Murat Aksoy
İttifak, Kürtlerden ne istiyor?
Siyasi iktidar ile onu destekleyen MHP’nin siyasi ortaklıklarının temellerinden birisi "Kürt sorununa" ve "Kürtlere" bakışıdır. Bu bakış, etnik kimlik olan Kürtlüğü, kamusal alanda yok saymalarına dayanmaktadır.
İki partiyi bu ortaklıkta buluşturan iki adım var. İlki Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atıldı.
Erdoğan, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu gözetiminde AK Parti Hükümeti temsilcileri (Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal ve Efkan Ala) ile HDP temsilcileri (Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken) birlikte açıkladıkları 10 maddelik mutabakata, açıklandığı günlerde değil yaklaşık üç hafta sonra Ukrayna ziyareti dönüşünde cevap verdi.
Erdoğan; "Ben oradaki toplantıyı doğru bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda hükümetin başbakan yardımcısıyla şu anda parlamento içinde olan bir grubun yan yana fotoğraf vermesini doğru bulmuyorum. Açıklanan 10 maddelik metne gelince; o metinde bir demokrasi çağrısı yok" dedi.
Bu açıklamayı tamamlayan ikinci adım, 7 Haziran 2015 seçimleri gecesi MHP lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Bu seçimde HDP yüzde 13,1 oy ile 80 milletvekili çıkarmıştı. Aldığı yüzde 16,3 oy ile aynı sayıda (80) milletvekili çıkaran MHP lideri Devlet Bahçeli, seçim gecesi, "Türkiye’yi AKP’nin azınlığına, birtakım çevrelerin senaryosuna mahkûm etmeye de kimsenin hakkı yoktur. En erken seçim ne zaman olacaksa o zaman da seçim olsun" açıklamasıyla yeni bir seçimin ilk işaretini verdi.
Bu açıklamayı takip eden günlerde Bahçeli önce 17 Haziran 2015’te; "Bizim kategorik itirazlarımız yok, sadece ilkelerimiz var. Koalisyona gireriz değil, sadece konuşmaya başlarız. Azınlık hükümeti formülü sonuçsuzdur ve doğru değildir. HDP'nin içinde yer alacağı veya destek vereceği her formül bizim dışımızda ve gündemimizde değildir" açıklamasını, 1 Temmuz 2015’de de "Milliyetçi Hareket Partisi, HDP ile bir araya hiçbir şart içinde gelmez gelemez. PKK aparatı ile MHP'nin işi olmaz, olmayacaktır" dedi.
Bugün Cumhur İttifakı olarak karşımıza çıkan koalisyon, esas olarak bu dönemde zihnen kurulmuş görünüyor. Bu koalisyonun ortak keseni ise bu ittifakı oluşturan partilerin kendi siyasal gelecekleri kadar, Kürt etnik kimliğinin kamusal alanda görünürlüğünün minimize edilmesi ve onları temsil eden HDP’nin siyaseten işlevsiz bırakılmasına dayanıyor.
AK PARTİ'NİN ATAMADIĞI KÜÇÜK ADIMLAR
Oysa çok değil, 3 Ocak 2013’te o dönem DTK Eşbaşkanı olan Ahmet Türk ve BDP Milletvekili Ayla Akat'ın içinde olduğu üç kişilik heyet İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşmüş ve adına "çözüm süreci" denen dönem başlamıştı. Ve bu süreci başlatan bizatihi Erdoğan ve AK Parti Hükümeti’ydi.
Bu açıdan AK Parti’nin kendinden önceki iktidarlardan farkı, Türkiye’nin büyük meseleleri konusunda atılabilecek en zor olan "ilk büyük adımı" atmasıdır. Ancak devamında atması gereken "küçük adımları" at/a/madığı için pek çok sorun çözümsüz kaldı. Çözüm süreci de bunlardan birisi oldu.
Ama hemen ifade edelim ki, AK Parti bu küçük adımları at/a/maması kadar PKK’nın, bu dönemde HDP’nin siyasal alanda elde ettiği kazanımları kalıcı kılmamak için neredeyse her şeyi yaptı.
HDP, siyaseten çift taraflı baskı ile siyasi felce uğratıldı.
ÖZNE DEĞİL NESNE OLDU
Ne yazık ki, o felç hali bugün devam ediyor. Kürt siyasi hareketinin ajandasına bakıldığında önceliğin, Kürtleriyle, Türkileriyle herkesin temel hak ve özgürlükleri değil, demokratikleşme, özgürlükler, ekonomi değil. Onların önceliği Öcalan’a uygulanan tecridin kalkması, bunun için sürdürülen açık grevleri ve başta Leyla Güven olmak üzere tehlikeye atılan hayatlar. Siyaset adına hüzün verici.
HDP’nin bugün içinde olduğu siyasi felç halinde, kendi sorumluluğu da vardır. Bunun temelinde ise son yıllarda eline geçen her fırsatta siyaseten "özne" olmayı değil hep "nesne" olmayı tercih etmesi vardır.
Kürt siyasi hareketi ne yazık ki, ne "çözüm sürecinde", ne 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında başlayan süreçte, ne de son dönemde siyaseten "özne" olamadı. "Nesne" olmayı tercih etti ya da buna mecbur kaldı.
Bu yüzden bugün HDP, Türkiye genelinde "güven" kaybına uğramıştır.
MAKBUL KÜRT İSTEĞİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlere Artvin’de; "Bizim ülkemizde Kürdistan diye bir bölge var mı? Niye 'beka meselesi' dediğimizi anlıyor musunuz? İstiyorsanız Kuzey Irak'ta Kürdistan var, defolun oraya gidin. Biz, size bu toprakları böldürtmeyeceğiz" açıklaması işte bu siyasetsizliğin ve siyasal felcin sonucunda yapılmaktadır.
Bu açıklamanın alt okuması, Kürtlerin kamusal alanda "üst kimlik" olarak etnik değil kültürel kimlik yani Müslüman Kürt olarak kabul edildiğidir. Kısaca kamusal alanda istenen "makbul Kürt"tür. Bu, Kürtlerin siyasal temsilini de ortadan kaldıran dolayısıyla Kürt sorununu da ikincilleştiren bir yaklaşımdır.
İktidarın bunu sağlama, meşruiyet kazandırma aracı ise devlet imkânları ve kayyımlar üzerinden hayata geçirdiği "hizmet" siyasetidir.
Tüm bunlara rağmen, şu gerçek ortada durmaktadır; Kürtsüz ve siyasetsiz Kürt sorununun çözülmeyeceğidir.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlerin bu topraklardan başka gidecek yeri yoktur. Bunun için de Kürt siyasi hareketine, mağdurları sahiplenme iddiasındaki tüm siyasi partilere ve siyasi aktörlere siyasete sahip çıkma sorumluluğu düşmektedir.