Fırat Nehri’ni zehirleyen siyanür sızıntısı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde

Erzincan İliç'te siyanür sızıntısıyla gündeme gelen Anagold Madencilik’in yöneticileri ‘ekokırım' ve 'insanlık suçu' işledikleri gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne şikayet edildi.

Türkiye’nin ikinci büyük altın madenciliği faaliyetinin gerçekleştirildiği Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeni, haziran ayında siyanür borusunun patlamasıyla gündeme geldi.

Bu altın madeninde 2009 yılından bu yana çalışmalar sürüyor, Aralık 2010’dan bu yana da altın üretimine devam ediliyor.

Çöpler Altın Madeni’nin sahibi Anagold Madencilik.

Anagold Madencilik, 2000 yılında kurulmuş, günümüzde SSR Mining ve Lidya Madencilik şirketlerinin ortaklığında faaliyetlerine devam ediyor.

Lidya Madencilik’e biraz daha yakından baktığımız zaman Çalık Holding çatısı altında faaliyet gösteren bir şirket olduğunu görüyoruz.

Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık.

Lidya Madencilik, Çalık Holding’in Kanadalı Alacer Gold ile 2009 yılında işbirliğini gerçekleştirmesinden sonra 2010 yılında faaliyetlerine başlamış.

Yapılan anlaşmaya göre, Çöpler Altın Madeni’nin yüzde 20’sine ve geniş bir arama portföyünün de yüzde 50’sine ortak olmuş.

Şirketin sitesinde yer alan bilgilerde şu ifadeler yer alıyor:

“Lidya Madencilik, Çalık Grubu’nun Alacer Gold ile 2009 yılında Türk madenciliğinin ilk büyük uluslararası iş birliğini gerçekleştirmesinden sonra 2010 yılında faaliyetlerine başlamıştır.

Yapılan anlaşmaya göre, Çöpler Altın Madeni’nin yüzde 20’sine ve geniş bir arama portföyünün de yüzde 50’sine ortak olmuştur.

Çöpler, 2011 yılında oksitli cevherde faaliyetlerine başlarken, ortaklar Türkiye’de başka projeler geliştirmek amacıyla 50/50 ortak iştirak şirketleri kurdu. Kurulan iştiraklerden olan Polimetal Madencilik, Lidya tarafından yönetilerek, Türkiye’de yer alan altın ve bakır sahalarını geliştirmek amacı ile 2012 yılında çalışmalarına başladı.

Lidya, arama ve proje geliştirme faaliyetleriyle ilgilenirken Alacer, Çöpler’in oksit faaliyetlerini başarılı bir biçimde yürüttü ve madeni Avrupa’nın en büyük altın madenlerinden birine dönüştürmek üzere sülfür tesisini inşa etti.”

Geçen hafta Erzincan İliç’te siyanür sızıntısına yol açan Çöpler Altın Madeni’ni işleten Anagold Madencilik şirketinin yönetim kurulu üyeleri, “ekokırım” ve “insanlığa karşı suç” işlemekten Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikayet edildi.

Konu İliç’teki ekokırımı duyuran Sedat Cezayirlioğlu ve gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşındı.

Çöpler Altın Madeni’nde 21 Haziran 2022 tarihinde siyanürlü solüsyon boruları patlamış, sızıntı sonucu şirketin beyanına göre 20 m3 siyanürlü solüsyon içinde 8 kg saf siyanür ekosistemlere ve dolaylı olarak Fırat Nehri’ne karışmıştı.

Ancak yapılan tespitler sonrasında gerçekte en az 210 m3 yani en az 80 kg siyanürün havaya, suya, toprağa karıştığı ortaya çıkmıştı.

Bölgede çevrecilerin ısrarlı takibi sonrasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, bu maden sahasını 88 gün kapatmak zorunda kaldı. Kapatıldığı gün şirketin Toronto Borsası’nda hisseleri 300 milyon dolar değer kaybetti. 88 gün sonunda ise şirketin en az 1 milyar dolar zararı olduğu belirlendi.

