Ragıp Zarakolu
'Kara ekonomi'
Bu dünyaya tahammül biraz da mizah ile mümkün. Sinan Zarakolu'nun aşağıdaki "kara ekonomi" başlıklı yazısı şu son iki haftanın inişli çıkışlı ruh hali içinde beni gülümsetti. Meğerse bir "devrim" yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Bu gülümsemeyi sizle paylaşmadan edemedim.
***
Uzun yıllar Moskof eğilimli komünist parti yöneticiliği yapmış büyüklerimizden biri ile karşılaşınca doğal olarak heyecanla sordum, "abi ne oldu?" (Öyle ya, bırakın Pekin’i, Tiran eğilimlimiz bile vardı. Pyönyang eğilimlimiz var mıydı, bilmem.y.n.))) Ve tabii ihtiyaca binaen sorumu açtım, "komünizm neden çöktü?" Sanırım bu derin mevzuyu iki üç kelimeyle sormama kontra olsun diye o da sihirli üç kelimeyle yanıtlayıverdi, "kara ekonomi yüzünden." Sorum doğaldır şaşkınlık yaratmamıştı ama cevap merak uyandırıcıydı. Bu kocaman iktisadi bunalımı kavrayabilmek için izah etmesini istedim, açtım kulakları.
Her şey İvan ve Mihail yüzünden olmuştu. Mihail emekçi, kendini mesleğine adamış bir kasaptı. En az mesleği kadar kendini adadığı bir de kızı vardı, Olga. Ve en son katıldığı seçmelerde de başarılı olan balerin kızının doğum günü yaklaşmaktaydı. Günlerden yine et isteyenlere "yok" sattığı bir gün Mihail, kızı içi harika bir doğum günü hediyesi akıl ediverdi. Bolşoy bale gösterisine bilet alacaktı. Fikrin müthişliği ile aydınlan yüzü birden karadı. O zamanlar her şey azdı, olduğu kadarının da sahibi vardı. Vatandaşına et olmayan memlekette, onun gibilere bilet ne düşsün.
Fikri, votka eşliğinde küfürlerle bezenerek anlatılacak bir hayal kırıklığı öyküsüne dönüşmüştü. Akşamına kalmadan öyle de yaptı, gidip dostlarıyla içti ve de anlattı. Parlatmanın verdiği zihin açıklığıyla mujiğin birinin akıl vereceği tuttu, "Ya Mihail, İvan senin eski arkadaşın, gişede duran o, bir sor bakalım, belki bir çare bulur." Çare bulunmuştu işte, ertesi güne bir an önce ermek için yuvarlayıp durdu Mihail.
Çöküşün diğer faili İvan, sabahı Mihail’in votka buğulu nefesi ile karşıladı. Dağda kurt ölmüş, eski dostu çıkagelmişti. İvan derdi dinledi, o da dert anlattı, "parasıyla da bilet yok Mihail, gösteri hep kapalı gişe oynuyor, beni kovmadıkları için şükrediyorum zira her Allahın günü ben de ‘yok’ satıyorum, aynı senin gibi Mihail, öyle değil mi?" Mihail yanıt vermek yerine İvan’ın eşinin nasıl değme bir aşçı olduğunu anlatmaya başladı. İvan’ın şaşkınlığını görüp sözlerini bağladı, "belli ki sen kendi hanımının meziyetlerini unutmuşsun İvan, iyisi mi ben size şöyle iyi yerinden bifteklik et yollayayım da hafızanı tazele."
Böylece kasap kızı Olga, Volga’nın diğer yanından gelen protokol heyetin bir parçası haline geldi. Heyettekiler, ön ve arka sırada oturanlar onu sadece meraksızca süzdüler. Onların dünyasında bu genç kız "birisinin bişeysi"ydi işte. Benzer zaman aralığında gişeci İvan ve ailesi ise mutfaklarında zuhur eden bifteklik etten olma yemeklerin zevkini sürmekteydi. Pişen etin kokusu konu komşuyu ırgalamadı. Herkese yok iken birilerine var ise illa ki bir de "sebebi" vardı. Onların dünyasında eti yiyen de "birisinin bişeysi"ydi işte.
Eski tüfek Komünist Partisi yöneticisi, "işte her şey böyle başladı" diye özetledi. "Hiç kimsenin kazandığını yettiremediği bir ekonomi, arka planda işleyen kocaman bir kara ekonomi doğurmuştu. Ve besbelli bu paralel ekonomi çok daha kazançlıydı. Matruşkanın içi "birikim" dolmuştu. Skandal haber, komünist Sovyet Ana Rus milyarderlere gebeydi. "Zamanı geldi, fabrikaları özelleştiriyoruz," zili çaldığında, belki anlatılan Mihail ve İvan olmasa da başka Mihail ve İvan’lar ruble dolu çantalarıyla alış veriş için hemen kapıya dayanmıştı.
Hikâyenin tanıdıklığı hayret vericiydi. Dağıtılacak köfte için, harçlık için mitinge katılan vatandaştan tut en yukarıdakilere bizim buralarda da herkese malum bir hayatta kalma ya da yolunu bulma yöntemiydi anlatılan. Kâr amacı gütmeyen kamu kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, dini yapılanmaların, siyasi oluşumların, patilerin, teşkilatların başına geçip bir daha o koltuklardan kalkmayanlar da aynı "kara ekonomi"yi yürüten, bizim yerli ve de milli Mihail ve İvanlarımızdı. Bizim memlekette de kimi az kimi çok, herkes mevkiinin pazardaki karşılığı kadar iş tutuyordu. Havaalanı, yol, silah ihalesi alanların macerası büyük manşetlerde ama aşağı mahallelerde de aynı hikâye. Atmış bin lira vereyim beni birinci sıra yap. Falancaların derdinden proje uydur, AB’den fonları kap. Ben senin oğlunu trafik kazasındaki suçundan aklayayım, sen de beni mevki sahibi yap. Oyumu kömürle tart. Beş on kilo ete bir bilet, fena mı?
Zamanında siyasinin biri, "fiili bir durum yaşanmakta, şimdi bu fiili durumu yasal hale getirmeliyiz," demişti. O zaman buradan yola çıkarak pekala bu kara ekonomiyi de yasal hale getirebiliriz. Madem tüm üretim ve tüketim ilişkilerinin paralelinde yürüyen toplumun her kademesinde işleyen nüfus-yetki-mevki alım satımı var, bunu legalize etsek, bunun borsasını kursak olmaz mı? İlk on-yirmi yıl vergiden de muaf tutarız fena mı? Değeri düşenler olur, değeri yükselenler olur ama illa ki işiniz hallolur.
Bunları kafamda dolandırıken huzurda olduğumu tekrar hatırladım. Muhabbetin gelişi, laf sırası bende gibi geldi. Saflıkla, "yahu bunun için ‘devrime’ (yn.) ihtiyaç yok ki, bunun aynı biz de de var" deyiverdim. Veteran komünist yöneticimiz beni başka iki sihirli kelime ile yanıtladı: "yapma yahu!"