Ragıp Duran
Fuat Avni'nin Yabancı Meslektaşları
Devlet ya da özel sektörde yasadışı ve gayrı meşru faaliyetler arttıkça, Polis, Savcılık hatta Gazetecilik gibi kurumlar yetersiz kalıyor. Minareyi çalan kılıfını hazırlamış oluyor. Ya da Başkanın oğlu ile Patronun kızı ya da Hakimin yeğeni hırsızlık yaptığında, nasıl anlayacağız? Nasıl teşhir edeceğiz?
Geçenlerde Rudolf Elmer'le tanıştım. ''Cenette Kaçak Var'' filminin gösterimi için Selanik'e gelmişti. Filmi izledikten sonra yaklaşık iki saat tartışma yapıldı, ardından da küçük bir grupla akşam yemeğe gittik. Toplantıyı Syriza'dan Avrupa Parlamentosu milletvekili gazeteci arkadaşım Stelyo Kuloğlu ile Syriza'nın düşünce kuruluşu Nikos Pulantzas Enstitüsü düzenlemişti.
Elmer ilginç bir adam. 60lı yaşlarında, hiper-aktif, gözlüklü, sempatik İsviçreli kadim bir bankacı. 20 yıldan fazla İsviçre'de, Afrika'da, Kayman Adalarında bankalarda üst düzey yöneticilik yapmış. Dürüst namuslu biri olduğu için İsviçre'nin alamet-i farikalarından olan bankacılık sırrı ile off shore tabir edilen ABD ve Avrupa'ya göre dünyanın öbür ucundaki ada ya da küçük memleketlerdeki vergiden muaf cennetler, Elmer'in hoşuna gitmemiş.
''Vergi kaçakçılığı, kara para meseleleri salt mali bir mesele değil. Vergisini düzgün ödeyen yurttaş ile vergi kaçıran kişi arasında eşitsizlik var. Haksız rekabet ve haksız kazanç yani... Vergi kaçıran kişi(ler) bazı kamu hizmetlerinin yapılmasını önlüyor'' diyor.
Elmer, koca kapitalist dünyanın belki de en önemli mecralarından birinde, bankacılık sektöründe yıllarca çalışmış, öyle solcu filan biri değil ama çarkın nasıl döndüğünü, mekanizmanın nasıl işlediğini bizzat görünce, ayaklanmış: ''İlginçtir, Kayman Adaları ve benzeri vergi cennetlerinde, aslında kara para sayılması gereken miktarlar konusunda bir dizi sınırlamalar var. Mesela öyle 100 bin-200 bin Euro ile gizli hesap açmak, o parayı vergiden kaçırmak filan mümkün değil. Her bankanın limiti var. Kimisi 1 milyondan kimisi 5 milyondan başlıyor''.
IMF'nin hesaplarına göre, bütün dünyada dolaşan paranın yüzde 50'si vergi cennetlerinde... Yani bu para da yasal olarak devreye girse, kamu yönetimlerine vergi geliri olarak yüzde yüzlük ek bir katkı sağlanacak. Zenginler ise, ülkesine göre servetlerinden, yüzde 15 ila yüzde 45 arasında '' zarar'' edecek.
Elmer, öylesine sıkılmış, öylesine çaresiz hissetmiş ki kendini sonunda dayanamamış, Güney Amerika'daki Emniyet Müdürlerinden bir takım Avrupalı büyük sanayii kuruluşlarına kadar uzun bir gizli müşteriler listesini Julian Assange'a kamuya açık bir toplantıda teslim etmiş.
Ve ondan sonra Elmer'in başı beladan kurtulmamış. Davalar, mahkemeler, bankanın dedektiflerinin takibi, tehditler... Bir bahane bulup arkadaşı işten atmışlar, eski meslekdaş çevresi de hemen uzaklaşmış Elmer'in yanından. Yerel mahkemeler, federal mahkemeler Elmer'i susturmak, mahkum etmek için binbir dereden su getirmiş. Hala da getiriyor. Çünkü hayatının son 12 yılını adliyelerde geçiriyor arkadaş. Bu mücadeleden yılmamış, ama bir ara psikiyatri hastanesinde dinlemek zorunda kalmış. Gülerek anlatıyor o günlerini...