Ancak, madenci şirket yaşananları oldu bittiye getirerek eylül ayında tekrar faaliyetlerine başladı.

Çöpler Altın Madeni sahası, Alamos Gold’un Kazdağları’nda 350 bin ağacı katlettiği altın madeni sahasının üç katı büyüklüğünde.

1.746,52 hektar gibi büyük bir alanı kaplayan Çöpler Altın Madeni Kompleksi, Ekim 2021’de onaylanan ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu ile ikinci kez kapasite artırımı izni aldı.

Eğer söz konusu kapasite artışı gerçekleşirse, Fırat Nehri ölecek.

Üstelik madenin sadece Erzincan değil, Tunceli, Sivas ve Malatya’ya da ciddi zararlar vereceği; ayrıca Keban, Karakaya ve Atatürk barajlarının da oluşacak sızıntılarla ve asit buharları ile tehlike altına gireceği belirtiliyor.

Şu anda 197 futbol sahası büyüklüğündeki siyanür ve sülfürik asitli atık havuzu 600 futbol sahası büyüklüğüne çıkartılacak. 66 milyon ton siyanürü buharlaştırılarak atmosfere verilecek.

Türkiye’nin en büyük su toplama havzasına sahip Fırat Nehri’ni besleyen Karasu’nun yanı başındaki maden hali hazırdaki büyüklüğü ile bile su kaynakları için açık bir tehdit unsuru iken daha da büyütülmek isteniyor.

Proje sahası aynı zamanda Munzur Dağları ekosistemi içerisinde yer alıyor. Bilimsel araştırmalarla zengin bir biyoçeşitliliğe ve endemik tür varlığına sahip olduğu ortaya konan Munzur ve Fırat Havzası’nın koruma altına alınması gerekirken kapasite artışı ile daha da zehirlenmesinin önü açılmaya çalışılıyor.

Buradaki madenle ilgili Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınan şikayet dilekçesinde şu ifadelere yer verildi:

“[…] madencilik faaliyetleriyle kasten küresel -bölgesel ekolojik kirliliğe yol açmak suretiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü md.7 / 1 / a-b-d-k fıkralarını ihlal etmek; uluslararası hukukta uygulanan ‘ihtiyatlılık’ ve ‘öngörülebilirlik’ ilkeleri gereğince yaptıkları faaliyetlerin olası sonuçlarını bilerek 21.06.2022 tarihinde siyanür borusunun patlamasına neden olarak Fırat Nehri’ne 210 m3 siyanürlü zehirli kimyasal bileşik (80 kg siyanür) karışmasına sebebiyet vermek ve tüm Ortadoğu coğrafyasını zehirleyecek şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’nün md.7 / 1 / a-b-d-k fıkralarını ihlal ederek sivil halkın bir bölümünün ölümüne, acı çekmesine, yer değiştirmesine, hastalanmasına neden olan/olacak süreci başlatmak ve/veya sürdürmek veya katkı koymak suretiyle aynı fiille insanlığa karşı suç ve ekokırım suçu işleyen SSR Mining Anagold şirketi Yönetim Kurulu üyeleri sanıklar hakkında işlem yapılarak başvuru kayıt numarası verilmesi ve dava açılması için suç bildiriminde bulunur gerekli işlemlerin yapılması ve cezalandırılmalarını talep ederiz.”

Türkiye’de madenciliğin durumuna ekolojik ve politik açıdan baktığımızda hava, su, toprak, insan ve çevre sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerinin yanı sıra inanılmaz bir adaletsizlik mekanizmasını da büyüttüğünü görüyoruz.

Bu böyle devam edemez, maden ihtilaflarından yok çıkarak gerçek bir iklim/çevre adaleti sağlanana kadar hukuksal mücadele alanının genişletilerek korunması kaçınılmaz görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi