'İnsan tamamlanmamıştır'*

Bugünkü kültür canlı yeryüzüyle, sömürüye, yok etmeye ve açgözlülükle tüketmeye yönelik barbar bir ilişki kurmamızı teşvik etmekte.

“Mağaradan daha yeni çıkıyoruz. İnsanlaşma süreci halen devam ediyor... İnsan sevmeyi muhtemelen öğrenecektir.” Dionys Mascolo

Bugünün en büyük sorunu bizzat insan sorunu olarak gözükmekte. Günümüz insanı için temel sorun insanın kendisi, “İnsan nedir?” sorusu. İnsanın biyoloji alanına giren ve beşer durumundaki hali ile, hakkında filozofun, şairin söz söylediği, dinin ve ideolojilerin ilgilendiği insan olma hali arasındaki zorlu ve çetrefil sürecin bilinmezliği devam ediyor.

Hayvandan farklı olarak planlı kötülük yapabilen, binlerce yıldır sürekli savaşan sapiens henüz barbar olmamaya ikna edilememiş halde. Silahları, giysileri, yedikleri, mekanları değişmiş ancak öldürme, katliam yapma, yağmalamadan duyduğu zevk değişmemiş, şiddet eğilimi daha da artmış durumda.

Merih’ten yeryüzüne gelip keşfettikleri canlılar hakkında kendi gezegenlerinde konferans veren bilginlerden birini, fantastik bir geziyle Merih’e giden yeryüzü bilgini tesadüfen dinlemeye gider ve şu tespitleri duyar:

“Evet sonunda Dünyada hayat olduğunu söyleyen bilginlerin teorisi doğrulandı. Son araştırmalar orada hayat açısından çok ileri varlıkların var olduğunu göstermiştir. Bunlardan birinin adı beşerdir…o iki deliği, dört tutamağı olan bir tulum veya kırbadır. Bunlar beşer diye adlandırılır ve yeryüzünde o yandan bu yana, acayip bir telaşla ve hiçbir gezegen topluluğunda benzeri olmayan çok vahşi bir biçimde harekete geçerler. Bunların kendilerine özgü birbirini öldürme çılgınlığı vardır.

Kimi zaman uzak noktalardan, birbirleriyle hiç irtibatı olmayan birbirini hiç tanımayan bu canlılardan büyük gruplar bir tasarım, düzen, heyecan ve tahrik ile kuşanır ve çok modern silahlar ve üst düzey donanımla yola düşerler; geçimlerini, işlerini, uğraşlarını ve ailelerini bırakıp gelir ve karşılıklı saf bağlar, sonra da kıyasıya savaşırlar.

Ben yiyecek sağlamak için bunu mutlaka yapmaları gerektiğini sanıyordum, fakat sonra gördüm ki! tuhaf bir zahmet ve çileyle birbirlerini katledip öldürüyor, sonra kalkıp evlerine dönüyorlar. Kısaca adı beşer olan bu türün kendine eziyet etme ve kendini öldürme ile dolu bir tarihinin olduğundan bahsedilebilir. Bütün donanımlarını birbirlerini öldürme araçları için harcarlar… bunun ardından büyük katliamlar gelir…. Oysa birbirlerinin et ve kanlarını yemezler.

Birbirleriyle boğuşma ve vuruşmadan, birbirlerini yığınla öldürmelerden ve birbirlerinin evlerini yakıp yıkmalardan sonra bunları öylesine bir gurur ve böbürlenme kuşatır ki bunun nasıl moral ve ruhsal bir durum olduğunu biz anlayamadık. Sonra destanlar yazarlar... yeryüzüne çok hakim oldukları halde bunların şimdiye kadar hiçbir hayvanın duçar olmadığı çılgınlık ve delilikleri vardır.” ( Ali Şeriati- İnsanın Dört Zindanı-Fecr Yayınları- Ankara-2021)

Vahşi bir kavme hükmeden Cengiz Han başta olmak üzere görece medeni toplumları yöneten büyük imparatorlarla bugün medeniyeti temsil ettiği iddiasını taşıyan kapitalist-sosyalist düzenin iktidarları arasında bir fark bulunmamakta. Öncekiler “ben öldürmeye geldim” derken, medeni olduklarını iddia edenler “ben barışı tesis etmek için geldim” demekte.

İnsan sonu olan bir varlık. Sonlu olmanın yarattığı sorularla, benliğini ve özellikle tinsel yanını yok ederek ya da umutsuzluk yolunu göstererek baş edemez. Tüketim hırsıyla kuşatılan insana “niçin” sorusu kendisini dayatmakta. Bir tarafta çok çalış ya da bizde giderek artan bir şekilde olduğu gibi kolayca kazan ve lüks içinde tüket kuşatması diğer tarafta ölüm karşısında sorulan “niçin” sorusu. Anlam sorunu modern insanın hayatında bu çelişkiyi ortaya koymakta.

Rönesans’tan başlayıp Aydınlanma Çağı’na kadar süren dönemde evren akıl ve mekanizmalardan ibaret bir şey olarak kabul edilirken, hem insan dışındaki bütün canlı varlıklar hem de yeryüzü cansız hale getirildi. Toprağın bir ruhu olabileceği, bir ağacın toprakla ve diğer ağaçlarla kurduğu iletişimin, bir kelebeğin kanat çırpışının, bir kuşun uçuşunun bir anlam taşıyabileceği, inanışların hakiki yankılarının bulunabileceği düşüncesi gülünç bulunup basitleştirildi.

