Eser Karakaş
Gıda ürünleri fiyat artışları tartışmaları!!!!!
Çocukluğum İstanbul Kadıköy’de Mühürdar’da geçti, 50’li, 60’lı seneler, annem, babam ikisi de lise öğretmenleri.
Evde bir yeni zengin, haksız kazanç elde eden işadamı imajı var.
Malum, Mühürdar mahallesi Kadıköy iskelesine çok yakın, o zaman köprü de yok, karşıya (İstanbul’a gidiyoruz denirdi) vapurla geçiliyor.
Vapur iskelesinin biraz ötesinde, şimdi belediye konservatuarının olduğu bina (hâlâ öyle herhalde, beş senedir İstanbul’a gidemiyorum) Kadıköy hal binası.
O Kadıköy meyve ve sebze halinde de kabzımal denen bir zengin tipi var.
Benim çocukluk gözümde ilk haksız zengin olmuş adam tipi bu kabzımal.
O tarihlerde enflasyon çok yüksek değil ama yine de hayat pahalılığı çok ciddi bir sorun. (enflasyon ve hayat pahalılığı çok farklı şeyler.)
Evimiz Kadıköy çarşısına çok yakın, annemle beraber Kadıköy çarşısına gidiyoruz, orada Moda İlkokulundan bir sınıf arkadaşımı küfeci olarak görüyorum, o beni, ben de onu görmezden geldik. (Kadıköy çarşısında küfeci vardı, alınanları Bahariye’ye, Moda’nın içlerine kadar taşırlardı(!)
Annemin de en şikâyet ettiği konu sebze, meyve, et, balık fiyat etiketlerinin yüksekliği idi.
Aradan seneler geçti, iktidarlar değişti, darbelerde hal müdürlüklerine albaylar atandı, dönem dönem narh uygulamalarına bile gidildi ama tarım ürünleri fiyatlarının yüksekliğine yönelik eleştiriler bir türlü dinmedi.
Tarım fiyatları konusunda dönem dönem kabzımallar, hal yetkilileri, büyük toprak ağaları, aracılar, nakliyeciler, yanlış tarım politikaları, kooperatifleşememe, sulama teknolojileri, stokçular, spekülatörler, vs. suçlandı ama tarım ürünleri fiyatlarının yüksekliğine yönelik eleştiriler hiç bitmedi.
Tarım ürünü tarladan soframıza gelirken aracıların sorumluluğu dönem dönem hep öne çıkarıldı.
Rahmetli Çetin Altan’ın, iktisatçı değildir, tarım iktisatçısı hiç değildir ama belki de ilk kez nakliyeciliğin tarım zincirinde çok doğal bir halka olduğunu ve bu halkayı eleştirmenin cehalet olduğunu büyük bir cesaretle yazdığını çok iyi hatırlıyorum.
Devirler geldi geçti, tarım meselesi toplumun gündeminden hiç çıkmadı.
Yaklaşık her türlü eleştiri gündeme geldi, çok farklı reçeteler yazıldı ama sorun hiç değişmedi.
Düşük fiyatla ithalat mı yapalım, yoksa yüksek fiyatlı yerli üretimi mi tercih edelim meselesi hâlâ konuşuluyor.
Prof. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde, o yüksek enflasyon günlerinde, yüzde elliyi çok geride bırakan fiyat artışlarının yeşil biber ile ilişkilendirildiğine bile şahit olduk.
Yaz aylarında arzın artışı ile düşen fiyatlar kış aylarında intikamlarını yüksek artışlarla çok fena aldılar ama bu arada tarımsal üretimimizin ne kadarını doğa belirsizliklerinden mesela don, mesela dolu, ne kadar soyutlayabildiğimizi pek tartışmadık.
AB’de tarım üretiminin ne kadarının doğal tehditlerden arındırılarak yapıldığını yani dondan, doludan etkilenmeden üretim yapıldığını yazdığımızda da çok kızıldı.
Ziraat Bankası kredilerinin yetersizliği ve yanlışları ortaya kondu.
Tarım kanunundaki yüzde birlik minimum destek payının verilmediği söylendi.
Rahmetli Süleyman Demirel buğday destekleme alımları için "Kim ne verirse ben beş bin lira fazlasını veririm" ifadesi ile popülizm tarihinin rekorunu kırdı.
Rahmetli Ecevit "Toprak işleyenin, su kullananın" dedi.
Destekleme alımları nedeniyle TMO (buğday), Türkiye Şeker Fabrikaları (pancar), Tekel (tütün) büyük açıklarla çalıştılar.
Sayısız tarım kongresi düzenlendi, herkes eteğindeki döktü.
Senelerce söylendi, hâlâ söyleniyor, bilmem kaç sene önce tarımda kendi kendine yeterli yedi ülkeden biriydik kuyruklu yalanı dolaştı durdu. (bunun bir kaynağını gösterene kul köle olurum E.K.)
Traktörlere hacizler geldi, gelmeye devam ediyor ama neden bizde traktörler verimlilik konusuna çözüm getiremiyor, bu konuşulmuyor.
Her şey yapıldı, konuşuldu ama geldiğimiz 2021 senesinde hâlâ temel tartışma konusu tarım ürünleri fiyatlarının yüksekliği.
Demek bir yerde vahim bir hata yapıyoruz.
Önerilen reçetelerin, saptanan sorunların yaklaşık tümüne katılıyorum ama bunların hiçbiri tarım meselemize kalıcı çözüm olamıyorlar.
Tüm bu tartışmalar ancak çok temel başka bir konu çözüme kavuşturulursa sıkıntıya (yüksek tarım ürünleri fiyatları) çare, deva olmaya aday.
Biraz sağduyu lütfen.
Senelerdir tarım meselesini bu kadar çok konuşmuş ve bir adım mesafe alamamış isek demek ki temel bir sorunu ısrarla görmezden geliyoruz.
Tarım sektörü, diğer sektörlerden çok farklı olarak hâlâ negatif eğimli bir marjinal maliyet eğrisi ile çalışıyor.
Bu da şu demek: Verimlilik artışı için ortalama tarım işletme büyüklüğünü en azından beşle çarpmamız gerekiyor yani arazi toplulaştırması ve tarımsal mülkiyette miras hukukunun radikal bir değişimi gerekiyor.
Muhtemelen temel sorun ölçek temelli verimlilik problemi.
2019 tarihli bir toplulaştırma düzenlemesi var ama siyaseten çalışmıyor, önümüzde seçimler var, çok önemli seçimler, muhtemelen hiç çalışmayacak.
Bu mesele çözülmeden başka doğru önerilerin de bir anlamı kalmıyor.
AB ortalama tarımsal verimliliği yani tarımsal üretim/tarımsal istihdam oranı ülkemizin tarımsal verimliliğin yaklaşık beş katı; ilginçtir (!) AB tarımsal işletme büyüklüğü de ülkemizin yine beş katı.
Bilmem ne demek istediğim açık mı?