Aysuda Kölemen
Evet efendimcilik ve itirazcılık
İnsanların karar alırken düştükleri belirli hatalar var. Herkes bu hatalara düşmeye müsait, zihnimizin işleyiş yapısı nedeniyle. Tuhaf gelecek ama daha zeki insanlar bu hataları daha az yapmıyor ama hata yapma ihtimalini azaltan etkenler de var. Bunlardan birincisi, hata yapma ihtimalini akıldan hiç çıkarmamak ve devamlı olarak nerede hata yapacağımızı düşünerek, her olası hataya karşı önlem alarak hareket etmek. Gündelik hayatta yorucu bir şey bu, gerek de yok çoğu zaman. Ancak meselenin önemi arttıkça, hesap kitap yapmanın önemi de artıyor. Hele ki mesele devlet meselesiyse.
Kararlılık ve cesaret gözü karalıktan, sonunu düşünmeden hareket etmekten bambaşka şeyler. John F. Kennedy ilk başkan olduğunda bunu henüz idrak edememişti. Küba krizini selefinden devralmıştı ve ne yapması gerektiğini bulmak için zeka ve bilgisine çok güvendiği bir ekip topladı. Beyaz Saray’da gelmiş geçmiş en zeki ekibi kendinin topladığını söylemişti bir keresinde. Kibir. Hata yolunun taşları kibirden örülür. Bu ekibin üyeleri birbirlerine ve karizmatik başkanlarına, başkan da onlara çok güveniyordu. Kolektif bir kibir, bireysel kibirden daha da tehlikeli halbuki. Bu kadar zeki, vatansever, eğitimli insan nasıl olur da yanlış bir plan yapabilirdi? Birbirlerinin fikirlerini desteklediler, ortaya çıkardıkları planda hata aramak yerine, uzlaşı aradılar. İtiraz etmek yerine, hemfikir oldular. Sonuçta Domuzlar Körfezi çıkarmasını planladılar. O da 20. yüzyıl Amerikan dış politika tarihine ülkenin en büyük fiyaskolarından birisi olarak geçti. Bu kadar zeki adam, nasıl oldu da böyle bir hataya düşebildik diye şaşırdılar. Başarısızlık ihtimalini akıllarına bile getirmemişlerdi. Sorun tam da buydu zaten. Daha sonra psikologlar bu hata türüne ‘grup düşüncesi’ adını taktılar. Bir grubun üyelerinin birbirleriyle uzlaşma ve uyum isteği nedeniyle itiraz etmekten kaçınıp, irrasyonel, kötü kararlar alması demek bu. İtiraz iyi kararın havasıdır, suyudur.
Bir devlet insanı olarak hatalardan kaçınmak istiyorsanız, ilk olarak size olası hataların nerede olabileceğini söyleyecek insanlarla çevirmelisiniz etrafınızı. Sonra da onlara, hazırlanan planı, kararı teslim edip, burada ters gidebilecek her şeyi bul, hangi şekillerde yanlışlık yapılabileceğini ayrıntılı olarak düşün ve bu planın neden hayata geçirilmemesi gerektiğini savun demelisiniz. Bir kişiye değil, birçok kişiye. Tercihen bu kişilerin tecrübeleri, uzmanlık alanları, kafa yapıları da birbirinden farklı olmalı. Bir diplomat planın uluslararası risklerini değerlendirebilir, bir çevre bilimci çevreye olan etkisini, bir general askeri operasyonun risklerini tahlil eder, ekonomistler bunun ekonomik etkilerini anlatır ve siyasi danışmanlar iç politikaya olan kısa ve uzun dönemli etkisini. Kötümser insanlar bulmalısınız bu iş için. Yani odada sizin her planınıza itiraz etmekle görevlendirdiğiniz ve işi öncelikle hata bulmak olan çok yetkin kişiler olmalı. Hepsi itirazlarını dile getirmeli, kötü ihtimalleri dillendirmeli. Sonrasında da bu ihtimaller gerçekleşirse neler yapılabileceği tartışılmalı. Bu istişare sürecinden en çok başarılı olma ihtimali olan plan çıkmalı ama o planın bir de B, C, hatta D planı olmalı. Başarısızlık halinde ortaya çıkacak riskler tahlil edilmeli, o risklerin bedelleri hesaplanmalı.
