ayşe düzkan
kimin adına demokrasi?
türkiye biliyorsunuz, lokumu, rakısı, kahvesi, sahilleri ve komplo teorilerine olan düşkünlüğüyle ünlü. kendi kendimizle de dalga geçtiğimiz bir konu bu ve haksız değiliz. örneğin türkiye cumhuriyeti ile israil arasında imzalanan hiçbir anlaşma "yahudi komplosu" fikri kadar ilgi görmemiştir. oysa anlaşmalar ortada, komplo ise muhayyel. ama olsun. kimin ailesinin yahudi kökenli olduğuyla uğraşan adama "hocam" ve kendilerine "solcu" diyen insanlar var bu ülkede.
bir yandan da, demokratik işleyişlerin bu kadar zayıf olduğu bir memlekette, insanın, hep birileri bir yerlerde bir işler çeviriyor gibi hissetmesi gayet doğal. çünkü gerçekten, sürekli, birileri bir yerlerde, bir şeyler çeviriyor ve bu birilerinin bir kısmının niyetlerinin halis olması çok fazla bir şey değiştirmiyor.
demokratik işleyişlerin tıkır tıkır işlemesi dahi eşitlik ve özgürlük demek değil. bir siyasal talepler sıralaması yapmak gerekse, demokrasiyi en başlara koyacaklardan değilim ama bu görüşüm, her yaptıklarını demokrasi adına yapanların, demokrasiyi dilinden düşürmeyenlerin demokratik işleyişler konusunda biraz daha hassas olmalarını bekleme hakkımı elimden almaz, umarım.
masalar kurulur, görüşmeler yapılır tabii. bir şey diyemeyiz. o masalarda, o görüşmelerde ana konu demokrasi de olabilir, ona da bir diyeceğimiz olamaz. ama bir masada ya da görüşmede konuşulanın demokrasi sayılması için birincil şart şeffaflık.
kemal kılıçdaroğlu biliyorsunuz, bazen ziyadesiyle iyimser ve partisinin muhalefet etmesine dahi gerek olmadığını ifade ediyor. bunun üzerine, ana muhalefet ne için var, diye sorabilirsiniz, haklı olarak. kılıçdaroğlu bunu, "iktidar düşünce iktidar olmayı beklemek" olarak tarifliyor ve iktidarın kendi kendine düşeceğini iddia ediyor. bugünkü iktidar bloğunun, özellikle dış siyasette ve ekonomide kendisini epeyce sıkıştıracak hatalar yaptığına şüphe yok ama muhalefet kanallarını bu kadar daraltmışken ve bırakın adil bir seçimi, seçim olabileceği beklentisi bile düşükken ana muhalefet liderinin rahatlığı ancak, bize söylemediği "bir bildiği var"sa makul sayılabilir. demokrasi yine güme gider, tabii ama hiç yoktan iyidir.
ama görünen o ki, kılıçdaroğlu, gelecek partisi ve deva’nın meclis’e dolayısıyla seçime girmesini sağladıktan sonra onlarla yapacağı bir ittifakla iktidara gelmeye "fit." eh, kürt sorununu çözmeyi vaat ettiği için, kürtlerin oylarını da cepte sayıyor. aynı oylara muharrem ince’nin de, daha partisini kurmadan talip olduğunu büyükşehir yönetimlerini chp’nin almasıyla ilgili açıklamasında gördük. insan sadece "oldu canım" demek istiyor.
çünkü olmuyor. seçmenin iradesini kendilerine zimmetli gibi davrananların pazarlıkları konuşuluyor, türkiye’nin geleceği adına. bunun halkın iradesine el koymaktan başka anlamı yok. ve en kötü, en sığ anlamıyla ele alındığında bile demokrasiyle bir ilgisi yok. bir değişiklik sağlayabilir tabii. bugünkü iktidar bloku, "fikirleri iktidarda, kendisi saha kenarında…" olabilir.
chp kendisinin de parçası bulunduğu bir ittifakın iktidarını laiklik için bir güvence sayıyor. evet, böyle bir iktidarda ayasofya cami olarak ibadete açılmazdı muhtemel ki. ama laiklik mücadelesini merkezine koyan her siyasi akıma, bu mücadelenin ancak, halkın dine ihtiyaç duymamasıyla başarıya ulaşacağını hatırlatmak istiyorum. halkın, inançlı olsun olmasın, dine ihtiyaç duymaması, kaderini kendisinin belirleyeceği, zor anında kamunun yanında olacağı bir hayat sürmesi yani.
aynı şekilde, enfekte olma ihtimali olan işçilerin fabrikada karantinaya alınıp çalışmaya zorlandığı, kıdem tazminatı hakkının tehlikeye girdiği, asgari ücretin ortalama ücret, sekiz saatlik işgününün bir hayal ve çocuk emeğinin sıradan olduğu bir yerde demokrasiden söz edilemez. ümit akçay bunu ve sebeplerini, "otoriter emek rejimi yıkılmadan demokratikleşme olmaz" başlıklı röportajda benden çok daha iyi ifade ediyor.
bir politik hareketin demokratik sayılabilmesinin kriterlerinden biri de temsil etmeyi hedeflediği kitlelerin talep ve ihtiyaçlarını ifade etmek.
ve demokrasi, demokrasi yanlısı fikirleri olan insanların yönetimi değil, farklı bir temsil ve işleyiş anlamına geliyor esasen. demokrasiden bahseden seçkinlerin yönetime gelmesiyle ilgisi yok, demokrasiden bahseden seçkinlerin bizlerden elimizi taşın altına koymamamızı falan istemesiyle de alakası yok. kimi temsil ettiğini bilmediğimiz insanların, bizimle ilgili tasavvurlarıyla hiç alakası yok.
beyrut’a geçmiş olsun.