Özgün Enver Bulut
Günah Keçisi
Kurban bir bayram olabilir mi? Amaç hal hatır sorma, değer bilme, saygı gösterme, görüşme ise kurbana gerek var mıdır? Maksat paylaşmaksa, yoksulu doyurmaksa bunun için neden kurban kesilir ve et paylaşılır? İnsanlar her zaman kadir kıymet bilebilir, saygı ve sevgisini gösterip, farklı şekillerde paylaşımda bulunabilir. Pandemi dönemi bu anlamda bir dayanışmayı kapılarımıza kadar getirdi. İnsanlar büyük bir dayanışma ağı oluşturdular. Komşularının kapılarını çalıp ihtiyaçlarını sordular. Ekonomik anlamda yeten yettiği kadar desteğini sundu. Belki de bundan böyle bazı şeylerin farklı şekilde yaşanması gerekiyor. Adaklar, kurbanlar sunmanın başka yol ve yöntemleri oluşturulabilir ileriki dönemlerde. Dünyanın gidişatı artık insanın elinde değil. Buna göre yeni bir akıl, yeni bir yaşamla devam edilmesi gerektiğinin sinyallerini veriyor doğa.
Depremlerle sesleniyor, iklimle, ormanlarla, susuzlukla, canlı türlerinin yok oluşuyla… İşin başındakiler önlemlerini alırlar mı bilinmez! Doğa, birlikte yaşayacağımız bir dünya için uyarılarını yapmaya devam ediyor. Dayanışmanın yollarını ve ortak çare üretmenin formülünü insanların ellerine bırakıyor. Kimseyi ‘günah keçisi’ ilan etmeden sorumluluk almaya çağırıyor.
Günah keçisi demişken keçiden başlamalı öyleyse. Neden dünyanın bu en zeki, en inatçı, en başına buyruk hayvanına yüklenmiştir günah? Özgür halleri, zeki oluşu, yerinde duramayışı, etrafını iyi izlemesi midir onu günahın ortasına atan? Oysa ne kadar kedi özellikleri vardır. İnatçılığı, özgür halleri, tam olarak evcilleşmemesi nasıl da kediye yaklaştırır onu. Kedilerin insanlar arasında ayrıcalıklı bir yere sahip olmalarına rağmen, bu dik başlı hayvanların onlardan uzak kalması garip değil midir? Gelelim "Günah Keçisi" kavramına. Kökenini İbrani Kefaret Gününden alındığını öğrendim. Açıkçası ben daha farklı düşünüyordum ve kurban kavramıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu düşüncemin. Suçu olmayan bir insana suç yüklenmesi, iftira atılması olarak düşünmüştüm hep. Oysa kavramın kökeni farklıymış. İki keçi kurban seçilir. Biri öldürülür, diğeri ise çöle salınır. Çöle salınan keçiye insanların bütün günahları yüklenir. İşte deyimin kaynağı İbranilerden kalan bu törendir. Elbette daha da geçmişi var. Orada kurbanlar insandır.
Zanlı, cefakâr ve kurbandır insanın gözünde keçi. Ömer F. Oyal’in Keçi* kitabının alt başlığı bu kelimelerden oluşur. Kitaplığımı düzenlerken Keçi kitabının bir köşede bana bakmasıyla yeniden farkına vardım bu güzel kitabın ve hızla sayfaları arasında kayboldum. Mitolojiden başlayarak, kurban, göçebe yaşamdaki yeri, halk kültüründe ifade edilişi, türleri, dokumacılıktaki etkisi, edebiyattaki anlatımı, görsel sanatlara taşınması hakkında epeyce bilgiler var kitapta. Keçiye dair önemli ayrıntılar anlatılmış. Keçinin kurbanlık kategorisine girişi ise biraz talihsizliğinden kaynaklı olmuş. Koyun, sığır, manda ve deveye göre daha ucuz olması onun kurban kategorisine alınmasının nedeni olmuş. Evet, bu kadar talihsiz bir neden…
Kitapta dikkatimi çeken bir ayrıntı da Armageddon Savaşı. Matta İncili’nde geçen bu detayı aktarmış Ömer F. Oyal. Açıkçası beni oldukça memnun etti. Zira sola dair bir zenginlik daha yakalamış oldum ve solun tarihini keçiye bağlıyorum bundan böyle. Benimkisi ironi elbette. Ancak güzel bir detay olarak girdi dağarcığıma. Anlatım şöyledir: "İnsanoğlu bütün görkemiyle ve melekleriyle gelip tahtına oturunca, ulusların hepsi onun önünde toplanacak, o da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak. Koyunları sağına keçileri soluna alacak. Sağındakiler ona yardım edenler, solundakiler lanetlenenler." İşte keçi bizim taraftadır ve lanetlidir. Daha bir sevmeye başladım bizim bu sakallı lanetliyi. Kediyle ortaklaşması, solda durması, sakallı olması, bir de doğru bildiğinin peşinden gitmesi ve haklı inadı. Daha ne olsun.
Aslında mevzu kurbandı. Keçi kitabını okuyunca kurbanın çok anlamı kalmadı. Edebiyat ve Görsel Sanatlarda Keçi bölümleri kurbanın önüne geçti. Gerek dünya gerekse Türkiye edebiyatında kendine epeyce yer bulmuş keçi. Aynı şekilde resimde de. Aralarındaki fark, dünya edebiyatı ve resminde daha çok mitolojik öğelerin kullanılması... Yarı insan, yarı keçi görüntülü Pan, şeytan görünümlü keçiler resmedilmiştir daha çok. Chagall ise keçinin kötücül imgelerini silip ona gerçek kimliğini kazandırmıştır. Sevimli, oyuncu, hınzır ve sevgi dolu hayvanlardır bunlar.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nda, Turgut Zaim’de ise daha çok Anadolu motiflerine dahildir keçiler. Yörük kıyafetli kadınlar, renkler, arka planda evler ve keçiler görürüz. Masalın bir parçası olarak dururlar. Bedri Rahmi’nin Keçiyi Yardan** şiiri vardır. Bir atasözünden yola çıkılarak yazılmıştır. Belki atasözü ‘hırsı’ ifade etmiştir. Ancak ben yine burada farklı bir algıdayım. Açlık insanı da, hayvanı da lokmanın olduğu yere doğru sürükler. Burası uçurum olsa bile... Yaşamak için, ayakta kalmak için yaparlar bu mücadeleyi. Onurlu bir yaşam için göze alırlar ölümü. Van’daki kimsesizler mezarlığı, her gün Ege’nin, Akdeniz’in sularına gömülen insanlar bunun en somut örneğidir. O şiirle bitirelim.
Keçiyi yardan uçuran
Bir tutam ottur
Gözümün önüne geliyor keçi
Hâlâ cıvıl cıvıl gözlerinin içi
Ağzında ecel yeşili
Körpe ıslak
Ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak
Uçurumun dibinde incecik bir su
Tatlı mı tatlı duru mu duru
Açmış kocaman gözlerini
Düşünür su
Canlıyken ne kadar hafifti keçi
Şimdi ne kadar ağır.
* Ömer F. Oyal, Keçi, Yapı Kredi Yayınları
** Bedri Rahmi Eyüboğlu, Dol Karabakır Dol, Bilgi Yayınevi
Kapak görseli: William Holman Hunt, Scapegoat tablosu (Lady Lever Art Gallery- Birleşik Krallık)