Mühdan Sağlam

Mühdan Sağlam

Hiroşima’nın beklediği özür ve G7’nin çelişkisi

19-21 Mayıs'ta yapılan G7 zirvesine Japonya ev sahipliği yaptı. Japonya içinde seçilen adres Hiroşima’ydı. Zirvenin adresi nükleer silahlanma konusunda çağrıyı da beraberinde getirdi: Ancak çağrıya konu olan devletler buna uyar mı, hiç sanmıyoruz.

Grup 7’nin (G7) 19-21 Mayıs 2023’teki toplantısına Japonya ev sahipliği yaptı. Japonya içinde seçilen adres Hiroşima’ydı. Toplantıya ABD, Japonya, İtalya, Kanada, Almanya, Fransa, İngiltere gibi daimi ülkelerin yanında Avrupa Birliği (AB), Endonezya, Hindistan, Güney Kore, Avustralya ve Vietnam davetli olarak katıldı.

Zirvede enerji güvenliği, ekonomi, Asya Pasifik’teki son gelişmeler, Ukrayna Savaşı ve Rusya gibi önemli başlıklar ele alındı. Zirvenin adresi, özel bir gündem ve çağrıyı da beraberinde getirdi: Nükleer silahlanma. Hiroşima neyi temsil ediyor? Dünya nükleer silahlanma sürecinde nasıl bir yoldan geçti? G7 çağrı metninde sorunlu konu ne? Bu hafta bu sorulara yanıt arayacağız.

TARİHİN AÇMAZI VE ATOM BOMBASIYLA GÜÇ GÖSTERİSİ

Siyasi tarih literatürü tarandığında İkinci Dünya Savaşı 1939-1945 arasında bir cephesinde Mihver Devletleri (faşist devletler İtalya, Almanya, Japonya), karşı cephesinde Müttefik Devletler (ABD, İngiltere, SSCB, Çin…) olduğu iki cepheli topyekun bir savaştı.

Savaşta önce İtalya, ardından Almanya düştü. Avrupa’da savaşın bitmesinin ardından Japonya’nın zaten düşmek üzere olduğu biliniyordu. Buna rağmen ABD, 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya 9 Ağustos’ta da Nagazaki’ye atom bombası attı. Atom bombasının kullanımı gerekli miydi sorusu yeterince sorulmadı. Aslında kısık sesle söylense de bilinen bu bombanın kullanımına gerek yoktu, üstelik ilk bombanın yarattığı yıkım bilindiği halde üç gün sonra ikincisinin atılmasına hiçbir şekilde gerek yoktu.

Söz konusu dönemdeki belge ve lider tanıklıkları göre 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya ilk atom bombası (uranyum tipi) atıldıktan sonra dönemin Japonya hükümeti, kayıtsız koşulsuz teslim müzakereleri başlatmak ister. Buna rağmen, 9 Ağustos’ta ABD Nagazaki’ye ikinci atom bombasını (plütonyum tipi) atar. Yaygın kanaate göre ABD’nin asıl hedefi “bu kadar masraf yaptığı bombaları kullanmak” ve özellikle savaş sonrası düzende dikkate alınmak üzere caydırıcı gücünü göstermektedir” . Bazı uzmanlar Japonya atılan bombaların bir deneyin son aşaması olduğu iddiasını da savunuyor. Açık olan ABD’nin açtığı yoldaki güç gösterisi, başlayan Soğuk Savaş'la birlikte yerini iki tarafın rekabetine bıraktığıdır.

Nihayetinde SSCB (1949) kısa sürede rakibi ABD’ye yetişerek nükleer silahlara erişti. SSCB’yi, İngiltere (1952), Fransa (1960) ve Çin (1964) izledi. Özetlemek gerekirse Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, aynı zamanda nükleer silahlara sahiplik konusunda da bir statükoya sahip. Bu statükonun korunması, uluslararası barış ve güvenliğin gereği olarak görülür, aksi girişimler düzene tehdit olarak sınıflandırılır. Nihayetinde 1968’de Nükleer Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons-NPT) ile de bu statüko güvene alınmıştır. Nitekim burada anlaşmaya uymayan devletlerin BM Güvenlik Konseyi’ne raporlanması da bu sistemin işlerliği konusunda fikir verir. Beş koltuklu nükleer kulüpte koltuklar kapılmış, göz yumulan bazı ülkeler haricinde bir başkasının nükleer silah edinmesi zorlaştırılmıştı.

DEHŞET DENGESİNDEN YENİ NÜKLEER TEHDİDE

Nükleer silahlar, her ne kadar rekabette galip gelmenin, ayrıcalıklı olanlar arasındaki son koltuğu kapmanın kestirme yolu olarak görünse de, yaygın tabirle cehennemin kapılarını açtığı açık. ABD’nin Japonya’daki pervasızlığını, güç gösterisini yüzbinlerce kişi canıyla ödedi. Bu dehşet dengesi yavaşlasa da, nükleer silahların yeri her zaman daha başka.