Muhalefet sadece karşıdakiler içlerini döküp rahatlasınlar, renk olsun, cümbüş olsun diye olmaz. Muhalefetin temel görevi, geliştirilen her planın başarısız olacak yerlerini tespit edip, itiraz eden olmaktır. İyi bir muhalefet, iyi bir iktidarın başarısızlığa mahkûm işlere girmesini ve ülkenin zarar görmesini engelleyici bir güçtür. Gerekirse bir frendir. İktidar doğası itibariyle herkeste kibir yaratır. Bunun istisnası olacak kadar aşkın bir insan -eğer varsa- zaten siyasetle uğraşmıyor, bir dağ başında oturuyordur muhtemelen. Muhalefet o kibrin merhemi olmakla yükümlüdür. Muhalefet sadece mecliste olmamalıdır o nedenle. Farklı kesimlerden, farklı itirazlar gelmelidir öne sürülen her politikaya. Bunun için de politikaların şeffaf olması, eleştirmenin serbest olması, ses duyurabilme yollarının herkese açık ve ulaşılabilir olması gerekir. İtirazlar dinlenmeli, ciddiye alınması gerekenler de hesaba katılmalıdır. İktidarın görevi kararı almaktır ama o karar alma sürecine toplumsal ve siyasi muhalefeti davet etmek de işinin bir parçasıdır.
Akıllıca olan, demokratik olmayan bir sistemde dahi, karar alıcıların kendilerini daima ‘hayır’ demekle görevlendirilmiş uzmanlarla, danışmanlarla çevrelemesidir. En önemli, en gizli kararların alınacağı odalarda, birinci işi itiraz etmek olan birisi olmalıdır. Bunu itiraz ettikleri makamın, eleştirdikleri planların iyiliği için, başarıya ulaşması için yapacak kişiler. İtiraz havaysa, evet efendimcilik zehirdir.
Bir arkadaşım bir araştırma projesinde Japonya’dan genç bir araştırmacıyla çalışıyormuş. Kadın ülkesine, ekibinde çalıştığı profesörün yanına dönmek istemiyormuş. "Projede temel bir hata var, bütün ekip uzun süredir projenin başarısız olacağının farkında, onu yürüten profesör hariç. Fakat profesöre hata yaptığını söyleyemiyoruz, o nedenle her şey normalmiş gibi çalışmaya devam ediyoruz. Başarısız olacağını bildiğimiz bir projeye yıllarımızı vereceğiz, herkesin morali çok bozuk ama bir çözüm yok, bir şey söylememiz büyük saygısızlık kabul edilir" demiş. Bir çözüm var tabii ama profesörün elinde o çözüm. Düzenli olarak grupta çalışan ve kendinden ‘aşağı’ konumda olan araştırmacıları toplayıp, projede yanlış giden ve gitme ihtimali olan şeyleri raporlattırması ve hataları ortaya çıkaranları ödüllendirmesi gerekirdi. Hatayı ortaya dökmenin cezalandırılmak yerine açık olarak ödüllendirilmesi, o profesörün de çıkarına olurdu. Bunu anlayabilecek şekilde düşünse, o ve içinde bulunduğu kültür itirazları saygısızlık olarak algılamasa projesi başarısız olmazdı. Ama işte kültür, kibir, hiyerarşi, opaklık ve sonra boşa harcanan milyonlar, boşa giden emek… Bir itirazdan bu kadar korkulduğu için.
Bir araştırma projesine araştırmacıların yıllarını, kurumların paralarını harcayıp, başarısız olmasını seyretmeleri çok üzücü. Bunun engellenebilir olması ise en üzücü kısmı. Ama bir devletin başarısızlıklarının bedeli bunlarla karşılaştırılamayacak kadar ağır. O nedenle, karar alınan en tepedeki odadan, basına, devletin çeşitli kurumlarına, uzmanlara ve toplumun tamamına yayılmış itiraz mekanizmaları kurmak ve işletmek de o derece daha önemli.
Grup düşüncesiyle hareket edersek, uçurumun kenarına varsak dahi, birbirimizi onaylamak için baş sallamaktan vakit bulup da uçurumu göremeyiz. Kibrimize, onaylanma isteğimize, haklı olma ihtiyacımıza yeniliriz. Hayati, pahalı, çok kişiyi etkileyecek kararlar alırken, itirazlara kulak kabartmak, onları ciddiye alıp, hesaba katmak, itiraz edenden çok edilenin lehinedir. Ama başarısız olmak umurumuzda değilse, ya da başarısızlıktan kar edecekler varsa, o zaman en iyisi itiraz eden herkesi susturmak, susmuyorlarsa dinlememek. Belki o zaman kendi kafamızın içindeki tereddüt ve itirazlar da susar. Kim bilir?