Sibel Hürtaş
Güvenli bölge ve 'gönüllü' geri döndürme
Türkiye ve ABD arasında "güvenli bölge" etrafındaki diplomatik çalımlar sürüyor… Dün itibariyle el yükselten Ankara "sığınmacı" kartını gösterdi. ABD bundan ne kadar etkilendi bilinmez ama bu kart hem sığınmacıların yaşam hakları hem de Türkiyeliler açısından büyük bir tehlike oluşturuyor.
7 Ağustos’ta Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada mutabakat sağlandığı öne sürülen "güvenli bölge" bugün yerini tam bir muammaya bırakmış durumda. Türkiye ile ABD arasında güvenli bölgenin nerede nasıl kurulacağı, derinliği ve uzunluğunun ne kadar olacağı, bu bölgeden hangi tarafın ne kadar sorumlu olacağı konularında bir uzlaşmaya varılmaması, aradan geçen süre boyunca Türkiye’nin elini zayıflatmaya devam ediyor. Tüm dikkatlerin anlaşmaya varılan tek somut konu olan Harekat Merkezi’ne çevrilmesi, Ankara’da güvenli bölgeye ilişkin endişeleri de had safhaya taşıdı.
Başkent bugün, "ABD bizi oyalıyor" paranoyasını yüksek sesle dillendiriyor. Ankara yeni bir Menbiç senaryosuyla karşı karşıya kalmak istemiyor. Bunun için de dün itibariyle yeni argümanlarla sahaya çıkıyor.
Güvenli bölge görüşmelerinin aynı zamanda Suriyeli sığınmacıların bölgeye geri dönüş tedbirlerini de içerdiğini anımsatalım. Buradan hareket eden Ankara dün sığınmacı argümanıyla rakibinin karşısına çıktı. ABD’nin olası bir oyalama politikasına karşı ön almaya çalışan Çavuşoğlu, "Çok fazla geri dönmek isteyen Suriyeli mülteci var" diyerek, dikkatleri bir anda buraya çekti.
Çavuşoğlu’nun bu sözlerinin altı ne kadar dolu? Türkiye’de geri dönmek isteyen Suriyeli mülteci var mı?
Olur da uluslararası kamuoyu bu soruyu sorarsa Ankara’nın çekmecesi boş değil. Bugün Ankara’nın diplomasi çekmecelerinde Suriyeli sığınmacıların imzalarının yer aldığı binlerce "gönüllü geri dönme" evrakı bulunuyor.
Ama bu evrakların sahte olduğu öne sürülüyor!
Kronolojiyi biraz daha geri alalım…
22 Temmuz’da ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jefry ile yapılan güvenli bölge görüşmelerinde, bir sonuç elde edilemedi.
24 Temmuz’da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul’da 1000’i Suriyeli 6 bin kaçak göçmen yakalandığını açıkladı. Soylu’nun bu açıklamaları, son bir ayda İstanbul’da yaşanan deyim yerindeyse büyük bir göçmen avının da ilk işaretiydi.
Soylu’nun açıklamalarının ardından İstanbul’da görülmemiş bir polis ablukası mahalleleri sardı. Göçmenlerin yoğun yaşadığı mahallelerdeki bu ablukalar, göçmenlere yönelik gözaltı ve sınır dışı etme uygulamaları ile sonuçlandı. Temmuz ayının son haftası İkitelli’ye giden ARTI TV İstanbul Muhabiri Tuğba Baykal, gözlemlerini, "Göçmenler korkudan bodrum katlarından dışarı çıkamıyorlar" diye anlatıyordu.
Hem ARTI TV’nin mahallelerde yaptığı yayınlar hem de sosyal medyada dolaşan görüntüler göçmenlerin sokaklarda yapılan kimlik kontrolleri ya da evlerine yapılan baskınlarda topluca gözaltına alındıklarını, otobüslere bindirilerek geri gönderme merkezlerine götürüldüklerini ortaya koyuyordu.
Sonrası?
Sonrasına ilişkin detaylar da Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi’nin raporunda gizli. Raporda, göçmenler bu merkezlerde su ve yemek ihtiyaçlarının karşılanmadığını, aşağılandıklarını, kötü muameleye maruz kaldıklarını ve talep ettikleri hukuki yardımın sağlanmadığını anlatıyorlar. Dahası hepsinin anlatımı kendilerine zorla gönüllü geri gönderme evraklarının imzalatıldığı yönünde. Bazı göçmenler bu evrakları işkence altında imzaladıklarını şöyle anlatıyor:
"Kilis Öncüpınar Geçici Barınma Merkezinde, görevlilerin kötü muamele uygulayarak gönüllü geri dönüş belgesi imzalatmak için şiddet kullandıkları ve kişileri ya bu belgeyi imzalarsın ya da 6 ay burada kalırsın şeklinde tehdit ettikleri somut ifadelerle belgelenmiştir. …Başka bir kişi ise bir başkasının gözlerinin önünde tepeden aşağıya dövüldüğünü ve bunun üzerine kendisinin de Geri Dönüş Belgesini imzaladığını ifade etmiştir. Genel ifadeler, Gönüllü Geri Dönüş Belgesinin, tehdit, kötü muamele ve aşağılama yolu ile imzalatıldığını ortaya koymakta."
Bugün Ankara’nın güvenli bölge tartışmalarında ABD’yi köşeye sıkıştırmak için öne sürdüğü "Suriyeliler geri dönmek istiyor" söyleminin altında bu ve benzeri iddialar yatıyor.
İnisiyatif raporunda, "Zorla imzalatılan gönüllü geri dönüş belgeleri geçersizdir" tespiti yapılıyor. Sadece buraya kadar Ankara’nın güvenli bölge için kullandığı sığınmacı kartının uluslararası kamuoyunda bir geçerliliğinin olmadığı ortaya çıkıyor.
Ankara bu yolla diplomasinin mayınlı tarlalarında ne elde edecek bilinmez ama bu politikanın şimdiden Türkiye’de sadece sığınmacılar için değil tüm halklar için yaşam hakkını yakından tehdit eden bir alan açtığı da ortada.
Geçen ay boyunca İstanbul’u bir kara bulut misali saran büyük gözaltıdan çıkamayan ve kendini bir anda sınırın ötesinde savaşın ortasında bulan yüzlerce sığınmacı bu politikadan birebir etkilendi. Zorla sınır dışı edilenlerin geride bıraktıkları aileleri paramparça oldu. İstanbul’da binlerce göçmen geri gönderilme korkusuyla markete dahi gidemiyor, ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
Ankara ABD’den masada alamadığını sığınmacılar kozunu oynayarak almaya çalışıyor ama bu ülkenin her yanına büyük bir korku ve güvensizlik aşılıyor.
Zira komşumuz korkudan bodrum katında sığınırken;
Hangimiz güvende yaşayabiliriz ki!