hegemonyanın peşinde…

bu yürüyüşü liberal mi buluyorsunuz, başkasını düzenleyin, daha da güçlü olsun. ama hegemonya kuracağım diye bunu dağıtırsanız, elimizde ne kalacak?

ben erken yaşta feminist oldum, yetişkin ömrümü feminist olarak geçirdim, feminist olmasaydım, yazı yazar mıydım, en azından şimdiki gibi "yazar" olur muydum, emin değilim. feminist olup yazma ihtiyacı duyduğumdan beri sol ve feminizmin ilişkisi üzerine kaçıncı kez yazdığımı hatırlamıyorum. bu konu benim için önemli çünkü hem feminist hem de solcuyum. bu yazı da o sayısını hatırlamadığım yazıların arasında yer alacak ve feminist yoldaşlarım beni bağışlasın, konuya soldan bakan bir yazı olacak.

toplumsal siyasal olayları psikolojinin kavramlarıyla düşünüp anlamayı doğru bulmuyorum ama bazı politik gelişmelerin tekil insanların psikolojilerinde birbirine benzer sonuçları olabiliyor. örneğin tek siyasal faaliyeti, ama örgütlü ama örgütsüz olarak, sosyal medyada veya gerçek ortamlarda başka muhaliflerle tartışmak olanların, savundukları her şeyi, en uç noktaya taşıyarak, en fazla sayıda insanı kırıp dökerek, hiç adap-kural tanımayarak, tartışma ahlakının sınırlarını genişleterek, belden aşağı tabir edilecek argümanlara başvurmaktan çekinmeyerek savunmaları, kendileri için sosyal ilişkiler içinde sivrilmekten başka anlamı olmayan tartışmaları sanki hayat memat meselesiymişçesine yürütmeleri bir tesadüf değil, kendilerini politik olarak var edecek araçlara ve kimi zaman sabra, motivasyona ve enerjiye sahip olmamalarının sonucu. bunların çoğu bir politik hareket olarak solun meselesi, bence.

kendisini marksist-leninist payda üzerinden tanımlayan sol düşünce bu ülkede uzunca bir zaman boyunca devrimci muhalefetin ana eksini oldu; örgütleyerek, harekete geçerek, deneyerek, bazen hatta sık sık yanılarak ama bundan öğrenerek yürütülen bu mücadele bir hegemonya olarak söz edebileceğimiz şeyi de sağladı. ama bu dönemi hegemonyayla tanımlamak ve daha kaba ifade edersek "buralar bizden sorulurdu, bunlar nereden çıktı?" sorusuyla devam etmek çok yanlış.

solun bu egemenliğinin üstünden kırk, en iyimser bakışla otuz yıl geçti. bugün bu ideolojik hegemonyadan, siyasal hegemonyadan söz etmek mümkün değil. bunun, eskisine benzer bir şekilde yaratılmasının hayırlı olup olmayacağı ayrıca tartışılmaya değer ama şunu görmek gerek; sol, üreten, örgütleyen, değiştiren bir akım olmaktan çıkıp yargılayan, değerlendiren bir akım, adeta "o öyle yapılmaz" cümlesinin kendisi haline geldi. bugün hegemonya, solun birçok kesimi için, hareketin, toplumsal dönüşümün alternatifi olarak temel hedef.

kadın hareketi konusunda da benzer bir durumla karşı karşıyayız. uluslararası ölçekte, ikinci dalgayla başlayan feminist hareket, hem birinci dalgayı hem de onun çağdaşı olan sosyalist kadın hareketini çok aşan bir noktada bugün. daha fazla kadını harekete geçiriyor, daha fazla kadını kapsıyor, daha fazla talep için mücadele ediyor ve en önemlisi, taleplerle yetinmiyor, daha geniş çerçevede devrimci bir bakış açısı var…

türkiye’de de benzer bir durum var, feminist hareketin ulaştığı örgütlülük seviyesine geçmişte ancak ilerici kadınlar derneği ulaşmıştı ama o hareketin de geniş örgütlülüğüne rağmen kadınlar açısından bir değişiklik yarattığını söylemek çok güç. altını çizerek yazayım, solun en güçlü olduğu dönemlerde dahi, feministlerin başını çektiği bugünkü hareketin gücünde ve etkisinde bir kadın hareketi yoktu, olmadı çünkü böyle bir perspektif yoktu. (oysa işçi hareketi, gençlik hareketi bugünün kat be kat üstünde bir güce sahipti.)

her yıl birkaç defa alanlarda gördüğümüz, akp iktidarına meydan okuyan ve her ilde, pek çok ilçede, kadınlarla dayanışma yapıları kurmuş olan kadın kurtuluş hareketinin varlığı bir solcuyu sevindirmeli. ama görünüşe bakılırsa, devrimciliği eşitlik, özgürlük, adalet yönünde bir değişim değil de kendi hegemonyası olarak tanımlayanlar için bu bir hüsran sebebi. o yüzden kadın kurtuluş hareketi hegemonya kurulması gereken alanlardan biri olarak görülüyor.

bu mümkün mü? sanmıyorum. ama mümkün olsa bile olumlu sonuçları olacağı söylenebilir mi? şu feminist gece yürüyüşü hakkında yürüyen tartışmalar üzerinden bu konuya bakabiliriz. sol hareketin, istanbul’da örgütlediği son kitlesel eylem, taksim meydanı’nda gerçekleşen 2012 –ve tabii ondan önceki 2010, 2011 – 1 mayıs mitingi. onun da izinli olduğunu hatırlarsınız. iznin olmadığı 2013’te sayı ne kadar azalmıştı, onu da hatırlayanlar vardır. bakırköy’de düzenlenen 1 mayıs gösterilerinin cılızlığını, coşkusuzluğunu da…

feminist gece yürüyüşü’ndeki kadar büyük bir kalabalığa güven vermek, geçen seneki saldırıdan sonra bu kadınların eksilmeden hatta artarak orada olması (her yerde bombaların patladığı 2015’te de böyle bir riske rağmen on binlerce kadının orada olduğunu hatırlatayım), bu kadar insanı dağıtmadan bir yürüyüş gerçekleştirebilmek ve en önemlisi bir devamlılık sağlayabilmek ve bunu 18 yıldır, her yıl değişen ekiplerle başarabilmek öncelikle takdir gerektiriyor, özellikle solcu, devrimci açısından.

beğenmiyor musunuz, olabilir. alternatifini öreceksiniz. bu yürüyüşü liberal mi buluyorsunuz, başkasını düzenleyin, daha da güçlü olsun. ama hegemonya kuracağım diye bunu dağıtırsanız, elimizde ne kalacak? gençlik alanında, sendikalarda elimizde ne kaldı?

sosyal medyada, tartışma forumlarında, mail gruplarında, dergi sayfalarında bütün feministlerin ağzının payını verin, her tartışmada haklı çıkın, yine de elimizde kalan değişmeyecek. feminizm, kök saldığı bu topraklarda da yoluna devam edecek. çünkü mücadelenin sağlaması kendi kendine yönelik değerlendirmelerle, lafla değil, hayatla, gerçeklikle yapılır. marx’ın da benzer bir sözü var ama bu kadar açık bir gerçeği görmek için kitaba bakmaya gerek yok değil mi?

(söylemeye gerek yok ama bu yazının gösteriye katılanlar arasında yürüyen tartışmalarla bir ilgisi yok.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi