ayşe düzkan
giden sadece aydın doğan mı?
işin tadını kaçırma pahasına sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. doğan grubunun satılması ciddiye alınması gereken, çok vahim bir hadise. bu konuda çok yazıldı biliyorum ama ben de birkaç şey söylemeyi deneyeceğim. ama her şeyden önce konunun ele alınışıyla ilgili birkaç itirazımı dile getirmek istiyorum.
kimlikçi ile toplumcu arasında çok önemli bir fark var; kimlikçi bir olayı ele alırken kendi kimlik grubuna olan etkisini göz önünde bulunduruyor, toplumcuysa bütün topluma nasıl bir etki yapacağını kestirmeye çalışır. söz konusu kimlik belli bir ezilen/sömürülen toplumsal kategoriye değil belli bir fikri aidiyete ("benim sosyalist kimliğim"deki gibi) de işaret edebilir ki son zamanlarda karşımıza çok sık çıkan ve bence çok tehlikeli bir olgu bu. çünkü bir hareketin eylemcileri, militanları ya da taraftarları o hareketin öznesinin yerine geçmemeli. yani sosyalist bir hareketten söz ediyorsak özne işçi sınıfı olmalı, hareketin mensupları değil.
solcuların doğan medyanın demirören’e satışının ele alışında bu sorun önemli bir rol oynuyor bence. ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım.
-mesele, bu gruptaki yayın organlarının bize ne kadar yer verdiği, bizimkilere ne kadar yakın görüşleri savunduğu değil.
-mesele bu satışın alternatif (bizim olan) medya üzerinde nasıl bir etki yapacağı da değil.
bu satışla ilgili birinci kritik nokta, satışın gerçekleşme biçimi yani hem ederinin çok altında bir meblağ karşılığında satılması hem de alıcıya bu paranın sağlanma biçimi. benzer bir işlem turkuvaz grubunun satışında da yaşanmıştı. bunun anlamı şu bence: yayıncılık olması da şart değil, herhangi bir alanda faaliyet gösteren herhangi bir sermaye grubunun yapıp ettikleri iktidarın hoşuna gitmediğinde, bu grup çeşitli yöntemlerle sıkıştırılarak, zor duruma sokularak, mal varlığı başka bir gruba, kamu kaynakları da kullanılmak suretiyle devredilebilir. doğan medya ile ilgili konu yayın politikası olabilir ama mesela, bu yerleşirse iktidara yakın bir gıda tekelinin başka tekelleri dağıtmayacağının garantisi var mı? bundan bize ne diyenler, bir dahaki sefere kapılarını açan otele sığınmasa mı acaba? para DA kâr etmiyorsa, sermaye de iktidarla baş edemez bir haldeyse, bu yeni bir aşamaya işaret etmez mi? şunu da hatırlatayım, her mecranın, ama kolektif ama tekil bir patronu var. alternatif sayılan mecralar için de geçerli bu ve her mecrada asla eleştiremeyeceğiniz birileri, bir şeyler var. o yüzden yayın politikasını konunun merkezine koymak bizi doğrudan uzaklaştırıyor.
ikinci önemli nokta şu: medya deyince aklına ekranlarda gördüğü yüzler ve köşe yazarları gelenler bunu anlamakta zorluk çekiyor ama bu satış bilerce insanın iş güvencesini tehlikeye attı. "ünlü"lerin atılmayı beklemeden ayrılmalarını telkin edenler, ihbar tazminatı vb kavramlardan habersiz belli ki. iyi ücret alanların da ekmek parası gibi bir dertleri olabileceğini de düşünmüyorlar. "marka"lar, binalar ve makinelerle birlikte devredilen emekçilerin durumu, geleceği çok önemli. bu konuda, disk basın-iş’in hazırladığı kılavuz çok yararlı bilgiler içeriyor.
bir başka mesele daha var. anaakım medya gerçeğin tamamını hiçbir zaman göstermedi, bu dünyanın her yerinde böyle maalesef. ve kolay kolay da değişecek gibi değil. ama şunu da hatırlatmak isterim; bugünkü yeni şafak, 10 yıl öncenin yeni şafak’ıyla aynı değil mesela. bugünün, gezi’de görülmüş hiçbir dizi oyuncusuyla röportaj yapmayan star’ı da, örneğin mor ve ötesi gibi solcu bilinen sanatçıların yer alabildiği eskinin star’ıyla aynı değil. sabah’ı saymıyorum bile. yani bugün havuz dediğimiz ve namını bir havuzda toplanan paralardan alan medya grubu da on yıl öncekinden farklı. şunu hatırlatmak istiyorum, karşımızda birbirinin benzeri iki farklı sağcı akım var gibi görünse de aslında durum öyle değil. olağan/geleneksel sağcılık ve tekfirciliğe yaklaşan bir islami muhafazakârlık var karşımızda. yandaş da tabir edilen medya, askılı giyen kadınları göstermekten imtina ediyor mesela. bu yeni muhafazakârlık toplumsal olanı şekillendirenin siyasetten ibaret olmadığının gayet iyi farkında ve örneğin dream tv’de neler gösterileceğini merak etmiyor musunuz?
ve şunu asla unutmamak gerek. anaakım medyanın okuru ve özellikle izleyicisi başka mecralar arayacak sabra, bilgiye ve zamana sahip değil. çoğunun bilgisayarı, bir kısmının akıllı telefonu yok ama akşamları ekran karşısına geçiyorlar, çay ocaklarında, kahvelerde günlük gazetelere ulaşıyorlar, bazıları gazete satın alıyor. yani internet medyacılığı, ancak "işin meraklısı"na hitap edebiliyor. dolayısıyla, alternatif medyanın onlara ulaşması kolay değil ve o yüzden az da olsa çeşitlilik, incecik de olsa farklı kanalların bulunması çok önemli. hele de kutuplaşmanın bir yönetim aracı haline geldiği şu noktada, iki tekel tabii ki bir tekelden daha iyi. ayrıca eğer bugünkü hal, sık sık tekrar ettiğimiz gibi kalıcı değilse, medyanın sahipliğinin böyle kolay kolay değiştirilemeyecek bir halde olması önemsiz değil.
bir de, "biz"i çok yakından ilgilendiren teknik meseleler var. yaysat ve doğan haber ajansı alternatif olanlar da dahil çoğu mecranın dağıtım ve haber için yararlandığı araçlar. basınla şöyle veya böyle ilgisi olmuş olanlar bilir; dağıtım da, haber ajansı da çok büyük maddi kaynak gerektiren, alternatifi kolay kolay yaratılamayacak araçlar. o yüzden bu satış, bir devrin kapanması anlamına gelebilir, her şeye müdahale etmek mümkün değil, etkilerini hafifletmek için de intikam arzusu değil, para, yaratıcılık ve dayanışma gerekiyor.