Murat Aksoy
Gazeteciliğin bedeli ve buruk sevinç
"Bugün 3 Mayıs; Dünya Basın Özgürlüğü Günü.
Basın özgür mü bilmiyorum ama gazeteciler tutuklu. Ben tutukluyum, 150’nin üzerinde gazeteci tutuklu.
Son yıllarda şu giderek daha fazla söylenir oldu: 'Bu ülkede gazeteci olmanın bedeli var'. Sahi neydi gazeteci olmanın bedeli?
Gazeteci doğruluğunu birden çok kaynaktan teyit ettiği, kamu yararına olduğunu düşündüğü gerçeklerin haberlerini yapar, köşe yazarı fikirlerini yazar. Gazetecinin görevi halkın haber alma hakkını savunmaktı.
Gazeteci bunları yaptığı için neden bedel ödesin ki?
Elbette bunun anlamsız bir soru olacağını öğrenecektim. 'Büyük' konuları, haberleri, insanları yazmaya, onların haberlerini yapmaya başladığınızda, bu bedel yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Basit şikayet ve davalar yerini zaman içinde daha ağırlarına bırakıyordu. İşte bedel buydu. Yoksa bu ülkede magazin, moda, spor haberleri gibi 'apolitik/soft' alanlarda haber yapmanın bir bedeli yoktu. En azından şimdilik.
Haksız, suçsuz ya da nedenini bilmeden gözaltına alınan ya da tutuklanan herkes, Franz Kafka’nın Dava romanındaki Josef K.’yı hatırlar. Bunun nedeni olsa olsa karşı karşıya kalınan durumun Josef K.'ninki ile benzer olmasıdır. Diğer taraftan Josef K.’yı hatırlamak, Türkiye’de belli bir sosyokültürel kapasitenin varlığını hatırlatır bize. Bu konumda olanlar tutuklanıyorsa hukuk sisteminde genel bir sorundan bahsetmek olasıdır.
Can Dündar şunu yazmıştı; 'Türkiye’de hapisliği sürgünde hürriyete tercih ettim'. Evet, hayat aslında bu kadar basitti. Basitlik ise bir tercihten kaynaklanıyordu. Hoş, Dündar bu satırları yazdıktan muhtemelen 5-6 ay sonra tam tersini yapmış ve 'sürgünde hürriyeti, Türkiye’de hapisliğe' tercih etmişti.
Haklı mıydı bilmiyorum ama Türkiye’yi terk etmiş ya da terk etmek zorunda kalmıştı. Çünkü Türkiye’de onu sadece hapis değil, Sabahattin Ali veya Hrant Dink gibi ölüm de bekliyor olabilirdi.
Bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü.
Özgür olmayan basına ve tutuklu gazetecilere kutlu olsun."
İKİ YILDA DEĞİŞEN NE?
Yukarıdaki satırları bundan iki yıl önce Silivri Cezaevi’nde, ikinci tutukluluk döneminde yazmışım. Cezaevinde yazdığım bu yazılar yakında kitap olarak yayınlanacak.
Bu yazının üzerinden iki uzun yıl geçmiş. Ama ne yazık ki, bu iki uzun yılda gazetecilik açısından ne yazık ki olumlu bir değişimden bahsetmek mümkün değil.
Halen hapiste gazeteciler var. Üstelik Türkiye, en çok gazetecinin hapiste olduğu ülkelerin başında geliyor. Uluslararası endekslerde basın özgürlüğü konusunda Türkiye, özgür olmayan ülkeler listesinde. Sadece çalışan değil, çalışmayan, çalışamayan gazeteciler için tehlikeler devam ediyor.
Gazeteciler ancak, siyasi iktidarın görüşlerini seslendirdikleri ve o politikaları destekleri ölçüde "özgür". Eleştirel her tutum, düşünce, yazı ne yazık ki, hâlâ yazan için risk teşkil ediyor. Yargı, gazetecilerin gerçekleri ifade edebilmelerinin önünde bir caydırıcı set olarak duruyor.
Halkın haber alma kaynağı ve aracı olan gazetecilik ne yazık ki, dar bir alana sıkışmış durumda. İktidar, gazeteciliği bir tür "devlet memurluğu" olarak görüyor. Nitekim gazeteciliği resmî ifadesi olan bazı kartların, kimliklerin verilmesi ancak, bürokratik işlemlerle mümkün hale geldi.
İktidar, kendi söylemine eleştirel olan her şeyi, herkesi kriminalize etme çabasında çoğunlukla. Bunu, demokratik bir ülkede kabul emek mümkün değil.
Evet, siyasi iktidar gazeteciliği devlet memurluğu olarak görmek istiyor. Ama bunun kadar önemli olan, iktidara yakın medyada olanların buna gönüllü olmaları. Onlar için gazetecilik, yazarlık; halkın doğru, gerçek haber alması değil, iktidarın söylemlerinin ideolojik taşıyıcılığı. Bu bunu yapanları ancak, "organik aydın" yapar.
Oysa gazetecilik, iktidardan değil kim söylerse söylesin gerçekten, doğrudan yana olmaktır.
TAŞ AT AMA YAZMA
Gazeteciliğin hazin durumunu sanırım en iyi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişiminin faillerinin yaşadıkları hukuki süreçte görmek mümkün.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun hayatına kast edenler, evi yakalım sloganı atanlar, arabayı taşlayanlar, partililere fiziki saldırıda bulunanlar 24 saat içinde ifade verip, serbest kaldılar.
Yani Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde bulunanlar 24 saatte serbest kalırken, yazdığı tweetler, yazdıkları eleştirel yazılar nedeniyle onlarca gazeteci aylardır tutuklu.
İşte 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü bu koşullarda kutluyoruz.
Sahi kutluyor muyuz, kutlayabiliyor muyuz?
GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR
Yazıyı bu soruyla bitirdiğim saatlerde Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) bir haber geldi. Tutuklandığım 3 Eylül 2016’dan sonra haksız tutukluluğun sona ermesi için başvurduğumuz sulh hâkimliklerinin kopyala yapıştır kararlarıyla reddedilmesinden sonra Kasım 2016’da bireysel başvuru kapsamında AYM’ye, Aralık 2016’da da AİHM’e başvuru yaptık.
Başvurunun dayanağı, mevcut delillerle tutukluğun haksız olduğu, uzun olduğu, bu tutuklama ile düşünce ve ifade özgürlüğünün ve adil yargılama hakkının ihlal edilmesiydi.
AYM bugün aldığı karar ile bu itirazımızı haklı buldu. Başvurudan tam 2.5 yıl sonra. Görüşmeyi kabul ettiği 10 gazeteciden 6’sı için bugün karar verdi. Bunlardan dördünün itirazlarını reddetti. Benimle birlikte Kadri Gürsel’in başvurusunu kabul etti. Bugün diğer dört gazeteci için karar verecek.
Kendi adıma AYM’nin bu kararı, beni kamu vicdanı önünde bir kez daha temize çıkarsa da sevincim buruk. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bir kez daha tekrarlayalım ki; "gazetecilik suç değildir."