enver Bulut
Eşyalardaki nezaket
Eşyalar bir evin kimliğidir. O evde yaşayanların ruhlarını, inceliklerini, yıllara yayılan sevinç ve kederlerini yaşatırlar. Evin her türlü hallerinin ortaklarıdır bir anlamda. Her odanın içine obje olarak yerleşseler de, evin konuşmayan gizli tarihleridir. Kitaplar, kitaplıklar da öyledir. Kitap sayfalarına düşen tarih, altı çizilen satırlar, sararan yapraklar… Her dokunuş bir anı, geçmişe uzanan bir ‘ah’ sesi, bazen tatlı bir gülümseme olur yıllar içerisinde. Hele yıllar sonrasına taşınan bir eşyanın kırılması, bir kitabın yırtılmasının yarattığı üzüntü anlatılmaz. Çünkü kırılan sadece eşya, yırtılansa kitap değildir. Alındıkları günün anısının, o günün kaybolmasıdır. O güne dair belleğe yerleşen izin silinmesidir.
Bir gün Bostancı’dan eve doğru yürürken, Şenesenevler’de yol üstünde bir petshop gördüm. Zaten bizim Miyo Baba’nın da maması bitmek üzereydi. Bu An Petshop ismindeki dükkana girince kapının girişinde bir kedi karşılamıştı bizi. Sıcak ve samimi bir gençti sahibi. Evimize uzak olmasına rağmen Miyo Baba’nın ihtiyaçlarını sevgili Anıl kardeşimin Bu An Petshop’undan alıyorum o günden beri. Petshopun yanında ise bir antikacı görmüştüm. Bohem Antik ismindeki dükkana kitap satıp satmadıklarını sormak için girmiştim. Tam kapanış saatleri olmasına rağmen ellerindeki bir raf dolusu kitabı gösterme inceliğinde bulundular Refik ve Yusuf kardeşler. Her mama almaya gittiğimde Bohem Antik’e de uğrarım mutlaka. Zamanla o kitap rafı büyüdü ve bir sahaf köşesi bile oluştu dükkanda.
İşte burada eski eşyalar üstüne konuştuk Refik'le. Rengi solmuş porselenler, dikiş makinaları, fotoğraf çerçeveleri, fincanlar, lambalar, halılar, çeşit çeşit cam bardaklar ve kitaplar… Her dokunduğumda içimi bir hüzün sardı. Bir keder fırtınası yaşadım. Kim bilir hangi evin gizli tarihi yatıyordu burada! Hangi ellerin izi gizlenmişti, nasıl bir anı birikmişti eşyalarda. O eşyaları elden çıkaranlar, bir ailenin tarihini de yok etmiyorlar mıydı?
Kitapları karıştırırken bazılarının arasında fotoğraflar çıkıyordu. Belli ki elden çıkaranlar için bu ayrıntılar önemli değildi. Zaten kitaplığı olduğu gibi elden çıkarmışlardı. Küçük notlar, adresler, bir sayfaya yazılmış telefon numaraları… İnsan böyle bir halde görünce ister istemez üzülüyor ve kendi kitaplığının başına gelecekleri düşünüyor. Benim evdeki kitaplığım da kalabalık ve dağınık. Yer kalmayınca mecburen böyle idare ediyorum. Görüntü kirliliğine yol açtığını kabul ediyorum. Ancak her dokunduğumda, düzenlemek istediğimde elim geri geliyor. Hele öğrencilik dönemlerimde aldıklarım. O günlerin kaydıdır benim için. O günlerde ne yaşamışsam, hangi duyguyla okumuşsam olduğu gibi o sayfalardadır ve o genç halim konuşur benimle.
Bazı eşyaların gereksiz olduğunu, öylesine alındığını kabul ediyorum. Alınıp da hiç açılmayan kahve takımları gördüm. Ancak bazıları da var ki adeta o evde yaşayanların kim olduklarına dair ipuçları veriyor. Evi kuranların duygularının, düşüncelerinin, arzularının renklerini görmek mümkün hepsinde.
İnsanlar ölünce eşyaları da ölüyor onlarla. Bir tarih kaybolurken, geride kalanlar kendi tarihlerini yazmaya başlıyorlar. Eşyalar ise antikacılarda başka bir yaşama doğru yola çıkmak üzere bekliyorlar. Alan kişi belki anılara saygıdan alıyordur. Belki bir tarihi evinde görmek istiyordur. Belki de kendine yeni bir tarih kuruyordur. Sonuçta eşya da, kitap da ilk alındığı duygunun dışına çıkıyor.
Aldığım bu eski kitapların ilk sayfalarındaki alınış tarihi ve isim ya da okunuş tarihi ve isim kısmı beni hep etkilemiştir. Onların kim olduklarını düşünmüş ve kederlenmişimdir. Bir anlamda da onlara dair bir anının ölmediğini, kendime sorduğum onca sorulardan anlamışımdır. İşte o sorular ilk sahiplerine dair ipuçlarıdır bende. Anımsamadır. Duygudaş olmaktır.
Kendi adıma hep şu duyguyu yaşamışıdır. Eşyaların görünmeyen bir sohbeti, görünen bir ağırlığı vardır evin içinde. Annemin bardağıyla, tabağıyla konuştuğuna tanıklığım çoktur. Eşimin toz alırken konuştuğu çok objesi vardır. Kitaplarımın kapaklarına dokunduğumda onların ruhuma inen sesleriyle konuşurum sürekli. Kesin olan şu ki, insanın ruhu ve kimliğidir eşyası. Belki de bir tür kütüğüdür. Sahibi gidince, eşyanın elden çıkarılması başka tür bir kütükten düşürmedir.
Cem Sultan’ın çok sevdiğim bir beyiti vardır.
Ol dem kanı ki mesken idi işigün Cem’e
Hayfa ki geçdi bilmedük ol hoş zemân idi
Zamanın akışı biraz da böyle. O hoş zamanlar, o anısı olan zamanlar, çok çabuk geçip giderken ve kıymeti bilinmezken, eşyanın da, objenin de, kitabın da bir bilinmezliğe doğru yolculuğa çıktığı doğrudur. Bir petshop yolculuğumun yan dükkandaki eşyaların ruhuna değmesi ile bu yazı oluştu. Acı bir ilacın ağızda bıraktığı tadı ve mideyi yakması haliyle, üzülerek yazdım. Eşyalara gizlenmiş yaşanmışlıklar üstüne çok şey konuştuk Refik'le ve yazıp yazmamak için çok düşündüm. Bu kadar oldu fakat. Derin nehirlerde tortu çok oluyormuş meğer.