Akın Olgun
HEDEP ile kuşatmayı aşmak mümkün mü?
Başlıktaki sorunun önemli olduğunu düşünüyorum ve eğer doğru cevaplar bulunabilirse, HEDEP’in tarihsel misyonunun anlamı belki daha da belirginleşecektir.
HDP “Türkiyelileşme” söyleminin temeline “Radikal Demokrasi” siyasetini koymuş ve bu paradigmanın her parçasını birbirine uyumlu olacak şekilde örgütleyip, dil ve söylem bütünlüğünü yaratmıştı. Bu bütünlük siyasi arenada rahat hareket edebilmesini sağlamıştı aynı zamanda.
Farklılıkları “Türkiyelileşme” söyleminde buluşturmanın, “Radikal Demokrasi” siyasetinde bir güce dönüştürme ve “Demokratik Modernite”, “Ortak Vatan” stratejisiyle elle tutulur hale getirmenin fikri mimarının, yıllardır tecritte tutulan Öcalan olduğunu da ifade etmek gerekir.
Tarih, birçok strateji, taktik ve fikrin uygulanamadığı için “başarısızlık” mahkumiyeti yediği örneklerle doludur. Bu yanıyla Kürt demokratik siyaseti, kurduğu paradigmayı en iyi şekilde sahaya yansıtarak, demokratik siyasetin öncülerini yaratıp, topluma birlikte yaşama, birlikte başarma duygusunu taşımıştır. Yani tam anlamıyla tarihe bir başarı kaydetmiştir.
7 Haziran 2015 genel seçimlerinde önüne konan barajı yıkarak Türkiye’nin 3. büyük muhalefet partisi olmayı başardı HDP. Bu sonuç halkta sevinç devlette panik, iktidarda korku, sistemde telaş yarattı. Sonrasında yaşatılan acıların, saldırıların, öncü siyasetçilerin rehin alınmasının, operasyonların hemen hepsi, bu başarıyı yok etmek için hayata geçirildi diyebiliriz.
İktidarın, HDP’nin içini boşaltma, kimsesizleştirme ve kimliksizleştirerek oluşan boşluğa ilişik yaklaşımları hâkim kılma derdi ve müdahaleleri o günden sonra hiç bitmedi. Elbette bu müdahalelerle mücadele de partiyi yordu ve bu yorgunluk genel seçimlerde çıkan sonucu yaratan etkenlerden biri oldu.
Öte yandan, HDP seçmeninde ve ittifak içi çıkan tartışmalarda eleştirel tutumu aşarak hakaretlere varan söylemlerin; “Kürdi” “Türki” ayrımı temelinde sunulan kimi ideolojik desteklerin ve ortama sokulan yalan yanlış bilgilerle oluşturulan algının da çıkan sonuca katkısı yadsınamaz.
Parti ile seçmenleri arasında “yabancılaşma” hali elbette bir duygusal kopuşu beraberinde getirecekti. Kapışanların sesi o kadar yüksek çıkıyordu ki, herkes aynı şeyi düşünüyormuş havası hâkim oluyordu. Oysa sessiz çoğunluk olan biteni görüyor ama bir trol gibi hareket eden linç şebekelerinin seviyesine düşmemek için susuyordu.
Siyaset iletişimi felç geçirmiş, paradigma silikleşmiş ve sürüklenme kaçınılmaz olmuştu. HDP’nin yarattığı düşe ortak olanlar, savundukları partilerinin kendilerini yok sayan tutumu ile, eski/yeni siyasetçilerin buna çanak tutan yaklaşımları karşısında sarsılmışlardı.
Güven bir kez sarsıldığında onu yeniden kurmanın ne kadar zor olduğunu bilen birçok sorumlu parti yöneticisinin pozitif çabası ve iradi yaklaşımı her ne kadar biraz durumu toparlasa da, geç kalmışlığın önüne geçmek mümkün olmadı.
HDP’nin Türkiyelileşme siyasetinde havlu atması için planlanan ve bu planı gizlemek için “Kürdi” olma imzası taşıyan güçlerin, KDP çizgisiyle paralel tutumu dikkat çekiciydi ama bunu görünür kılmak, yeni bir tartışmanın kapısını açmak olacağından sessize alınması tercih edilmişti.
Eğer 1994 HADEP atılımıyla gerçekleştirilen süreç ile bugün kendisini ilan eden HEDEP’in “atılım” misyonu arasında bir bağ kurulacaksa, bu bağın ideolojik temelinin güçlü inşa edilmesi olmazsa olmaz gözüküyor.
Yarına bırakılan her söz bir erteleme demektir ki, eğer yarına dair hakiki cümleler kuramıyorsak biraz da bu ertelenen sözler yüzündendir.
HEDEP Eş Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın tecrübesi, parti geleneğine dair hakimiyetleri, siyaseten yıpranmamış olmaları ve en önemlisi atılımı genç kılma yaklaşımları, bence önümüzdeki süreçte siyaset ve seçmen üzerinde ciddi etkiler yaratacak ve pozitif bir süreci de başlatacaktır. (Umutlar bu yöndedir)
İTTİFAK SİYASETİNİN YENİDEN İNŞASI
Hem ittifak siyasetinin yeniden inşası, hem de sarsılan güven ilişkilerinin hızla onarılıp, mücadele ve birlikte kazanma zeminine oturtulması yerel seçimler açısından da elzem bir sorumluluk olarak HEDEP’in ve Eş Başkanların önünde duruyor.
Demirtaş ile ilişkilerin yeniden doğru bir zeminde kurulması,
Parti dışından seslere kulak verilmesi,
HEDEP’i ülkenin batısında daha görünür kılacak bir iletişim stratejisinin belirlenmesi,
Stratejinin entelektüel alanının kurulması,
Partiden kopmuş, küsmüş, küstürülmüş herkesin yeniden kazanılması,
Toplumsal söylemlerin ve dilin marjinal tutumlardan arınması,
“Radikal Demokrasi” siyasetiyle seçmenle kurulan düşünsel ve duygusal bağın yeniden kazanılması ve en önemlisi, yerel seçimlere dair bütünlüklü bir seçim politikasının belirlenip, bu politikanın tüm inceliklerinin iletişim diline dökülmesi kuşatmayı yarma politikasının akıcılığında büyük rol oynayacaktır.
En başa dönersek: Evet HEDEP bu kuşatmayı aşabileceğini büyük kongrede bir araya gelen irade ile göstermiştir. Daha önemlisi ise, her hareket etmek istediğinde “hele bir dur” diyerek geriye doğru çekmeyi kendisine iş edinmiş statüko “zengini” kesimlere karşı tavrını ortaya net koyduğunda çok daha iyi anlaşılacaktır.
Kraldan daha kralcı kesilen ve hayatlarını siyaseten bundan kazanan geniş tüketici bir kesim olduğu gerçek. Öte tarafta ise partinin çeperinden itilmiş, eleştirel davrandığı için dışlanmış ve daha önemlisi partiye sunacakları yetenekleri işlevsiz kılınmış devasa bir kitle var. Bu durumun işaret ettiği gerçekleri göz önünden ne kadar çok çekerseniz, bir o kadar daha insan kendisini tükenmiş hissedecektir.
Eğer bu his dönüştürülemezse, HEDEP Eş Başkanlarının kendi geleceklerini ve elbette var oldukları siyaset zeminini de etkileyecektir.
Sonuç olarak, en büyük kuşatmanın kendimize yaptığımız kuşatma olduğu gerçeğini hep akılda tutmak gerekiyor.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.