Özgün Enver Bulut
Kedi evdir
Kedi düşkünlüğü ayrı bir yolculuktur. Hele bu aileden geçen bir bağsa… O zaman işin rengi, tutkusu, büyüsü başka bir hâl alır. Benim kedilerle olan bağım evden geçer. Elazığ’daki evimizde sürekli kedilerimiz vardı. Kedilerin olduğu evlerde ise hareket, koşturmaca, sesler, bağırtılar, yer kapmaca mevzuları hiç eksik olmaz. Sağ olsunlar evdeki kediler sayesinde halimiz hep böyleydi. Kuşkusuz ki kedi, insanın kolundaki mühür, bacaklarındaki diş izi, omuzlarındaki tırnak deliği, pantolonundaki tüy, kitaplığındaki kitapların yerde olmasının adıdır. Kedi evdir. Evdeki ahenksizliktir, başkaldırıdır. Sokağın eve taşınmasıdır. Evdeki eşyaya isyandır. Çocuğun suretine yansıyan gökyüzü, gökyüzünün maviliğidir. Kedi bir şairin en son yazılacak dizesidir.
Şimdiki kedimiz Miyo Babayla cebelleşirken, şöyle bir kitaplığıma baktım. İlk anda gözüme birkaç kedi kitabı ilişti. Zahrad’ın Kediler kitabına uzandı elim. Bir yandan Ohannes Şaşkal’ın çevirdiği kitaptaki şiirleri okurken, diğer yandan Miyo’nun kafasını okşuyordum izin verdiği kadarıyla. Kedi bakanlar iyi bilirler. Kediler birlikte yaşadıklarının ruhlarının derinliklerine kadar iner ve oradan bedenlerine hakim olurlar.
Zahrad, Kedi Öğretmen şiirinde, kedi yoldaşlara dair bir yanlışı anlatır sevgi dahilinde. Adeta bir çizgi filmi izler gibi okudum şiiri yeniden. Karşımda Tom ve Jerry’in arkadaşları... "Kedi öğretmen olmuş/ Ne kadar fare varsa toplamış başına/ Çalıştırır hepsini/ İlk ders:/ Kedinin pençesinden nasıl korunmalı/ Ve nasıl sıvışmalı çabucak/ Ne kadar fare varsa olmuş öğrenci/ Hepsi cin gibi/ Hepsi çalışkan/ Su gibi öğrenmişler bütün dersleri/ Diploma dersen altın yaldızlı/ Kedinin elinden alırlar bizzat/ Fareler gidince –ciddi ciddi- düşünür kedi-/ Koca bir yanlış var herhal bu işte-/ Bu yanlış- fakat yanlış olan ne?"
Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi kitabını isminin güzelliğinden dolayı almıştım. Çok şiirsel bir isimdir. Kalbimizin bir köşesi de göçmüş kediler bahçesine ayrılmış. Yad köşesidir orası. Mesela ben iki kedimizi asla unutmam. Pamuk ve Minik. Minik çok özel bir kediydi. Elazığ’dan Bursa’ya taşınırken, kedi orada kalmıştı. Çünkü özgür kedilerdendi. Gündüz dışarıda gezer, canı istediğinde eve gelirdi. Babam dayanamayıp gidip Minik’i Bursa’ya getirmişti.
Yazar biyografilerini okuduğumda kedilerle ilişkilerine de bakarım çoğunlukla. Bu anlamda Hüseyin Rahmi Gürpınar çok özel bir yerde durur. "Kedilerimi iyi doyurunuz…" sözü, romancının son sözleri ve vasiyetidir. Çok etkilendiğim bir vedadır. Bu sözün kıymetini son birkaç yıldır daha iyi anlıyorum. Apartmanın önünde beslediğim iki kedi var ve bir vasiyet, bana emanet edilmiş iki can duygusuyla bakarım onlara. Hüseyin Rahmi’nin sözüdür belki onlara bağlayan beni. Nazlı ve Sarı isimli iki kedisi edebiyat dünyasında da bilinen meşhur kedilerdir. Sarı’nın bal rengi gözlerinden dolayı "Bal Gözlüm" diye çağırırmış onu Gürpınar. Evden dışarı asla çıkmayan bu kedi, Hüseyin Rahmi öldüğünde cenazesinin arkasından Heybeliada iskelesine kadar inmiştir. Bu bilgiyi okuduğumda çok etkilenmiştim.