Tüm silahlar tehlikelidir, ancak nükleer silahlar dünyayı yok edecek kapasiteye sahip, üstelik geçmişe göre daha da güçlendirildikleri açık. G7’de Kuzey Kore’nin adı zikredilse de asıl uyarının SSCB’nin ardılı Rusya’ya olduğu açıktı. Rusya özellikle Şubat 2022’de Ukrayna işgali öncesi ve işgalle beraber sık sık nükleer silahları gündeme getirdi. Dahası Mart ayında Putin, Rus medyasına Belarus’a taktik nükleer silahlar konuşlandırılabileceğini söyledi.

G7’NİN ÇAĞRI YAPTIĞI ANTLAŞMAYI ABD 27 YILDIR ONAYLAMADI

Putin’den gelen açıklamalar G7’ye elbette etki etti. G7 açıklama metninde buna gönderme yapıldı. Dahası metinde 1996’da imzaya açılan ancak sekiz devlet parlamentosunda onaylamadığı için yürürlüğe girmeyen Kapsamlı Nükleer Testlerin Yasaklanması Antlaşması’na(CTBT) katılım çağrısı da yapıldı. Açıklamanın ilgili kısmı şöyle:

"Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana küresel nükleer cephaneliklerde elde edilen genel düşüş devam ettirilmeli ve bu konuda gerileme olmamalıdır…. Hiçbir ülkenin herhangi bir nükleer silah testi yapmaması veya başka bir nükleer patlama gerçekleştirmemesi gerektiği konusunda kararlıyız, buna yönelik herhangi bir tehdidi kınıyoruz ve Kapsamlı Nükleer Testlerin Yasaklanması Antlaşması'nın (CTBT) yürürlüğe girmesinin acil bir konu olduğunu bir kez daha vurguluyoruz”

Öncelikle CTBT’nin yürürlüğe girmesi kesinlikle önemli, bu konuda G7 vurgusu yerinde ancak eksik. Örneğin G7 bu çağrıyı kime yapıyor? Rusya bu anlaşmayı 1996’da imzaladı, 2000’de meclisinden geçirdi. Peki anlaşmaya imza koyup onaylamayanlar kim?

2023 verileri dikkate alındığında anlaşmayı onaylamayan devletler şunlar: Çin, İran, İsrail, Mısır ve ABD. Yani dünyanın en büyük iki ekonomisi, BM Güvenlik Konseyi’nin iki daimi ABD ve Çin antlaşmayı onaylamadı. Peki G7’de ABD’nin olduğu dikkate alındığında bu çağrıda ABD’nin de bulunması tuhaf değil mi? İşte burada gördüğümüz bize küresel düzenin yapısı konusunda iki önemli hatırlatma ve soru işareti sunuyor.

NÜKLEER TEHDİDİ DURDURACAK OLAN NE DEĞİLDİR?

Nükleer silahların yayılması ve deneyleri, hem doğa hem insan için tehlikeli. Ancak CTBT zaten nükleer silahı olanlara dönük bir sınırlandırma taşımıyor. Benzer biçimde nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemeyi hedefleyen NPT’nin kendisi de.
1996 koşulları uyarınca ortaya çıkan CTBT’ye katılım çağrısı yapan devletlerden biri olan ABD antlaşmaya onay vermemişken, G7’nin bu çağrısına diğer ülkeler neden kulak versin?

Önce G7 ve ABD bu çelişkiye yanıt vermeli.

Örneğin Eski ABD Başkanlarından Barack Obama 2016’daki Hiroşima ziyaretinde “Ölenlerin ruhları bizimle konuşuyor” demişti, ancak ölenlerin yakınlarının, yani yaşayan ruhların, beklediği özrü onlara çok görmüş ve özür dilememişti. Obama’dan sonra Joe Biden, Hiroşima’yı ziyaret eden ikinci lider oldu. O da özür dilemedi, kendisiyle ruhların konuşup konuşmadığını da söylemedi. Poz verdi, üzüntülü görüntü ortaya koydu ancak özür gelmedi. Gelmeyen özür ve gelmeyen onay aslında ABD’nin duyduğu pişmanlık ve nükleer silahlara dönük anlaşmalara bakış açısı konusunda güçlü karineler sunuyor. Bakınız, İran Nükleer Antlaşması’ndan çekilme (2018) ve geri dönmeme.
İkincisi, antlaşmaya bugün tüm devletler uysa dahi, nükleer silah sahibi olup tehdit savuran bir devleti veya devletleri nasıl dizginleyecek? Örneğin Rusya’nın ardından bir başka nükleer güç benzeri bir çıkış yaparsa ne olacak?

İkinci soru zor ve cevabı bir çırpıda verilemeyebilir, ancak bu soruya yanıt aranıyor mu, bunu bilmiyoruz. Sunulan metinle G7 ülkeleri de buna bir cevap mı arıyor, yoksa bireysel düzlemde her devlet çıkar maksimizasyonuna mı bakıyor belli değil… Çağrıya konu olan devletler buna uyar mı, ihtimal düşük, çünkü barış ve güvenlik âli çıkarlar söz konusu olduğunda hemen gözden çıkarılıyor, tıpkı 70 bin Hiroşimalının bir çırpıda kül edilmesinin göze alınması gibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mühdan Sağlam Arşivi