Ragıp Zarakolu
Gülizar Kürtlerin de hikâyesi
Kürt-Ermeni-Süryani karmaşık ilişkilerini her gittiğim yöresel düğünlerde hissetmişimdir. Farklı inançtan da olsalar, ortak coğrafyanın, aynı kültürünü, aynı danslarını hatta geleneklerini, hatta aşiret olgusunu paylaşan bu insanlar korkunç bir felaket yaşadı yüz küsur yıl önce. Fail/Kurban/bazen ender olsa da Kurtarıcı rolünde
Hatta, kıyım Peder Abraham Garris’in "Bote Köyü/13 Günlük Cehennem" (Belge Yayınları 2017) adlı kitabında anlattığı üzere, kıyım sırasında halaya bile duruldu. Keşke sadece düğünlerde halaya dursalar, o tutkulu danslarını birlikte yapabilselerdi. "Fıllelerin" ferman ile kanı, canı, ırzı ve malı Sultan tarafından "helal" olunduktan sonra, ilkin 1895-96 da Timurları, Hülagüleri, Cengiz Hanları aratmayan bir kıyım eş zamanlı her yörede başlayan pogromlar yaşandı. 1915’da nihai kıyım yaşandı, adına nihai çözüm denilen. Holokausttan sonra geriye bakan Polonyalı Hukukçu Lemkin, bu ayrıksı, ünik vakayı, "ilk soykırım/jenosit" olarak adlandırdı, 1948 yılında da BM’nin Uluslararası Sözleşmesini de yazdı konuya ilişkin.
Kolay değil, mirliğin, beyliğin, amiralığın, ağalığın binlerce yıllık bir geçmişi vardı Mezapotamya, Vilayet-i Sitte (yada Batı Armenia, Bath Narin’de). Aşiret federasyon ve konfederasyonları zor olsa da, sorunlu olsa da birlikte hayatta kalmayı sağlıyordu, farklı etnisite ve inançtan olan aşiretler arasında.
Kemal Yalçın’ın bir Süryani ağası olan Şemun Hanne Haydo’nun yaşamını hikâyeleştiren kitabı, aynı zamanda binlerce yıllık geleneksel aşiretler arası ilişkinlerin çöküşünün de bir tanıklığı anlamına geliyor. Aynı zamanda Seyfo’dan sonra ayakta kalmanın öyküsünü.
Aras Yayınları'ndan çıkan, "Gülizar’ın Kara Düğünü", (*) bizzat kendisi tarafından anlatılışının doğallığı içinde, Kürt/Ermeni/Süryani aşiretleri arasındaki iç içe geçmiş ilişkiler ağını çok güzel sergiliyor. Sadece katiller, zalimler değil, iyiler de, korucu olmaya çalışanlar da var bu hikâyenin içinde. Hem iyi hem kötü olanlar da. Şemun Ağanın Beth-Narin’deki öyküsü gibi. Bu öykü sadece Ermeniler açısından değil, Kürtler açısından da bir destan.
Gülizar’ın öyküsü, 1877 Rus-Osmanlı Savaşı'ndan sonra son derece ağır yıkıma uğrayan Serhat bölgesinde (**) gittikçe kötüleşen Ermeni/Kürt ilişkilerinin, bunun soykırıma tırmanışının tanıklığı aynı zamanda. 1878 Berlin Anlaşmasında "Ermeni Reformunun" maddelerden biri olarak gündeme getirilmesinin nedeni, Ermeni toplumunun güvence altına alınması ve savaş nedeniyle uğradığı büyük yıkımın giderilmesi idi.
Gülizar’ın öyküsü aynı zamanda, Ermeni toplumundaki uyanışın ve hak arayışının öyküsü. Gülizar’ın Musa Ağa tarafından kaçırılması ilk kez bir direnişle karşılaşır. Uluslararası kamuoyunun yakından takip ettiği bir davaya konu olur. Biçimsel de olsa Musa Ağa mahkûm olur, Medine’ye sürgüne yollanır. Gülizar ise ailesine döner.