Yine Albert Camus’un Veba romanından anımsıyorum. Kitaba dair notlarım olmadığı için sadece yaşlı bir adamın kedilerle olan ilişkisi hafızamda. Mütemadiyen balkonuna çıkıp, küçük kağıt parçalarını aşağıya fırlatan ve kedileri "pisi pisi" diye çağıran, sonra da onlara tüküren ve kedilere isabet ettiğinde de sevinen o yaşlı adamın kediler ortadan kaybolunca artık dışarı çıkmadığını ve defterine notlar alan Tarrou’nun defterindeki "Veba sırasında kedilere tükürmek yasaktır." cümlesi hala belleğimdedir.
Sahaflardan aldığım bir kitabın arasından çıkmıştı. 18.10.1988 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ne verilen minik bir köşe ilanıydı. Kesilen bu ilan değildi aslında. Yazının alt tarafında gördüm tesadüfen. Tomris ve Turgut Uyar’ın kedileri olan Gülüver’in ölüm ilanıdır bu.
Kitaplığımda yine ilk anda elime geçen bir kitap da Yalvaç Ural ve Feridun Oral’ın Mırnâme’si. Yalvaç Ural’ın şiirlerine, Feridun Oral desenleriyle anlam katmışlar. Oradan anımsadığım bir şiiri Veba’daki hal ile anlamlandırmıştım. Kedi Ve Yaşam şiirini söylemenin tam zamanıdır. Madem mesele tükürükten açılmış… "Kim bilir kaç kedi/ Geçti dünyamızdan/ Beyaz, sarı, siyah, duman/ Kim bilir kaç kedi?/ Hiçbirinin mezarı bile yok!/ Kuytu yerde ölenlerin,/ Sabah rüzgarlarının taşıdığı/ Kumlar örtecek üzerlerini/ Yolda ezilenin,/ Silse de ölüsünü otomobil izleri/ İnan bana sevgilim,/ Kurumuş derileriyle/ Güneşli günlerde,/ Tükürecek yüzümüze/ Parlayan tüyleri."
Kedilerin şiirle, şairle özel bir bağları var. Kedilerin kuyrukları şiirin kendisi değilse nedir? Şairin ruh hâli gibi aşağı iner, yukarı çıkar, sağa sola sallanır, bacaklarının arasına gizlenir. Kedilerin her ‘miyav’ deyişi farklı bir şiirden ses taşır. Birinde gazel, diğerinde kaside olur. Birinde efkâr, diğerinde sevgiyi anlatır. Yaşadığı insanların gözlerine aşkla bakar kediler. Her göz kırpışlarındaki tutkunun derecesi aşklarını ele verir. İyi ki sizinleyim, iyi ki benimlesiniz mesajının derinliği vardır orada.
Durup dururken neden bir kedi yazısı yazdım? Bu yazıya ilhamı Miyo Baba mı verdi, Zahrad mı? Ya da kedilerin pandemi günlerindeki sessizliği mi? Açıkçası nedenini bilmeden bir kedi yazısı yazmak istedim. ‘Nankör kedi’ sözünün anlam ifade etmediğini, şu yeryüzünün tek nankörünün insan olduğunu anlatmak istedim sanırım. Ortalıkta av, avcılık pespayeliği de dolaşırken, literatüre avcı olarak düşen kedilerimizden söz etmek mantıklı gelmiş olabilir. Gerçi avcılar arasında büyük farklar var. Kedinin avcılığı doğanın ona verdiği yaşamsal bir içgüdü. Avcı denen müsveddelerin ki ise yaşama karşı koyuş, onu yok etmeye yönelik. Bir canlıyı öldürürken, oradaki habitatı da öldürdüklerinin farkında olmayan bir lümpen yığını bunlar. Şiddetin doğadaki canlılar üzerinden deneyen akılsız bir yığın hem de.
Şiirdeydim oysa. Oscar Wilde Sfenks şiirinde kediye dair çok şey söyler. Nazmi Ağıl’ın çevirdiği şiirden birkaç dize ile kedinin çıktığı tarihsel yolculuğuna da merhaba demek iyi gelecek bu son kelamda. "Yaklaş sevimli bitkin sfenksim!/ Gel de başını yasla dizime!/ Okşayayım boğazını ve doya doya/ Bakayım vaşaksı benekli gövdene/ İzin ver dokunayım, sarı fildişi/ Kıvrık tırnaklarına ve elime alayım/ Ağır kadife patilerin etrafına dev/ Bir engerek gibi dolanmış kuyruğuna."