Elmer, konuşmalarında, devlet, iktidar, kapitalizm, sömürü gibi sözcükleri kullanmasa da mekanizmanın nasıl işlediğini gayet iyi kavramış ve basit bir şekilde anlatıyor: ''Savcılık, normalde benim teşhir ettiğim vergi kaçakçılarının, Kayman'da isimsiz/gizli banka hesabı açanların peşine düşeceğine benim hakkımda soruşturma açtı. Önce bankacılık sırrını ifşa etme suçunu öne sürdü ama Kayman Adalarında böyle bir suç yok, sonra işyerinde patronun güvenini suiistimal diye bir suç yüklemeye çalıştılar. İki kez tecil edilmiş hapis cezası aldım. Temyize gittim. Davalarım sürüyor. Anladım ki Savcılık, mevcut düzeni korumak için çalışıyor, suçu işleyen mevcut düzen yanlısı ise ona dokunmuyor, ben de bu arada düzen karşıtı oluyorum ki, değilim!'. Elmer'in bu söylediklerinin teorik ve sosyolojik versiyonunu bir süre önce Pierre Bourdieu'nün ''Devlet Üzerine'' kitabında okumuştum. Bourdieu tanımış olsaydı, Elmer vakasını, o bölümün sonuna somut örnek olarak yazardı.
Elmer bunları söylerken Stelyo ile birbirimize baktık: 50 yaşına kadar bankacılık yapıp sonra düzene karşı çıkmak zor bir şey... Biz gençlikten beri düzen karşıtıyız. Alışığız... Elmer ise kulübe yeni hoş gelmiş.
Elmer'in eyleminin adı ingilizcede ''Whistleblowing''(Düdük çalmak) Fransızcada ''Lancement d'alerte'' (Alarm vermek). Türkçe sözlüklerde, nedense hep olumsuz karşılıklar var: Muhbir, İspiyoncu, Casus, Dedikoducu! Bir tek sözlükte ''Cankurtaran'' karşılığı verilmiş. Oysa ki Fuat Avni'den, Snowden'a hatta daha eski zamanlarda Washington Papers'dan Watergate'e ve son Panama Belgelerine kadar bir çok skandalda, genellikle adı sanı belli olmayan kurum içinden kişiler, aslında kamu çıkarı için, kirli işlerin gizli kalmaması için belgeleriyle birlikte dönen dolapları ve sorumlularını teşhir ediyor. Gizli saklı, yasa dışı ve gayrı meşru işlerin belgelerini, kimi zaman savcılara, kimi zaman da medyaya veriyor. Aslında bir tür basın dostu bir yardımcı, şahane bir kaynak.
Fuat Avni'nin adı bir çok ''Whistleblower'' makalesinde geçiyor. O da bu kategoriden sayılıyor. İçeriden bilgi sızdıran kişinin (Ya da grubun) siyasi-ideolojik kimliği ya da öznel niyeti galiba çok tayin edici değil. Belki de açıkça kamu çıkarı için değil kendi çıkarı ya da mensup olduğu kesimin çıkarı için çalışsa da, yaptığı iş, sonuç olarak, iktidar sahiplerinin gizlemeye çalıştığı, bir haksızlığı, gayrı meşru bir faaliyeti, bir usulsüzlüğü faş ettiği için genel olarak olumlu algılanıyor. Bu kişinin bizzat kendisi yasadışı ve/veya gayrı meşru bir konumda değilse sorun yok. Şiddet, tehdit ve yasadışı yöntemler kullanmadıkları sürece, bir tehlikeyi önlemeyi sağladıkları için ve aslında bir gerçeği ortaya çıkardıkları için, bu tür whistleblower'lar önemli katkılar sağlıyor.
