Ragıp Duran
Karpuz gibi yardılar ortanın sağından
"Us and Them’’ (Biz ve Onlar) Pink Floyd’un bir şarkısının başlığı ayrıca grubun son lideri Roger Waters’ın son turnesinin adı. Rock tarihinin herhalde en siyasi kahramanıdır Waters. Istanbul konserinde sahnedeki dev ekrana Gezi’de öldürülen gençlerin portrelerini yansıtmıştı. İsrail saldırganlığına karşı hep Filistin’in yanında oldu.
‘’You are many they are few’’ (Siz çoksunuz onlarsa az) İngiliz anarşist şair Shelley’nin bir dizesi. Bir süredir de Jeremy Corbyn önderliğindeki İngiliz İşçi Partisinin ana sloganı.
Geleneksel sağ/sol ayrımı günümüzde farklı formül ve isimlendirmelerle sürüyor, dünya var oldukça da sürecek. Devletçi/Devlet karşıtı, neo-liberal/sosyalist, kamu çıkarı yanlısı/özel çıkar taraftarı, LGBTI dostu/homofobik…vs…
"Üzgün ve yalnız" memleketimizde ise galiba en az üç fay hattı var: Türk/Kürt, Alevi/Sünni, Laik/Dinci. İşine gelmeyeni, dik duranı, boyun eğmeyeni gelişigüzel bir şekilde terörist ya da bölücü diye itham eden iktidar, kendi amaçlarına ulaşmak için, her tarafı milli ve yerli renge boyamak için olağanüstü bir şekilde bölme/parçalama/kutuplaştırma etkinliklerine son sürat devam ediyor. Tek Adam rejimi konusunda ulusal mutabakat olmadığı için, şiddetle, tehditle, OHAL’le, KHK ile, hile ve desise ile amaçlarına ulaşmaya çalışıyor Saray.
Demokrat Partinin iktidarı döneminde, kahveler ayrılmış, aileler rakip partinin ailelerine kız ya da oğlan vermezlerdi. O zaman yazılanlara ve anlatılanlara baktığımızda kutuplaşmanın yine de bugünkü kadar keskin ve derin olmadığını anlıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğundan bir türlü Türkiye Cumhuriyetine geçememiştik, yumuşak, akıllı, ılımlı ve uzlaşmacı bir şekilde. Hala da geçmiş sayılmayız. Baksanıza iktidar cenahı hala Abdülhamid Han, Fatih Sultan Mehmet hatta Yavuz Selim’i referans olarak kullanıyor, 1071 ve 1453’ü mihenk taşı gibi piyasaya sürüyor. Geçmişe eleştirel bir bakış yok. Reklam, propaganda malzemesi olmuş geçmiş. Kendi geleceklerinden de pek emin olmadıkları için Yeni Osmanlılık diye bir tez uydurdular, avunup duruyorlar. Atatürk ile İsmet Paşa’ya "İki Sarhoş"’ diyerek aklınca hakaret ediyor. Bir sindirim sorunu var iktidar mahfillerinde. Güç ellerinde ama başta kültür alanı olmak üzere kısırlar. Çıkmazdalar. Özellikle de dış dünya ile ilişkilerinde.
Ana muhalefet adındaki kesimin tepe yöneticileri de, neredeyse nostaljik ifadelerle bütün olumlu yanlarına rağmen Halk Evleri ve Köy Enstitülerinin yıkılmasına ağıt yakmakla sınırlıyor kendisini. Onlar da geçmişi eleştirel bir gözle değerlendiremiyor. Erdoğan’a karşı Mustafa Kemal’le mücadeleye etmeye çalışıyorlar ki, bu iki ismin aynı cümlede geçmesi bile sorunlu.
Millet olabilmek için henüz ve hala minimum ortak değerlere sahip olamadık değil mi? Simgeler üzerinden kutsallar savaşı sürüyor günümüzde. Gezi Parkına askeri kışlayı yeniden inşa etme hırsının başka bir anlamı yok.
Günlük yaşamda da çok açık bir şekilde sürüyor bu ihtilaf: Rakıya karşı ayran, mini eteğe karşı çarşaf!
"Türkiye’nin yüzde 95’i Müslüman ve seçmenin yüzde 70’i muhafazakar" klişesi de toplum mühendisliğinin birincil verisi.
Kılıçdaroğlu gibi dürüst olsa da kifayetsiz ve devletçi refleksleri halkçı/toplumcu reflekslerine oranla çok ağır basan bir lider ya da İnce gibi olmadık yerde pes edip kaçan bir adayın önderliğinde siyasi ya da toplumsal mücadelenin sonuç veremeyeceğini gördük 24 Haziran’ın hemen ertesinde.
Çok açık bir şekilde bir Üçüncü Yola büyük ihtiyaç var artık. Yeşil Kemalizme de Haki Kemalizme de, neo-liberal anlayış ve uygulamalara, MHP ve diğer renklerdeki faşizmlere karşı kararlı mücadele yürütebilecek, modern, Batılı, rasyonel, solcu, halkçı, gerçekten laik ve yapıcı/kurucu bir akımın nüveleri HDP’de mevcut. Hayal kırıklığına uğrayan CHP seçmenine, sosyal-demokratlara, liberallere, Demokrat Müslümanlara, emekçilere, işsizlere, memurlara ve emeklilere, kadınlara, çocuklara, gençlere, artık onlara da vatandaş (Citoyen/Citizen= Kent sakini) sıfatı verilen sokak hayvanlarına özgürlük önerecek, umut verecek, onları birleştirebilecek bir taban hareketi gündemde. Klasik siyasi parti formatı günümüzde artık ihtiyaçlara/beklentilere karşılık veremiyor.
Mevcut bölünme belki de ilerideki bir birleşmenin/bütünleşmenin habercisi. Rakibin tezlerini benimseyerek değil, bu değerlerle mücadele ederek kazanılacak bir kitle var. Hele de ekonomik buhran dönemlerinde. Gerçi bu tür krizler popülizmi, milliyetçiliği, ırkçılığı da yaygınlaştırma potansiyel ve riskini taşıyor.
Tanzimat’tan beri süren özgürlük, eşitlik, kardeşlik mücadelesi aslında zengin deneyimlere sahip. Uluslararası alanda da yaralanabileceğimiz çok sayıda başarılı örnek var. Bizdeki faşizmin alaturka yapısı/işleyişi bile bir avantaja dönüştürülebilir.
Erdoğan Türkiyesi'nde klasik devletin iflas noktasına yaklaştığı şu dönemde, Kuzey Suriye’de eksiğine gediğine rağmen nispeten başarılı bir uygulamayla hayata geçirilen Demokratik Özerklik projesi, sadece belirli bir bölgede değil yurt sathında burası için de önemli bir esin kaynağı.
Yenilgi ve geri çekilme dönemleri tarihte hep bir sonraki adıma hazırlık dönemleri oldu. İflah olmaz karamsarlığın, çaresizliği yaygınlaştırdığı bir gerçek. Daha da önemlisi bu ruh hali, rakibi, yani iktidarı güçlendiren ayrı bir dezavantaj. Öte yandan somuta dayanmayan, hayalperest bir umuda saplanıp kalmamak için, ki öyle bir tehlike de var, herkesin kendi alanında yaratıcı, kamu çıkarını ön plana çıkaran, hem teorik hem pratik eğitime/çalışmalara ihtiyacı var. Bunların planlanması, koordine edilmesi de ayrı bir önem arzediyor.
Bu dünya Uzun Adam’la damadına eniştesine kalmaz, bunu biliyoruz. Ama kalmaması için de yapılması gereken o kadar şey var ki…