Fehim Işık
Kandil’i bombalar değil oylarınız boşaltır
Türkiye Irak Kürdistanı’na dönük askeri müdahalelerin ilkini 1983 yılında düzenlemişti. O dönem Saddam işbaşındaydı ve Irak ile imzalanan ‘Sınır Ötesi Sıcak Takip Anlaşması’ uyarınca Irak topraklarına girerek bölgeye müdahalede bulunmuştu.
1991’den sonra Irak’ta durum değişti. Kürdistan Bölgesi’nin yönetimi artık Saddam’da değildi. 2003’te Saddam iktidardan gidinceye kadar da bu bölgeye dönük müdahalelerin tümünde Saddam ile 1983’te imzalanan anlaşma uyarınca ‘sınır ötesi’ müdahaleler sürdü ve merkezi Irak iktidarı bundan rahatsız olmadı.
Irak’ta Saddam iktidardan gidince bu kez yeni yönetim devreye girdi ancak Irak’ın tamamına hakim olan ABD olduğu için ‘sınır ötesi’ müdahalelerde daha çok ABD’nin onayı arandı. ABD, bu müdahalelerin, bölgeye dönük bombalamaların hiçbirine karşı çıkmadı, açık demese de hep onay verdi.
Türkiye 1994 yılına kadar Kandil’e dönük bombalama yapmıyordu çünkü PKK, 1994’e kadar Kandil’de değildi. PKK, 1994 yılında Kandil dağına yerleştikten sonra da bombalamalar devam etti.
Bu kısa anekdotları, bugünlerde seçim yatırımı hesabıyla yeniden Kürdistan Bölgesi’ne askeri müdahalede bulunmaya hazırlanan AKP iktidarının amacının daha iyi anlaşılması için belirtme gereği duydum.
1983’te Irak Kürdistanı’na ilk bombalar atıldığında PKK Eruh-Şemdinli baskınlarını yapmamış, Irak Kürdistanı’na yerleşmek için ise ağırlıkla yer arayışını sürdürüyordu. PKK’nin askeri kampları büyük oranda Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ndeydi. Irak Kürdistanı’daki tüm PKK’lileri üst üste toplasanız, sayıları 50’yi bulmazdı. Bunlar da küçük gruplar halinde dolaşan, ağırlıkla da Kürdistan dağlarında peşmerge gücü olan örgütlerle görüşmeler yürüten, kamp yerleri arayan siyasi kadrolardı. Amaçları, Irak Kürdistanı’nda yerleşik kamplar kurmaktı.
Türkiye, Kürdistan dağlarını bombaladıkça PKK’nin bölgedeki gücü bombalamalarla orantılı hep arttı. İlk etapta daha 1983’te Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile ‘Dostluk Antlaşması’ imzalayarak ağırlıkla bu örgütün bulunduğu alanlara yerleşen PKK, sonrasında ise bölgedeki diğer Kürt örgütleriyle uzlaşarak güçlerini adım adım bölgenin diğer kesimlerine de yaymaya başladı. O dönem Kandil ve Zelê’de ağırlıkla Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile İran Kürdistanı’ndan partiler, Hakurk’ta ise KDP vardı. PKK, tüm taraflarla diyalogunu iyi tuttu, ülkeden yeni katılımlarla ise bölgedeki askeri gücü giderek arttı.
Devlet, sadece ‘sınır ötesi’ müdahaleler ile Kürdistan dağlarını vurmadı, PKK silahlı mücadeleyi başlattıktan sonra PKK’nin ilişki geliştirdiği köy ve kasabalara da baskıyı artırdı. İşkenceler, tutuklamalar, köy boşaltmalar, öldürmeler çoğaldı. Baskı artıkça insanlar kurtuluşu PKK’de aramaya, PKK ise güç olarak öne çıkıp umut olmaya başladıkça da Irak Kürdistanı’ndaki silahlı gücü artmaya başladı.
PKK’nin ilk yerleştiği alanlar Hakurk bölgesindeydi. 1990’lı yıllarda ise buradan ağırlıkla İran sınırına yakın Zelê Bölgesi’ne geçmeye başladı. 1991’de Irak Kürdistanı’nda Saddam’ın iktidarına son verilince Iraklı Kürt örgütleri kentlere inmeye başladı. Bu partilerin yerleşik olduğu Kandil boşalınca bu kez İranlı Kürt örgütleri Kandil’e yerleşmeye başladı.
Bugün Türkiye’nin Kandil’e yaptıklarını 1994’e kadar İran Kandil’e yapmaya başladı. Uzun menzilli füzelerle, uçaklarla neredeyse her gün Kandil’i bombaladı.
Bu bombalamalar sonrasında Irak Kürdistanı hükümeti İranlı Kürt örgütlerinden Kandil’i boşaltmalarını istedi. Kürdistan Bölge Hükümeti ile karşı karşıya gelmek istemeyen İranlı Kürt örgütleri, İran-Kürdistan Demokrat Partisi ve Komala, Kandil’i tamamen boşaltıp Irak Kürdistanı’nın düzlük alanlarında kendilerine verilen Saddam’ın eski karakollarına yerleşerek silahlı mücadeleyi gevşetmeye ve giderek bitirmeye başladılar.
Bu örgütlerin Kandil’den çekilmesinden sonra oluşan boşluk çok uzun sürmedi, Kandil’in birçok bölgesine PKK yerleşmeye başladı.
Bu yaklaşımın altında bir komplo aramak gerekmiyor.