Bu anlayış, doğanın yenilmesi ve hükümranlık altına alınması gereken bir engel, tüketilmesi gereken bir kaynak olarak görülmesine neden oldu. Bugünkü kültür canlı yeryüzüyle, sömürüye, yok etmeye ve açgözlülükle tüketmeye yönelik barbar bir ilişki kurmamızı teşvik etmekte.

Şiddetin taşıyıcısı, doğanın barbar tüketicisi olan eksik insan, öncelikle kendisinin nitelik ve yaratılışını, evrenin yapısının nitelik ve yaratılışını ve kendisinin evren ile ilişkisinin nitelik ve doğasını algılarsa bilinçli bir varlık haline gelir, insan olur.

İnsan olmanın ikinci ve en üstün aşaması seçen bir varlık haline gelmesidir. Albert Camus’un belirttiği gibi insan üzerinde egemen olan düzene karşı, doğayı tahrip eden sisteme karşı, kendi güdüsel dürtülerine karşı başkaldırabilen ve seçebilen bir varlıktır. Camus bunu şöyle ifade eder: "Başkaldırıyorum, kendime, benliğime, doğaya ve topluma egemen olan düzene karşı ayaklanıyorum ve bir şeyi reddedip yerine başka bir şeyi seçebiliyorum.”

Her insan toplum tarafından kodlanır ve şekillenir. Ayrıca insan tarihin, ideolojilerin ve içgüdülerinin baskısı altındadır. Bu durumda kendi iradesiyle seçme hakkı bulunmayan kimse insan değildir. İnsan seçmeyebilecekken seçebilen ve seçiminin nedenlerini açıklayabilen varlıktır.. Bu nedenle insanın oluşma süreci tek yönlü bakış açısına sahip olan ideolojiler içinde sekteye uğrar. (İdeolojiler bir kulübedekinin bir saraydaki gibi düşünmeye başlamasıdır.. Rüya başkasına kaptırılmıştır artık.” Ulus Baker)

Eksik insanın yaratan bir varlık haline gelmesi insan olmanın bir diğer boyutudur. İnsan yaratıcı gücünü bilimsel alanın ötesinde sanatsal yaratış alanında göstererek aşama kaydeder. (Şeriati-a.g.e)

Yaratıcılık sınırlar gerektirir, çünkü yaratıcı edim insanı sınırlayan ve gerginlik yaratan şeyle birlikte ortaya çıkar ve sınırları zorlar. Sınırlamalar kendiliğindenliği sanat ya da şiir eseri için aslolan farklı biçimlere doğru yönlendirir. “Akılsız kişiler kendisiyle çatışmanın kendi içinde bir uyuma vardığını anlamazlar: Armoni, yay ve lirinki gibi, karşıt bir gerilimi içerir." (Heraclitus)

İnsan bilinçli, seçici, yaratıcı bir varlık olarak oluş halinde olduğundan hiçbir ideolojiyle sınırlanamaz. Satre’a göre doğadaki varlıkların önce mahiyetleri yaratılmış sonra varlıkları ortaya çıkmış olmasına rağmen, insanda varlık, mahiyetten önce gelir. Varlık olarak insan bilinmezdir. Önce varlık kazanır ama iradesiyle şekilsiz mahiyetine istediği gibi boyut kazandırır, şeklini ve rengini yani mahiyetini belirler. Satre, irade ve seçim yapmanın insandan alınması durumunda insanın taşlaşmış ve kafes içine hapsedilmiş olacağından endişe duyar.

İnsan kendini anlamlandırma sürecinin son aşamasında deruni, zor ve meşakkatli bir çaba göstermek durumunda kalır. Bu aşamayı atlatabilen insan özgür olacaktır. Özgürleşen insan sorumluluğunun bilinciyle insanlarla işbirliği içinde başka bir insanın oluşumuna ve başka yaratışlara el verecektir.

Nietzsche, insanlığın adaletsizlik ve anlamsızlık temel sorunlarına dikkat çekerken adaletsizlik için hukuku öne çıkarır, anlamsızlığın çaresini ise sanatta bulur. Adalet duygusu güçlendirilirken, şiddet içgüdüsü zayıflatılmalıdır. Sanat da hayata anlam katarken, neşeyi ve coşkuyu arttırır.

Nietzsche, insanı eksik görürken insan-üstün insan ayrımını yapar ve insanı aşılması gereken bir varlık olarak görür. İnsanın hakikati bir hakikatinin olmamasıdır. O, sonsuz devinim ve akış içinde bir olanaklar varlığıdır. Önemli olan seçme hakkını hangi yönde kullanacağıdır.

Çetin Altan’ın sorusuyla varlıklı olmak mı, var olmak mı? Önemli olmak mı, değerli olmak mı? Açgözlü davranıp mal mülk edinmek hırsıyla şatafat içinde tüketme esrikliğine kapılmak mı yoksa insan-evren bağlamında bilinçli olmak, seçme özgürlüğünü tinsel dünyasını geliştirecek şekilde kullanmak, yaratma süreçlerine katılarak, neşe ve coşkuyu kaybetmeden yaşamak mı? (“Sevinç, neşe insanın daha az bir yetkinlikten daha büyük bir yetkinliğe geçişidir!” Spinoza)

Başlangıç noktası, eksik de olsa insandır. İnsanlığın kurtuluşu sistemlerde değil, insandadır. Eksik olan insan tamamlanma hedefine ulaştığında, sevgi yoluyla bunu çoğaltabilirse ancak şiddetsiz, huzurlu, adil bir dünya inşa edebilir.


*- Dostoyevski, Nietzsche, Paz kavramlaştırması.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi