Ergun Babahan
Ethem Sancak'ın 'Seçime NATO darbesi' demesi Erdoğan'ın yeni darbesinin işaret fişeği mi?
Ethem Sancak 2017 kongresinde AKP Merkez Karar Yönetim Kurulu’na seçilmiş, "Erdoğan’a Şems gibi aşık olduğunu" söyleyecek kadar yakın bir isim. Beş müteahhit ölçüsünde olmasa da Erdoğan’ın "Oligarkları" arasında sayılabilecek bir isim. Genelde ciddiye alınmayacak hafiflikte açıklama ve değerlendirmeleri olsa da, Rusya’ya son ziyaretinde yaptığı açıklamalar ürkütücü bir ton taşıyor.
Sancak’ın Rusya’ya "yetkili" bir isim gibi gidip NATO ve Batı karşıtı açıklamalar yapmasının göbeğinden bağlı olduğu Erdoğan’dan habersiz ve izinsiz olduğunu düşünemeyiz. "Biat" kültürü böyle bir şeye izin vermez.
Ethem Sancak’ın Moskova’daki değerlendirmelerini "Türk Telekom’un ve Çinli teknoloji devi Huawei, Türkiye'de geniş bant hücresel ağlar (5G) için beşinci nesil teknoloji standardını geliştirmek için işbirliği yapmak üzere bir mutabakat zaptı (Mou) imzaladığı" haberiyle birlikte okuyunca fotoğraf daha da netleşebilir çünkü Çin’in bu şirketi doğrudan ABD yaptırımları altında.
Önce Ethem Sancak’a kulak verelim:
"Rusya-Ukrayna arasındaki çatışma söz konusu ülkelerden kaynaklanmıyor. Bu iki ülke ortak kültüre sahip. Onların menşei ortak, ortak sosyal parametreleri mevcut. Dinleri, kültürleri, medeniyetleri aynı. Günümüzdeki bu çatışmanın temel sebebi NATO’dur.
Uygarlık merkezi vasfını yitirmekten korkan Amerika bu gelişmeyi durdurmak için yeniden NATO’yu organize etti ve bu gelişmeleri durdurmak için bir saldırı haline getirdi. Yaptıkları anlaşmaları her zaman yaptıkları gibi iki yüzlü bir şekilde bir kenara attılar ve yeni NATO’nun konseptinde baş düşman Rusya ve Çin.
Zaten Batı’nın yayın organlarına baktığımız zaman Times, Der Spiegel, New York Times gibi kendilerine tehlike gördükleri üç tehlikeyi, üç ismi kapaklarına taşıyorlar. Üç ismi (Şi Cinping, Putin ve Erdoğan) diktatör ilan ediyorlar. Bu üç ismin özelliği şu: Bunlar NATO’nun ve Atlantik’in hegemonyasını durdurabilecek."
Sancak, Erdoğan’ı Putin ve Çin Lideri Xi Jinping ile aynı cümlede kullanarak Cumhurbaşkanı’na küresel bir güç atıf etmekle kalmıyor, Ukrayna Savaşı sonrası yeniden şekillenecek dünyada Ankara’nın muhtemel yönüne de işaret ediyor. Sancak bu sözleri, Doğu Perinçek’in deyimiyle "Erdoğan’ın vefasızlığına kırılmış olan" Moskova’nın gazını almak için sarf etmiş olabilir.
Ancak giderek tırmanacak Batı-Doğu gerginliğinde Batı’nın "sahte demokrasisi" yerine Doğu’nun "sahici diktatörlüğü"nü seçme noktasında olduklarını da ifade etmiş olabilir.
Tüm kamuoyu anketleri bozulan ekonomik koşullar, kötü yönetim sonucu artan yoksulluk nedeniyle AKP ve MHP’nin birlikte eridiğini gösteriyor. Hukuk devleti ilkesine dönme iddiasındaki altı muhalefet partisi, dünya görüşlerindeki farklılığa rağmen demokrasinin temel ilkelerinde uzlaşabiliyor ve şu anda yüzde 13 bandında görünen HDP, sol partilerle ittifakı sonucu yüzde 15’lere ulaşma potansiyeli taşıyor.
Merkez Bankası rezervlerini boşaltmış, devlet yönetiminde ehil ve liyakat sahibi bir tek kişi bırakmamış, "olsa da dinlemeyen) bir Erdoğan’ın ekonomi konusundaki bilgisi ve kendisini sadece "evet efendimci" bir kadroya esir etmiş olması bu tablonun seçime kadar daha da kötüleşeceğinin garantisi.
Ekonomik durumla birlikte AKP-MHP’nin sandıktaki durumu da kötüleşecek ve seçim kazanmaktan umudu kalmayacak. NATO ve Batı İttifakı’nın komünizm yerine diktatoryal rejimleri koymasının da bir sonucu olarak bütün yatırımını neredeyse Putin’e yapmış bir Erdoğan’ın ABD ve Avrupa Birliği’nden bir beklentisi kalmayacak.
NATO’nun karşısında Varşova Paktı değil ama Francis Fukuyama’nın tesbitiyle "illiberal bir ağ" var: "Bu illibera" ağın merkezinde, kendi halkına ne kadar kötü davranırsa davransın, ABD'ye veya AB'ye karşı çıkan hemen hemen her rejime silah, danışman, askeri ve istihbarat desteği sağlayan Putin Rusyası var. Bu ağ, liberal demokrasilerin kalbine kadar uzanıyor. Sağcı popülistler, Putin'i Ukrayna'yı işgal ettikten sonra dahi ve çok bilgili olarak nitelendiren eski ABD başkanı Trump'tan başlayarak Putin'e hayranlıklarını dile getiriyorlar."
Sancak’ın sözleri Erdoğan’ın Batı treninden inip Rusya-Çin eksenine geçmeye hazırlandığını gösteriyor. Yemen iç savaşı ve İran’la nükleer müzakereler nedeniyle Washington’dan rahatsız olan Suudi Arabistan’ın da izledikleri geleneksel Batıcı çizgiyi bırakıp Rusya-Çin eksenine kayması endişesi artıyor.
Biden’ın beklediği iade-i itibarı yapmamasından mutsuz olan Suudi Prensi Muhammed bin Salman, başına bu dertleri açtığına inandığı Erdoğan’ı af eder mi belirsiz. Şubat ayı sonunda Riyad’a yapacağını açıkladığı gezi, Gazze seferine dönmüş durumda… Ancak artık bir düşmanları daha var: Batı tipi demokrasi…
Geldiğimiz nokta, Erdoğan’ın elindeki medya gücünü kullanarak "NATO’nun sandıkta bir darbe yapacağı" iddiasıyla seçimi askıya alma, sosyal medyayı susturma, kenarda köşede kalmış son muhalifleri de hapsederek tam bir diktatörlük rejimin başlatma ihtimalinin hiç de küçümsenmeyecek bir tehlike olduğu gerçeğidir.