Ekrem Düzen
Kanun Hükmüyle Kurulmuş (KHK) toplama kampları
Cumhuriyet tarihinin yaygın olarak bilinen ve devlet tarafından canhıraş inkâr edilmeyen toplama kamplarının başında Aşkale çalışma kampları gelir. Diğer pek çok toplama kampı ise hem adlı adınca anılmadığı için hem de devletin ısrarlı inkârıyla dikkatlerden kaçar. Oysa basit bir tanımı vardır toplama kampının: Nerede haksız, hukuksuz, süresiz bekletilen ve başka yere gitmesine izin verilmeyip zorla tutulan bir insan varsa orada bir toplama kampı vardır.
Toplama kampında tutulan, ne mahkûmdur ne mahpus. Mahkûm değildir, çünkü yargılanıp hüküm giymemiştir. Mahpus değildir, çünkü başı sonu belirli bir süreyle hapsedilmemiştir. Tutuklama bile yapılmamıştır. Toplama kampına alınmanın, zindana atılmaktan farkı yoktur. Her ikisi de hapishane özelliği taşımaz. Hapishane, kanunda yazılı belirli bir suçla ilgili belirli bir hüküm gereği belirli bir süre kalınan yerin adıdır. Zindan ise kanun tanımayan iktidarın muhalifleri çürüterek etkisizleştirme mekanizmasının adıdır. Cezalandırmayla veya hatta düzeltmeyle ilgisi yoktur. Maksat işkence ederek sindirmek, eziyet çektirerek yıldırmaktır. Zindan toplama kampının kapalısı, toplama kampı zindanın açığıdır.
Ne için toplama kampında tutulduğunuzu, ne süreyle kalacağınızı, bir daha çıkıp çıkmayacağınızı bilemezsiniz. Bilgiye erişiminiz engellenir. Kendinizi savunma imkânı elinizden alınır. Hak aramak için başvuracağınız kişi veya kurum bulamazsınız. Sesinizi yükseltemezsiniz. Veya sesinizi ne kadar yükseltirseniz yükseltin kimseye duyuramazsınız. Suç işlememişsinizdir ama suçlanmışsınızdır. Suçlanmış olmanız suçlu olduğunuzun kanıtı olarak görülür. Bir daha asla masum addedilmezsiniz. Yargılanmamışsınızdır ve yargılanmayacaksınızdır. En iyi ihtimallle konfeksiyon bir mahkemeye çıkarsınız. Bu eğreti mahkemede, hâkim cübbesiyle kamufle edilmiş bir emir kulu, hayatınızın geri kalanını belirsizlik içinde bekleyerek geçireceğinizi tescil eder. Bu sicilin sizi ilgilendiren bir yönü yoktur. İktidar kendi suçlarının kaydını tutmaktadır.
Bugünün siyasi iktidarı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini bahane ederek toplama kampı gibi görünmeyen toplama kampları yarattı. OHAL ilanıyla hukuk devletini ortadan kaldıran iktidarın yayınladığı her bir KHK, bir toplama kampı kurma belgesi, dolayısıyla bir suç kaydıdır.
KHK’larla işten çıkarılan ve bir daha herhangi bir iş yapması da engellenen herkesin durumu, bir toplama kampında tutulma durumudur. KHK’ların, basit bir işten-güçten uzaklaştırma uygulaması olmadığını vurgulamak az gelir. İktidar, KHK’lara karşı çıkanları darbe girişimcileriyle bir tutadursun, her KHK işleminin bir toplama kampı kurma işlemi olduğunu saptamak insanlık görevidir.
İktidar, KHK toplama kamplarında tuttuğu insanların bir daha hiçbir iş yapmaması ve hiçbir haktan yararlanamaması için aktif bir çalışma sürdürüyor. Pasaport iptalleriyle, KHK’lıların yurt dışında bir hayat kurma ihtimallerini ortadan kaldırmayı ihmal etmiyor. Sadece kendi ülkesini yaşanmaz bir yere çevirmekle yetinmiyor, dünyanın geri kalanını da erişilmez hale getiriyor. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde KHK’lı olduğu için seçim kazanan adaylar, partisiyle ve seçmeniyle birlikte aynı toplama kampına dahil ediliyor. Bu kanunsuzluk, en yüksek yargı organlarından biri olan YSK aracılığıyla icra ediliyor.
İktidarın, bu toplama kamplarını işletmeye kararlı olduğuna en bariz örneklerden birini, KHK’lıların koruyucu aile olma hakkının ellerinden alınması oluşturuyor. Çocukları ailelerinden ayırmakta bile beis görmeyen bu suç faaliyeti, baştan ilan ettiği sivil ölüm hedefini azimle gerçekleştiriyor. Bu sırada bu toplama kamplarında gerçek ölümler ve intiharlar da vuku buluyor. Siyasi iktidar, sadece OHAL süresince değil, KHK kapsamında bulunan her bir kişinin ölümünden –ölüm sebebi ne olursa olsun– tek tek ve toplu olarak birinci dereden sorumludur.
OHAL ve KHK uygulamalarına toplama kampı niteliği kazandıran pratik unsur, yarattığı hak kayıpları ve yol açtığı mahrumiyetlerdir. Saptanması daha zor olan psikolojik unsur ise görünmeyen bir işkence yöntemidir: Bekletme.
Bekletme, işkenceler arasında sayılmayan bir zulüm. Oysa, kaba işkenceye göre daha örtülü teknikler gerektirse de işkencenin bütün şartlarını sağlar. Her nasılsa kaba işkenceye açıktan göz yummayacak bir kamuoyu önünde, iktidar, bekletme denen aletle işkence eder muhaliflerine.
Bekleten, bekleyeni, hareketsiz bir zaman evinde tutar. Zamanın bir sonraki ana ilerleyişi, bekleyenin hareketinden kopar, bekletenin hareketine bağlanır. Saatler, günler, haftalar, aylar, hatta yılların geçmesi bekleyenin zamanının aktığı anlamına gelmez. Bekleyenin bakışında, beklemeye başladığı an ile beklemenin sona erdiği an arasında geçen zaman, tek bir andır.
Yaklaşık 130.000 (yüz otuz bin) kişiyi hem KHK’yla işinden edip hem de KHK’yla işinden oldu diye başka her faaliyetten men etmek, bu insanları (yakınlarıyla beraber) bir toplama kampında tutmakla aynı fiildir. Bu toplama kampında zaman, aktif bir bekletme işlemiyle kasten durdurulmuştur. Kapının açılıp açılmayacağı, açılacaksa ne zaman açılacağı belirsizdir. Açılacaksa, dolacak saatlere göre değil, saatleri ayarlayana göre açılacaktır. Bir bekletme aletine dönüşmüştür bütün saatler. Bir işkence aletine.
Siyasi iktidar, bekletme gücünü keşfettiğinde, fiziksel bir tezgâh kurmaksızın muhalifleri sürekli işkenceye maruz bırakmanın yolunu bulmuş oldu. Ve bu işkence yöntemi sayesinde insanları bulundukları yerde tutmak, kaldıkları haneleri birer toplama kampına çevirmek mümkün oldu.
Nerede bir KHK’lı varsa orada bir toplama kampı vardır. İktidar, bu suçu işlemeye devam etmektedir.
Dayanışma Notu: Bekleten, bekleyenin bir sonraki an başına ne geleceğine dair öngörü kabiliyetini elinden alır. Bekleme, sadece yakın-uzak geleceği belirsizleştirmekle kalmaz, şimdiki anın içinde kımıldamayı da imkânsızlaştırır. Bekleyen, hareketsizleşerek zamansızlaşır. Edebi veya estetik bir yön yoktur bu zamansızlıkta. Zihinsel veya fiziksel bir üretim yapılamaz bekleme sırasında. Yeni bir içgörü, yeni bir kavrayış edinilemez. Bekleyişi kırıp harekete geçmek insanüstü bir çaba gerektirir. Bu yüzden bekleyenle bekleyerek bu yükü hafifletmek, hem etik hem siyasi bir sorumluluktur. Bekleyen, onunla birlikte -bazen onun yerine- zamanı sayan birinin varlığında sayacını yeniden kuracak gücü bulur kendinde. Bu sayaç, zamanı yeniden kurmayı başardıkça otoritenin işkence mekanizması da boşa dönmeye başlayacaktır.