Zaten, Elmer'in filminden önce Kuloğlu'nun 2005 yapımı Whistleblowers belgeselini (Whistleblowers, the modern heroes/ Modern kahramanlar) izledik. Çok esaslı tanıklıkları bir araya getirmiş Stelyo.
Elmer'in yayınlanmış iki kitabı var: ''Bankacılık Terörü'' ve ''Vergi Cennetleri''. En az iki belgesel filmde de esas oğlan konumunda. Kartvizitinde ''The fine art of truth-telling'' (Bir Güzel Sanatlar Etkinliği Olarak Gerçeği Söylemek) yazıyor.
Tartışma sırasında olsun akşam yemekte olsun, Elmer, birkaç kez söyledi: ''Evim birkaç kere polislerce basıldı, arandı. Kötü günler, geceler yaşadık. Her şeyi, bugün 18 yaşındaki kızım için yapıyorum. Eşimin desteği olmasa bunların hiç birini yapamazdım''. Bu sözler salondakilerce alkışlandı.
Elmer, tek başına başlamış mücadeleye ama bugün artık arkasında her ülkede faaliyet gösteren ''Whistleblower'' örgütleri var. Mesela ABD'de FBI'ın eski tercümanı Sibel Deniz Edmonds'ın kurduğu ve yönettiği bir birlik de var. Bazı Batı ülkelerinde artık mevzuata ''Whistleblower''ları koruyan hükümler bile konmuş. Vakti zamanında Tolga Tanış da Hürriyet gazetesinde Elmer'le ilgili bir yazı yazmış. Artık Whistleblower film festivalleri bile yapılıyor.
Gazetecilik açısından bakınca da son derece önemli ve artık kurumsallaşan bir yapı bu. Yasal koruma sağlanması, gerek devlet kurumlarını gerek özel sektör kuruluşlarını daha şeffaf olmaya zorluyor. Ya da bir üç kağıt yapacaklarsa daha temkinli olmaya mecbur bırakıyor. Aslında bir çok büyük şirket, çalışanlarıyla iş akdi imzalarken, sözleşmenin sonlarına doğru, küçük puntolarla dizilmiş bir madde ekler: ''Çalışırken ve şirketten ayrıldıktan sonra, 10 yıl boyunca şirketin hiçbir sırrını açıklamayacağımı taahhüt ederim''.
Bu dürüst insanlar, kamu çıkarı için, işini kaybetme kimi zaman hapse girme riskini göze alıp, gizlenmemesi gereken gerçekleri, yasadışı ve/veya gayrı meşru faaliyetleri belgelerle ya da bizzat kendi tanıklıklarıyla teşhir etme cesareti gösteriyor: ''Ben bunu açıklamasaydım Irak'ta yüzlerce kişi daha ölebilirdi''. ''Ben bu haksızlık karşısında sussaydım Vietnam'da zehirli gaz kullanmaya devam edecekti ordu''. ''İşten atılacağımı da hatta hapse gireceğimi de bilsem, bugün olsa yine aynı şeyi yaparam''. Bunlar, Kuloğlu'nun belgeselinde konuşan eski whistleblower'lar....
Panama Belgelerinde olduğu gibi ilk ifşaattan sonra da profesyonel gazetecilerle birlikte çalışmaları, belgelerin gerçekliğini denetleme, belgeleri önem sırasına göre değerlendirme, sıralandırma, kategorize etme, başka kaynaklardan doğrulama açılarından mutlaka gerekli olan bir işbirliği. Whistleblower, gazeteciye hammaddeyi sağlıyor, sonra birlikte çalışıyorlar ama esas olarak gazeteci, bu bilgi-belge yığınını tarıyor, çapraz denetime tabi tutuyor, malzemeyi değerlendiriyor ve kolay anlaşılır bir şekilde haber haline getirip kamuoyuna/okura sunuyor. Biz de, kirli saklı işleri, yurttaşları rahatsız eden, kamu çıkarını zedeleyen dönen dolapları öğrenmiş oluyoruz.