Koray Düzgören

Koray Düzgören

Faşizmin korku ve sefaleti!

Türkiye’de hızla yerleşmekte olan rejime artık ‘AKP Rejimi’ ya da ‘İslami faşist rejim’ demenin anlamsızlığı her olayda ortaya çıkıyor. Yerleşmekte olan rejimin adı ‘Erdoğan Rejimi’dir.

Almanya’nın Nürnberg şehrinde, yakın tarihin en kanlı ve en rezil dönemine doğru yolculuğum devam ediyor.

Önceki yazımda İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda NAZİ savaş suçlularının yargılandığı Nürnberg Adliye Sarayı’ndaki gezintimi anlatmış ve duruşmalardan söz etmiştim.

Adliye Sarayı’ndan çıkarken Nazi Rejimi’nin önce Almanya’da, daha sonra da bütün Avrupa’da yarattığı korkuyu ve sonrasında da ortaya çıkan yıkım ve sefaleti düşündüm.

İşte gezdiğim şehir, bu felaketin yaratıcısı NAZİ Rejimi’nin stratejik üssü olan bir şehirdi. Yüzbinlerce kişinin katıldığı Nazi Partisi’nin kongreleri ve mitingleri Nürnberg’in güney doğusundaki görkemli bir alanda yapılırdı.

Nazi propaganda makinesinin düzenlediği en etkileyici etkinliklerin başında bu toplantılar geliyordu.   

Nazi bayrakları, flamaları eşliğinde ve büyük bir disiplinle sırf bu amaçla yapılmış meydanda yüzbinlerin bir araya getirilmesi son derece etkileyici bir görüntü vermekteydi.

Bazı kaynaklar, Nürnberg mahkemelerinin bu şehirde yapılmasının sebebinin kentin bir Nazi şehrine dönüştürülmesine karşı rövanşist tepki olduğunu söylerler.

Resmi açıklamalara göre ise, yargılamaların Nürnberg’de olmasının tek bir sebebi vardır, o da Almanya’da bu boyutta bir yargılamanın yapılabileceği ayakta kalan tek Adalet Sarayı Nürnberg’dedir.

Nazi savaş suçlularının yargılandığı duruşma salonunu gezdikten sonra da Nürnberg’de dolaşırken de aklıma başka bir şey takıldı.

‘Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti’ni düşündüm.

Her baskı rejimi için söylenebilecek klasik bir slogan değil bu.
 

12 MART CUNTASI BRECT'İN OYUNUNU YASAKLIYOR


Ünlü Alman yazar Bertolt Brecht’in 1935 ile 1943 yılları arasında, Nazi rejiminin hakim olduğu yıllarda, sürgünde iken yazdığı bir oyunun adı.  

Zehra Kurttekin’in çevirisini yaptığı oyun, Türkiye'de ilk olarak 1971 - 1972 döneminde (AST) Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oynandı. Oyunun yönetmeni Yılmaz Onay’dı. 12 Mart faşist darbesi sürecinde 4 kez AST’ta sahnelenen bu oyun, beşinci kez Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerine oynanırken, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 4 Nisan1972 tarihli bildirimi ile yasaklandı.

O sırada ben de oradaydım. Çalıştığım TRT Ankara Televizyonu’ndan faşist generallerin emri ile atılalı henüz iki ay olmuştu.

12 Mart faşist rejiminin kurbanlarından birisi olmam, belki bu oyunun adının beynime kazınışının nedeniydi.

Türkiye’de 12 Mart faşist generallerinin yasakladığı bu oyun, Margarete Steffin ve Brecht’in 1934 yılından itibaren Nazi Almanyası'na ait basından ve görgü tanıklarından topladıkları bilgilere ve yaşanan günlük olaylara dayanıyor. Bu bilgi, belge ve tanıklıklara dayanılarak Mayıs 1938 ‘e kadar 25 sahne yazıldı.  Sekiz sahnenin ilk gösterimi ise 21 Mayıs1938'de, Paris'te yapıldı.

Kısa bir şiirle başlayan sahnelerde, Almanya'nın günlük yaşamındaki nasyonal sosyalizm dile getirilir. Birbirleriyle bağlantısı olmayan sahnelerde, nasyonal sosyalist ideolojinin, insanların yaşam alanına nasıl girdiği anlatılır.

Sözgelimi Adalet İşleyişi ( Rechtsfindung) sahnesinde, üç SA subayına karşı açılan bir ceza davasında hakim ne yapacağını bilememektedir. Durum apaçık ortada olmasına rağmen, dava komik bir oyuna dönüşür. Sonuçta hakim, karar vermeye kolunun altında dava dosyası yerine adres defteri ile gider.

Muhbir  (Der Spitzel) sahnesinde, düzene karşı biraz eleştiri yaptıkları için, oğullarının kendilerini ihbar etmesinden korkan anne ve babanın endişeleri yansıtılır..

Konular, olaylar faşist rejimle yönetilen herhangi bir ülkedeki sıradan, bazısı trajikomik olaylardan oluşur.

Gerçekten de faşist rejimin yarattığı korku ve bu korkuyla ortaya çıkan sefil manzaralar anlatılır.


YERLEŞMEKTE OLAN REJİMİN ADI 'ERDOĞAN REJİMİ' 


Nazilerin yüzbinlerce kişiyi toplayarak düzenledikleri görkemli mitingleri düşünürken aklıma gelmişti Brecht’in ölümsüz oyunu.

Oradan, ister istemez zihnim uzak bir yolculuğa daha çıktı. Bu sefer yolculuk zaman içinde değil mekan içinde oldu. Ülkeme, Türkiye’ye doğru uzandım yine.

Türkiye’de büyük bir hızla yerleşmekte olan rejimi düşündüm.

Buna artık ‘AKP Rejimi’ ya da ‘İslamofaşist rejim’ falan demenin anlamsızlığı her olayda iyice ortaya çıkıyor.

Yerleşmekte olan rejimin adı ‘Erdoğan Rejimi’dir. Batılı yazarlar, yayıncılar ve politikacılar da artık bu ismi kullanmaya başladılar.

Ülkemde, tek bir adamın ülkede cereyan eden her olaya ve her işe müdahil olması ve onun ağzından çıkan her lafın anında emir, kanun, izin ve yasak haline gelmesi süreci yaşanıyor.

Bir gün ‘Adalet’ yürüyüşüne, "lütfedip izin verdim" diyor.

Görevden alınan Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü ‘Adalet’ yürüyüşünde görünce kızarak, Adalet Bakanı’nı fırçalıyor. "Bu adamı nasıl hasta diye serbest bırakırsınız" diye çıkışıyor.

Ertesi gün açlık grevi yapan eğitim emekçilerini, "Örgüt üyesi" olmakla suçluyor.

Başka bir gün Büyükada’da insan hakları savunucularını, "Casus" diyerek yakalatıyor. Mahkemelere de talimat veriyor.

Almanya’ya karşı gereğinde kullanılmak üzere gazeteci Deniz Yücel’i ve diğerlerini rehin aldırıyor. Sonra da Almanların "Serbest bırakılsınlar" çağrılarına, "Ben bu makamda olduğum sürece asla bırakmam" diye cevap veriyor.

Kendilerine yönelik "FETÖ’cü" suçlamaları nedeniyle Almanya’ya sığınan iki generali, gazeteci Deniz Yücel’le takas etmeyi öneriyor.

Daha önceleri kara para aklamak ve rüşvet suçlaması nedeniyle ABD’de tutuklanan Rıza Zarraf’ın serbest bırakılmasını ABD Başkanı’ndan resmen talep ediyor.

Yine ABD Başkanı’na Fetullah Gülen’e karşı Amerikalı bir papazı iade etme teklifinde bulunuyor.

Bir gün Suriye’de bir örgütü destekliyor. Sonra vazgeçiyor, Rusya’yı destekleyip o örgütü Ruslara teslim ediyor.

"Rakka kuşatmasında YPG değil biz olacağız" diyor. Ama ABD Kürt savaşçılarla savaşı yürütüyor. Rakka düştü düşecek!

"Kürtlere asla silah vermeyin, sonra çok kötü olur" demesine rağmen ABD bu sefer YPG’ye ağır silahlar da vermeye başlıyor.

"Ben Efrin’i ve Rojava’yı işgal edeceğim" tehdidinde bulunuyor. Hem ABD hem de biat ettiği Rusya’dan, "Hayır" yanıtı alıyor.

"Musul eskiden bizimdi. Biz Musul savaşında hem sahada hem de masada olacağız" hamaseti yapıyor. Sahada ya da masada yer bulamıyor. Hatta Türkiye’ye, "Musul savaşı bitti, artık Başika’yı da terk edin" mesajı geliyor. 

‘FETÖ’cülere cezaevinde ABD’nin Guantanamo esir kampında Müslüman tutsaklara uyguladığı insanlık dışı işlemlerin yapılmasını emrediyor.

Örnekler çok ve giderek artıyor.

Bu saydıklarım tek başına ne faşizmle ne de İslami faşizmle tanımlanabilir. Bunun adı olsa olsa Erdoğan’ın kendisini ne pahasına olursa olsun iktidarda tutma rejimidir.

Gerçeğe dönüyorum. Hala bir zamanlar Nazilerin esip gürlediği Nürnberg şehrindeyim. İçime yeniden bir hüzün çöküyor.

Brecht’in ünlü oyununun adını mırıldanıyorum...

"Hitler rejiminin korku ve sefaleti"

"Brecht acaba Erdoğan rejimini görse ne derdi?" diye düşünüyorum

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi