Koray Düzgören
FETÖ çözüm sürecine karşıydı, e bunlar da karşı
Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’e uyduruk gerekçelerle verilen mahkûmiyetlerin onaylanmasından sonra, can sıkıntısıyla internette gezinirken, Ruşen Çakır’ın Medyascope sitesinde şöyle bir başlığa rastladım:
"Fetullahçılar, Çözüm Süreci’ni sabote etmek için ellerinden geleni yapmışlardı, istedikleri oldu".
Bu arada başka bir başlık daha dikkatimi çekti:
"Bahçeli, çözüm sürecini sabote etmek için elinden geleni yaptı".
Bir önceki yazımda bu konuya değinmiştim.
Bahçeli’nin karar öncesi Oslo’da düzenlenen barış süreçleriyle ilgili bir toplantı bahanesiyle yaptığı saldırgan konuşmaya da atıf yapmıştım.
Bahçeli, barış sürecinin bir daha canlanmamak üzere gömüldüğünü söylüyor ve artık kimsenin çözümden ve barıştan söz etmemesi gerektiğini tehditkâr bir üslupla hatırlatıyordu.
Ruşen de aynı konuya ilişkin yaptığı yorumda Bahçeli’nin barış sürecinin sabote edilmesinde önemli bir rolü olduğunu anlatıyordu.
Bu durumda haklı olarak, "Her iki başlık da bir gerçeği ifade ediyor ve biz zaten bu gerçekleri biliyoruz. Yeni olan nedir?" diye sormanız çok doğal.
Bu soruya yanıt vermeden önce, sır olmayan ama sorgulanmayan bir gerçeği daha belirtmekte yarar var.
Demirtaş’ın da Önder’in de mahkûmiyetine neden olan soruşturmalar Fetullahçı savcılar tarafından süreci berhava etmek amacıyla (Sadece bu iki dava değil, başta KCK olmak üzere daha birçok dava var) başlatılmıştı.
Soruşturma açılmasına neden olan ihbarın sahibi FETÖ iddiasıyla tutuklandı.
Soruşturmayı ilk açan savcı, darbeden bir ay sonra meslekten ihraç edildi. Soruşturmayı sürdüren ikinci savcı da Ağustos 2016’da FETÖ iddiasıyla meslekten ihraç edildi.
Soruşturmanın esasını oluşturan ilk polis tutanağını hazırlayan polis memuru da Kasım 2016’da ‘FETÖ’cü diye görevinden ihraç edildi.
Yani beş yıl önce Fetullahçı polis ve savcıların başlattığı soruşturmaları devam ettiren iktidar, Demirtaş ve Önder’in mahkûm edilmelerini sağladı.
FETÖ’CÜLARLA MİLLİYETÇİLER AYNI AMAÇ İÇİN BİRLİKTE
Çözüm sürecinin baltalanması, barış masasının iktidar tarafından tekmelenerek çözüm yerine imha yöntemine dönülmesi de yetmedi.
Barış, çözüm ve demokrasi gibi kavramların bir daha gündeme gelmesinin önüne geçmek amacıyla, ibreti alem için süratle ve bol keseden ağır cezalar dağıtılıyor.
Bütün bunlar olup biterken ve aslında neyin ne olduğu bilinirken bazı gerçekleri gözden kaçırabiliyoruz.
Gözden kaçırdığımız meselelerin biri, yukarıda anlatmaya çalıştığım gerçek.
İki başlık alt alta gelince çıkan sonuca şaşmamak imkânsız:
Devlete sıkı sıkıya bağlı, hatta devletin denetiminde çalışan Fetullahçılarla yine devlete bağlı ve hatta devletin uzantısı gibi hareket eden milliyetçiler, ülkücüler ya da MHP’liler çözüm sürecini berhava edebilmek amacıyla aynı amaca hizmet etmişler.
Aynı safta durmuşlar ve bu hedef için uğraşmışlar.
Bir arada ya da içiçe olup olmamaları hiç önemli değil.
İki kesim de aynı amaç için devletle birlikte çalışmış.
İki kesim de Kürt meselesinin barışçı ve demokratik yöntemlerle, uzlaşı yoluyla çözümün engellenmesi için elinden geleni yapmış.
Bu amaçla polis ve yargı bürokrasisinde, yine devletin ve tabii iktidardaki AKP’nin desteği ile örgütlenen Fetullahçılar kullanılmış.
O sırada AKP iktidarının kısa dönemli çıkarı çatışmasızlık ve kısmi istikrar olduğu için desteklenen barış sürecine karşı her türlü melanet planlanmış.
Bu planlama, hiç kuşkusuz bir devlet operasyonu.
Başta KCK tutuklamaları olmak üzere yapılan her engellemenin tetikçileri Fetullahçılar ama arkalarında AKP iktidarı ve devlet güçleri var.
MHP de siyasi ve toplumsal alanda görev yapmış, barış ve çözüm fikrinin toplumda daha fazla taraftar bulmaması için her yolu denemiş, çözüm sürecinin en büyük engelleyici güçlerinden biri olmuştu.
Devlet, 100 yıldır uyguladığı ve Kürtleri, ülkenin bekası için bir sorun olarak gördüğü politikasından birkaç yıllık çözüm süreci uğruna vazgeçmiş değildi. Çözüm süreci devam ederken Kürt bölgelerinde, Kürt şehirlerinin çevrelerinde ve gereken her stratejik kavşakta devasa kalekollar, karakollar, askerî tesisler yapımını hep sürdürdü.
Bu faaliyetlere karşı PKK’nin de bölgede silah ve patlayıcı yığınağı yaptığı iddialarının doğru olduğunu varsayalım.
Dolayısıyla, ‘çözüm süreci’ diye adlandırılan bu dönem, bir barış sürecinin başlatacak bir güven ortamı sağlayamamıştı. Sonunda da barış ve çözüm isteyenlerin yoğun çabalarına, barış ve demokrasi için umut besleyen milyonların desteklerine rağmen şiddet ortamına geçmek çok kolay oldu.
SÜREÇ BERHAVA OLDU, AKP AİT OLDUĞU TARAFA GEÇTİ
AKP de hemen ait olduğu tarafa, devlet cephesine geçmekte hiç tereddüt etmedi. Her ne kadar halkı devlete karşı korumak ve kollamak gibi çok önemli bir hedefle halkın oyunu almıştı ama özellikle güçlendikten sonra devlete biat etmenin iktidarını sürdürmek için daha elverişli olduğunu anladı.
O noktaya kadar birlikte geldiği kesimlerle ilişkisini kopartıp devletle koalisyon yapmakta bir sakınca görmedi.
Devletin de istikrarlı ve halkın desteğine sahip bir siyasi alete ihtiyacı vardı.
Özellikle Kürtlerin Suriye’deki kazanımları üzerine ülkenin beka sorunu fena halde gündeme gelince(!) devletin yönlendirmesi ile MHP’nin de AKP ve Erdoğan'la meselelerini bir tarafa bırakıp bu milli koalisyona katıldığına tanık olduk.
Öncesinde bu görev, AKP sayesinde iktidarda olan Fetullahçılar ile yine devletin değişmez aracı MHP’nin koalisyonuna tanıklık ettik.
Fetullahçılar görevlerini yapıp, devlet tarafından da bir güzel kullanıldıktan sonra, 15 Temmuz darbesiyle ordu ve devlet bürokrasisinden tasfiye edildiler.
Buna rağmen 12 Eylül darbesinden sonra yargılanan ülkücüler adına söylenen o ünlü lafı tekrarlamak gerekirse, Fetullahçıların bir kısmı şimdi zindanda bir kısmı ülke dışında olsalar da fikirleri iktidarda.
Onların Kürtler, ilericiler, demokratlar vb. hakkında hazırladıkları davalar hiç değiştirilmeden görülmeye ve mahkûmiyetler verilmeye devam ediliyor. Onların hazırladığı, planladığı şeylerin çoğu da halen uygulamada.
Aslına bakılırsa AKP; Fetullahçı düşmanı görünen MHP, fiziksel olarak tasfiye edilmiş FETÖ örgütü ruhuyla devletin de içinde olduğu bir garip koalisyonu sürdürüyor.
Halimiz ortada…
Öte yandan beni yukarıdaki iki başlığı birlikte okurken düşündüren ikinci mesele de şu:
Barış sürecini baltalamak Bahçeli’nin zaten göreviydi. Ne yapmak gerekiyorsa onu yaptı. Şimdi de Kürtleri ezmek üzere AKP ve Erdoğan’ı sürekli olarak topyekûn bir savaşa kışkırtıp duruyor.
Bahçeli’nin durumu bu.
Başta Gülen olmak üzere Fetullahçılara gelince;
Hapse girenlerin ifadelerine, yurt dışına çıkan çoğu yazar çizerlerinin internet ortamındaki yazılarına, yorumlarına bakıyorum da bir tanesinde bile yaptıkları tetikçiliğe ilişkin öz eleştiri ya da pişmanlık ifadesine rastlamadım.
Söz gelimi çeşitli sınavlarda yapılan hileler, yolsuzluklar, düzmece iddianameler, gizli kasetler, dinlemeler ve karanlık işlerle ilgili herhangi bir açıklama duymadık.
Ülkücüler bile 12 Eylül’den sonra devletin kendilerini tetikçi olarak kullandığını itiraf etmişlerdi.
Bunlar devletle giriştikleri o kanlı, karanlık ve ülkeyi altüst eden işbirliğinden söz bile etmiyorlar.
Birinin kalkıp da çözüm sürecinin berhava olmasından ve bu nedenle binlerce kişinin yaşamını yitirmesine sebep olmaktan dolayı üzüntü beyan ettiğine rastlamadım.
Hele devletin (AKP de kullandı ama asıl devletin) kendilerini kullanmış ve bir kenara atmış olmasından bir rahatsızlık duyanına hiç rastlamadım.
Bunları söylemem, Fetullahçılara yönelik haksız operasyonlar, hukuk dışı tasfiyeler, insan hakları ihlalleri, adil yargılanma hakkının yok edildiği uyduruk yargılamalar ve diğer insanlık dramlarını yok saymak anlamına gelmez.
Benim bu konuda demek istediğim şu:
Fetullahçılar da, AKP’liler de, MHP’liler de elbirliği ile devletin derin savaş ve şiddet politikalarına teslim olup çözüm sürecini baltaladılar.
Şimdi barış, özgürlük, hak, hukuk, adalet diyenler ağır cezalara çarptırılırken ülkenin içinde bulunduğu ağlanası durumdan hepsi birden sorumludur.
Neticede hepsi aynı koalisyonun üyesidir.