Hikâyenin iki taraf açısından da sonrası ilginç.
Gülizar’ın anlatısı kızı Armenuhi Kevonyan tarafından kitaplaştırılır. Burada Musa Bey'in akıbetinin bilinmediği yazılmaktadır. Son dönemlerde Kürt milliyetçiliğinin ve dinciliğinin yükselişi ile Musa Bey yeniden keşfedilmiştir. Hakkında kitap ve makaleler bile yazılmıştır. İlginç olan bu "yeni" literatürde Gülistan’ın adının geçmemesidir. Her zamanki gibi, kadının adı yok!
Musa Bey’in gerek Osmanlı yönetimi gerekse Cumhuriyet dönemi ile iniş çıkışlı, çelişkili ilişkileri olmuştur. Musa Bey ile, M. Kemal’in Çanakkale den "Doğu hizmetine" yollandığı esrarengiz yıllarda tanışırlar. (Medine sürgününden kısa süre içinde dönecektir. 1914 yılında yeniden dönmüştür Muş yöresine. Tam Cihat ilanı sonrası… Tehcir işinde görev almak, Muş ve yöresini "arındırmak" üzere.) Daha sonra Sivas Kongresi'ne çağrılan Kürtlerin temsilcilerinden biridir. Ama daha sonra da Azadi örgütü içinde yer alması nedeniyle başı derde girer, biat ederek kelleyi kurtarır, Şeyh Sait isyanına katılmaya cesaret edemez bu nedenle. Sürülür yine de. Ağrı başkaldırısından sonrasında Suriye’ye geçer, Kamışlı’da ölür. Soykırımdan sağ kalan Ermeni ve Süryaniler, Keldani ve Asuriler ile komşu olarak! Torununun oğlu olan, Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl Kısakürek’in öğrencilerinden ve 70’lerde Akıncılar hareketinin kurucularından olur. 1990’larda İBDA-C ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle mahkûm olur. Yeniden yargılanarak 2014 yılında hapisten çıkar, ertesi gün RTE tarafından ziyaret edilecektir. Geçen yıl vefat eder, Kısakürek’in yanına gömülür.
Salih Mirzabeyoğlu’nun yeni soyadını dayandırdığı, Musa Beyin babası Mirza Bey'in Ermeniler ile daha iyi ilişkiler içinde olduğu söylenir.
Gülizar’ın evlendiği Keğam Der Garabedyan, 1908 devriminden sonra, Muş mebusu olur. 24 Nisan tevkifatından ağır derecede hasta olması nedeniyle kurutulur. Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey de dolaylı himayesine alır. Gülizar da tehcirden kılpayı kurtulup İstanbul’a varmayı başarır. Bir yandan da felaket tam başlamışken onun tanığı olur. Keğam ateşkesten kısa süre sonra ölür. Ama bundan önce Meclis’e tehcirle ilgili bir layiha vermeyi başarır. Cenazesi EDF bayrağına sarılı olarak kaldırılır İstanbul’da. Gülizar da 1947 yılında ölür. Her ikisi aynı mezarda şimdi İstanbul’da.
Bu yıl kaybettiğimiz torunu Anahid Ter Minsayan, Muş ve yöresinin tarihini ayrıntıları ile en iyi inceleyen tarihçilerden biri olur. Ermeni Devrimci Hareketi adlı kitabı 1992 yılında Mete Tunçay’ın tercümesi ile yayınlanır.
Gülizar’ın hikâyesini ilk Sarkis Çerkesyan’dan dinlemişti. Hatta Gülizar’a ilişkin bir kitabı tercüme edip Hrant Dink’e verecekti.
(*) Arménouhie Kévonian, Gülizar’ın Kara Düğünü / Bir Kürt beyi tarafından kaçırılan Ermeni kızın gerçek hikâyesi, Türkçesi: Aslı Türker – Ece Erbay, Aras Yayıncılık, 2015.
(**) Bu konuda bak: Arsen Yarman, Palu-Harput 1878 / Palu - Harput 1878 Çarsancak, Çemişgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler, 2 cilt Belge Yayınları, 2015.