ayşe düzkan
israf, yolsuzluk, kamulaştırma
dinleyenleriniz olmuştur; epey zaman oldu, sayın cumhurbaşkanımız bir yayında, "biz üç y’ye karşı mücadele sözü verdik" mealinde lafa başlayıp saymıştı, "yoksulluk, yasaklar," sonra bir duraklayıp devam etti: "yoksulluk." yine böyle aralık ayıydı, yıl 2014’tü. üçüncü y’nin aslında ne olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım.
bugün olsa diğer ikisini de anabilir mi diye düşünenleriniz olmuştur. akp’nin iletişim politikasını göz önünde bulundurarak, anabileceğine inanıyorum ben. örneğin daha geçenlerde cumhurbaşkanı yardımcısı fuat oktay, kürtçenin yasak olduğu günlerden, okullarda öğretildiği, kürdoloji bölümlerinin açıldığı günlere gelindiğini söyledi. hangi okullar? ilkokul, ortaokul, lise? dil eğitimi oralarda başlıyor malum. üstelik kürdoloji bölümlerinde dahi kürtçe tez yazmak yasak. oysa ingilizce, fransızca tez yazılıyor!
tek haber kaynağı anaakım medyanın televizyon kanalları olanlar, çalışma saatleri haber bültenini dinlemelerine izin verirse, bu iletişim politikasının sonuçlarını duyuyorlar. iyice kulak kabarttıklarını sanmam. hastalanmadan, canından olmadan, hastalansa da hastalığın kendisini ekmeğinden etmesine izin vermeden iyileşmeye çalışan, ayın sonunu da değil ortasını zor getiren çoğunluk için yasaklar veya kadınların seçme seçilme hakkını esas olarak 5 aralık 1935’te mi yoksa 2015’te, başörtülü kadınlar rahatça meclis’e girebildiğinde mi kazandığı gibi konular herhangi bir anlam ifade etmiyor. bugün ayın sonunu getirememek bile bir şans, ne çok ev, herhangi bir biçimde dönmediği için kapatılıp ana-baba yanına sığınılıyor. her şeyin ama her şeyin, -imamoğlu’nun istanbul halk ekmek a.ş. ile ilgili açıklamasında da değindiği gibi- ekmeğin dahi en ucuzu aranıyor. yoksulluk, birkaç hediyeyle, biraz destekle ortadan kaldırılacak bir şey değil, çünkü birkaç hikâyeden ibaret değil. açlık çekmeyenin şükrettiği, ısınma, banyo yapma gibi çok temel ihtiyaçlara ulaşamayan milyonların olduğu bir yer burası ve bu insanlar keyif çayı içerek teselli bulmuyor.
o yüzden, eğer televizyon hâlâ satılmadıysa yardım haberleri, asgari ücret haberleri, emeklilere zam haberleri can kulağıyla dinleniyor.
insanı insanlığından çıkartan y’nin, yoksulluğun temel sebebi kapitalizm; onun nasıl işlediği sadece tezgâh başında değil, işçiye karşı patronun yanında duran devlette, "öyle mi alay komutanı"nda görülüyor. fazlasını da biliyoruz ama dünyayı değiştirmek bir yana, en ufak bir değişiklik için dahi, bilmenin yeterli olmadığını, anlatmak, ikna etmek de gerektiğini hatırlatarak devam edeyim.
sistemin dibinde, kökünde, en iyi durumda bile bir tehdit olarak bulunan yoksulluğun bugünkü gibi azmasını anlamak için başvuracağımız üç kavram var; yolsuzluk, israf ve neoliberalizm.
para kazanılır, biriktirilir ama sermaye, yani başkalarını sömürecek "işletme"yi kuracak servet, kendi kendine kolay kolay birikmez, çeşitli suçları görmezden gelinerek, kollanarak birikir. kayırmacılık, kamunun zarar edeceği kesin ama kimilerini zengin eden yatırımları, bu iktidarın temel direği olan inşaat sektörüne sağlanan kolaylıklar, mülkiyet hakkı dahi hiçe sayılarak el konulan banka hesapları üç y’nin telaffuz edilemeyeniyle, yolsuzlukla açıklanabilir. yolsuzluk, mesleğine bağlı gazetecilerin, kelle koltukta odaklandığı bir konu olmaktan çıkıp siyasetin meselesi olmalı. siyaset yolsuzlukları anlatmalı.
hatırlayalım, chp yerel seçim kampanyasında yolsuzluktan söz etmedi, (mansur yavaş bu konuda cesur davransa da açığı kapatamıyor.) israftan söz etti.
akp-mhp iktidarı bu ülkenin gördüğü ilk yönetim değil, tayyip erdoğan da ilk cumhurbaşkanı değil. hepimizi temsil ettiği söylenenlerin, tasarruf edilemeyen itibarının masraflarını hepimiz ödüyoruz. işin temsil kısmı tartışmalı, masrafları karşılama kısmı kesin. saray’ın 2021 yılı bütçesinin yüzde 50 artışla 1.5 milyar lira, cumhurbaşkanı maaşının da yüzde 8.3 artışla 88 bin lira olması yönündeki cumhurbaşkanlığı bütçe teklifini israf dışında bir tanımla açıklamak zor ve eğer türkiye’de bir iktidar değişikliği hedefleniyorsa, bundan ve sonuçlarından herkesin haberi olması gerekir.
neoliberalizm türkiye’ye mahsus bir mesele değil; belki de avrupa’nın en zengin ülkesi olan almanya’da, sokakta yaşamak zorunda olan insanlar bulunmasının ve emekli maaşlarıyla geçinemeyen yaşlıların sokakta atık cam şişe toplamasının, fransa’da binlerce insanın huzurevlerinde ölüme terk edilmesinin ve abd’de nüfusun onda birinin yoksulluk sınırının altında yaşamasının sebebi neoliberalizm!
ama türkiye’de merkez bankası’nın yedek akçesinin harcanmasının sebebi neoliberalizm değil. bundan kim sorumlu, nasıl sonuçları var, bunları da herkesin bilmesinde yarar var. neoliberal dönüşüm gerçekleşirken cebi boşalanlar, zaten kendini biliyor ama kimlerin kasasının dolduğunu, nasıl doldurulduğunu herkesin bilmesinde yarar var, bütün bunların hekesçe bilinmesini sağlayacak araçların neler olabileceği en az bu gerçekler kadar önemli, değil mi.
bir şey daha var; chp bir süredir bu kasası doldurulan şirketlerle ilgili "kamulaştırma"dan söz ediyor. bu bir seçim vaadi olabilir, iktidar olabilse bunu gerçekleştirecek politik iradeyi göstermesi mümkün olmayabilir. ama yine de açlık sınırının altında yaşayanlara, çocuk yaşta çalışmak zorunda kalanlara, sağlık hizmeti alamayıp canından olanlara çare olabilecek, sosyal demokrasiden komünizme ne kadar çözüm varsa, hepsi kamulaştırmayla mümkün. hangi saikle telaffuz edilmiş olursa olsun, hatta kim tarafından telaffuz edilmiş olursa olsun dile, kulağa yerleşmesi ne güzel olur ve anlatılması, benimsetilmesi, o saiklerin sorgulanmasından daha mühim. yoksulluğun can aldığı şu anda, chp’nin ya da herhangi bir partinin kamulaştırmadan bahsetmesi, akp-mhp iktidarının reformlardan bahsetmesinden daha önemli. o hep bahsedilen şey; krizin yarattığı fırsat. çünkü bazı sözler, yaydan çıkan ok gibi, hedefi bulamasa bile asla geri dönmez.