Kandil, yapısı itibariyle denetime alınamayacak kadar zor bir coğrafyaya sahip ve buralarda ancak savaşçı bir örgüt olarak barınabilirsiniz. Olan tek şey şuydu: Bu bölgelerden peşmergeler çekilince, yerlerini gerillalar doldurdu. Kısa zamanda da Kandil büyük oranda PKK’nin denetimine girmeye başladı.
TSK 1994’ten sonra hava saldırılarını bu kez Kandil’e yöneltmeye başladı. Ancak durum tamamen değişmişti. 1983’te 8-10 kişiyle bölgede dolaşan, sayıları onlarla ifade edilen PKK’liler, artık Kandil’de onbinlerin katıldığı Newroz kutlamalarının güvenliğini sağlayan büyük taburlara sahip askeri bir örgüte dönüşmüştü.
Gelelim bugünlerde yeniden gündemleştirilen Kandil’e yönelik müdahale tartışmalarına. Daha baştan diyelim, bu son söylemler fiiliyata dönüşse bile asıl amaç Kandil’de bir başarı elde etmek değil AKP’nin 24 Haziran’da oy devşirmesidir. Şu da var: Basın her ne kadar işlemese de yakından takip edenler biliyor ki TSK Mart 2018’den beri neredeyse her gün bölgeyi bombalıyor. Bu bölgedeki bombalamalar zaman zaman, o da siviller yaşamını yitirince gündeme geldi. Ne yazık ki ne Irak merkezi hükümeti, ne de Kürdistan Bölge hükümeti bu bombalamalara karşı çıkmadı, cılız açıklamalarla tepki vermekle yetindiler. Kürdistan Bölge hükümeti ise her tepki açıklamasının peşine PKK’yi suçlayan ibareler eklemeyi ihmal etmedi.
Seçime 17 gün kala yapılan ise açık söyleyelim, bir seçim yatırımıdır ve medya üzerinden yürütülecektir. Medya kahramanlık öyküleri yazacak, seçmenlerin gerçeği görmesini engelleyip hamasi propagandalarla, muhalefeti köşeye sıkıştıracak yalan yanlış propagandalarla saldırıyı oya dönüştürmeye, AKP lehine birkaç puan kazanmaya yeltenecek. Bunun bedeli ise ne yazık ki genç askerlerin yaşamı olacak.
Bekir Bozdağ’ın geçtiğimiz hafta Bakanlar Kurulu’ndan sonra yaptığı açıklamayı hatırlayın. İnsanların gözünün içine baka baka ‘Askerlerimiz şehit düşecek, yaralanacak, gazi olacak’ diyerek Kandil’e dönük müdahalenin başlayacağını söyledi. Ama hepimiz biliyoruz ki o askerler, AKP’ye oy olarak geri dönsün diye ölüme gönderiliyor, sakat kalıyorlar. O askerlerin onca olanağa rağmen Kandil’e yakınlaşmalarının mümkün olmadığını, herkesten önce devleti yönetenler biliyor. Eğer mümkün olsaydı, 1983’te başladıkları ilk bombalamalardan bugüne şimdi Kandil kimsenin değil, TSK’nin denetiminde olurdu.
Çok uzatmayayım. Yeniden ısıtılan, sanki PKK bitirilecekmiş gibi kamuoyuna lanse edilen Kandil’e dönük müdahalenin 35 yıldır devam eden müdahaleden farkı olmayacak. Bu sadece AKP’nin kaybettiği oyu kazanmak için yapılacak bir medya operasyonudur ve ne yazık ki bedeli ölüm olan bir operasyondur. Başarılı olması mümkün değil.
Tüm bu yazdıklarım, Kandil’in boşalmayacağı anlamına gelmez. Kandil’in boşalması, silahın sonsuza kadar gömülmesi için geçmişte de ciddi adımlar atıldı. Bu adımların son ikisinde ciddi mesafeler de alındı. 2008’de başlayan Oslo Süreci, 2013’te başlayan Çözüm Süreci, eğer AKP bu süreçleri kendi tekçi iktidarının dayanağı olarak kullanmasaydı Kürt sorununun çözümünü, silahların sonsuza kadar gömülmesini sağlayacak adımlardı. Ancak AKP ve lideri Erdoğan, kendi geleceğini Türkiye’nin, Türkiye halklarının geleceğinden önde tuttu ve her iki süreci de ağır saldırılarla sonlandırdı.
Tüm bu saldırılar bir kez daha bize gösterdi ki şiddet ile silahın sonsuza kadar gömülmesi mümkün olmayacak. Silahların sonsuza kadar gömülmesi isteniyorsa, bu sorunu çözecek bir Meclis iradesine gereksinim var. AKP, hem Oslo’da, hem 2013 Çözüm Süreci’nde tüm ısrarlara rağmen Meclis’i devre dışı bıraktı, kendi denetimine almak istedi. Çıkarı bundaydı.
Eğer bu kez seçmen Meclis iradesinin önemini fark eder, silahı sonsuza kadar gündemden çıkaracak, halkın benimseyeceği, çözüm iradesi geliştirecek muhatapların Meclis’te yer almasını sağlayacak adımlar atarsa, Kandil’in boşalması o zaman gündeme gelir ve bunun için tek bir uçağın havalanmasına, tek bir askerin sınır geçmesine gerek de kalmaz.
Yoksa uçaklarla, gencecik askerlerin ölümü üzerinden atılan hamasi nutuklarla, havuz medyasının şaklaban yazar, muhabir ve editörlerinin masa başı haberleriyle Kandil boşalmaz, PKK bitmez.
Bu kadar basit.