İsveç’te bir faşistin yaptığı eylemin, Türkiye’ye yansıması

Paludan’ın zihniyetinin, Türkiye’yi veya Müslümanlığı böyle görmesi aslında faşist siyasetin arttığını ve tehlike çanlarının çaldığını da gösteriyor.

"Karanlık karanlığı defedemez: bunu sadece ışık yapabilir. Nefret nefreti defedemez: bunu sadece sevgi yapabilir.- İnsanoğlunun kalbi bir değirmen taşıdır; oraya öğütülecek bir şey koymazsanız kendi kendini öğütür."

Martin Luther

Yıllardır halklar ve inançlar alanında çalışmış, emek vermiş bir aktivist ve siyasetçi olarak bu hafta, İsveç’te yaşanan ırkçı ve faşist durum üzerinden farklı dinlerin mensupları arasındaki fobi ve bu fobinin kullanılışı üzerine yazmak istedim.

Bildiğiniz gibi, İsveç’te Türkiye Büyükelçiliği’nin önünde Kuran’ı Kerim’in yakılması haberini okuduk. Aşırı sağcı ve ırkçı politikacı Rasmus Paludan’ın yaptığı bu faşizan durum neredeyse her kesimden büyük tepki topladı.

Paludan’ın bu İslamofobi eylemi, aslında farklı dinlere bağlı insanların ve halkların dolayısıyla da mültecilerin dünyanın her yerinde baskı altında yaşadığının bir fotoğrafını bizlere gösterdi. Danimarka'daki aşırı sağcı siyasi parti Stram Kurs'un kurucusu olan bu mahlûkat, aslında ırkçı ve faşizan zihniyetle, bu zihniyetin oy avcılığının kanıtı niteliğinde.

Paludan’ın zihniyetinin, Türkiye’yi veya Müslümanlığı böyle görmesi aslında faşist siyasetin arttığını ve tehlike çanlarının çaldığını da gösteriyor.

Dinlerin, inançların ve halkların, ırkçılık üzerinden siyasi rant olarak kullanılması aslında ciddi anlamda toplumların birbirlerinden uzaklaşmasına sebebiyet veriyor.

İsveç ve Danimarka iktidarının da, bu eylem ve sonrasında yeterince gerçekçi bir tutum sergilemediğinin altını çizmek gerekir.

Bu olayın hemen akabinde Türkiye’de de doğal olarak tepkiler gösterildi. Aslında bu duruma cevap vermenin bile zul görülmesi gerekir. Bu şahsa cevap vermek, yaptığı ırkçı eylemin aslında gündem olmasına ve provokatif davranışının başarıya ulaşmasına vesile olacaktır. Fakat ben de dahil olmak üzere farklı inanç grupları, ortak bir hassasiyetle bu durumu eleştirdi ve kınadı. Yaşanan bu durum inançlı İslam mensubu dostlarım kadar beni ve bizleri de çok kızdırdı ve üzdü.

Fakat, bu kınama işini abartan ve bu koşullardan zemin yaratan ırkçı gruplar ülkemizde de ortaya çıktı. İstanbul’daki İsveç Konsolosluğu önünde toplanan ve aralarında İstanbul Alperen Ocakları Birliği ve Türk Dünyası Dayanışması’nın da olduğu gruplar, "İsveç basılsın, Paludan asılsın!" sloganları eşliğinde tekbir getirdi.

Nasıl izin alınıp da yapıldığını anlayamadığım bir şekilde Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bulunan İsveç Konsolosluğu önünde basın açıklamasına izin verildi. Bilindiği üzere İstiklal Caddesi’nde basın açıklaması yapılmasına yıllardır hiçbir koşul altında izin verilmiyordu. İsveç Konsolosluğu önünde bayrak yakma eylemi yapılmasına nasıl göz yumuldu bilinmez. Bu eylem sonrası aklıma Uygurların yaşadığı zulüm için Çin Konsolosluğu önünde basın açıklaması yapmalarına izin verilmeyişi geldi.

Bu basın açıklamasına katılanların bazılarından itiraz gelmesine rağmen İsveç bayrağı yakılması benzer bir ırkçı zihniyetin ülkemizde de var olduğunu gösteriyor. İsveç hükümetinin Rasmus gibi bireylerden oluştuğunu düşünüp koca bir ülkenin bayrağını yakmak aslında Rasmus’un yaptığına yakın bir zihniyeti temsil ediyor. Konsolosluk önünde basın açıklaması yapılabilirdi ve çok haklı bir gerekçesi vardı. Fakat bu eylem bir yanlışa başka bir yanlışla karşılık verilmesine sebep oldu.

Tüm bunların oluşmasının temelinde ise dünya globalleşirken dinlerin kutuplaşmasını görüyoruz.

Yine bu hafta Sayın MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis’teki haftalık grup toplantısında söylediği "İsveç hükümetine şunu hatırlatırım ki; Allah tektir, ordusu Türk'tür." sözleri, siyasetin dinle buluşmasının ve bu zeminden güç alan ırkçı zihniyetlerin artmasına vesile olmasının bir kanıtı niteliğinde.

Dini açıdan baktığımızda da Sayın Bahçeli’nin sözünün bir karşılığı olamayacağını görüyoruz. İslam dininde kabul görülen, Mesih İsa’nın ‘’Sağ yanağına vurana öbür yanağını da çevir” düsturuna rağmen aslında dinlerin savaşa ve kavgaya yani orduya ihtiyaç duymama öğretisini bazen yanlış anladığımızı da gösteriyor. Bir dine inanıyorsanız ve bu din hangisi olursa olsun Allah’ın kimseye ihtiyacı olmadığı ortak bir kabuldür bilinmesi gereken bir öğretidir.

Bugüne baktığımızda Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu ülkelerde geçmişe göre daha az Hıristiyan veya başka dinden insanların yaşadığı görülüyor. Ülkemiz için şöyle özetleyebileceğimiz bir veriyi de aktarmam doğru olacaktır. Türkiye, İslam dininin yoğunlukta olduğu ülkelere göre oran olarak en az Hıristiyan bireyin yaşadığı ülke durumunda.

Kendi dinimizden farklı bir dine inananlarla hayatın doğal akışı içinde karşılaşmamak aslında bir yanıyla inançların ve dolayısıyla halkların birbirini daha az tanımasına ve anlayamamasına sebep oluyor.

ASURİ/SÜRYANİ RAHİBE HATUNE DOĞAN

Yine geçen hafta Yahudi toplumunun özgür sesi olarak gördüğüm AVERAMOZ sitesinden okuduğum ve öğrendiğim bir haberi sizlerle paylaşmak isterim. Almanya’dan Midyat’taki köyüne 36 yıl sonra dönen rahibe Hatune Doğan’ın üç yıl önce diktiği zeytin fidanları kimliği belirsiz kişilerce tahrip edilmiş. Asuri/Süryani Rahibe Hatune Doğan, 15 yaşındayken ayrıldığı köyüne kesin dönüş yapmış. Köyünden zorunlu olarak ayrıldıktan sonra birçok dilde 22 kitap yazmış. Rahibe Hatune Doğan’nın kalan ömrünü doğduğu topraklarda geçirme arzusunun değerini anlamak yerine, onun ektiği fidanlara zarar vermek, çok üzüntü ve kaygı verici. O fidana zarar veren zihniyetin, İsveç’te Türkiye Konsolosluğu önünde Kuran’ı Kerim yakan Rasmus Paludan’dan farkı olmadığını söylersem hiç yanlış olmaz.

Bu hafta çok üzücü başka bir olay daha yaşandı. Karaköy’de Kemeraltı Caddesi üzerinde bulunan Surp Pırgiç Ermeni Katolik Kilisesi ve lojmanında yangın çıktı. Bildiğim kadarıyla bu coğrafyada kurulan ilk Katolik Ermeni kiliselerinden olan bu kilisenin lojmanında yaşayan iki kişi can verdi. Çok normaldir ki bu olay sonrası toplum içinde ‘Acaba İsveç’teki olay yüzünden birileri mi yaptı?’ kaygısı ve ürkekliği yaşanıyor. Böyle bir kaygının var olmasını esas sorun olarak okumak gerek. Hrant Dink Ağpariğin ifade ettiği ‘GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİNDE’ yaşamanın başka bir olayda ve zamanda birebir örneğidir bu.

Yurtdışında yaşanan İslamofobi nedeniyle çıkan her olay sonrasında Hıristiyan ya da farklı din mensuplarının yaşadığı tedirginliğin anlaşılması adına yerini bulan çarpıcı bir örnek verdiğimi umuyorum.

Tüm bunların sonucunda halkların ve inançların birbirlerini tanıması için yıllardır gösterdiğim çabanın çok önemli olduğunu fark ettim. Bizim mahalleden bu tarz çalışmalara katılan ne yazık ki çok insan yok. Bu sebepten dolayı belki de farklı kesimlerle tanışmanın gelecekte önemi daha çok artacak.

Tekrar söylemek gerekirse, İsveç’te yaşanan bu provokatif eylemi kendi inandığım değerlere yapılmış bir eylem gibi görerek en yüksek sesle lanetliyorum.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ PANELİ VE KURAKLIK SORUNU

Geçtiğimiz günlerde, eski HDP vekillerinden dostum ve hocam Prof. Dr. Beyza Üstün’ün bilgilendirmesiyle öğrendiğim Ekoloji Hareketleri tarafından bir konferans düzenlendi. Hepimizin malumu dünyanın en önemli sorunu aslında ekoloji.

Coğrafyamızın da içinde olduğu birçok yer kuraklık tehlikesi altında. İstanbul’da şu ana kadar ne bir kar ne de işe yarar bir yağmur yağdı. Kış ayının en çetin olması gerektiği bir dönemde havaların bu kadar sıcak olması, barajlardaki suların azalması hepimizi tedirgin etmeli. İklim Değişikliği Paneli’nin tahminlerine göre 2050 yılında 3 derece sıcaklık artışı, tarımsal verimde %25 ile 30 arasında azalma ve doğal olarak gıda fiyatlarında artış öngörülüyor.

Burada bir kez daha seslenmek istiyorum. Artık betonlaşma yerine yeşili koruyan, DOĞA ANAYA saygıyı önemseyen bir dünyayı birlikte kurmalıyız.


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi