ayşe düzkan
kıraathanelere güneş doğmuyor!
hatırlarsınız, nevin yıldırım, kendisine uzun zaman tecavüz eden akrabası nurettin yıldız’ı öldürüp, kestiği başını köydeki kahvenin önüne atmıştı.
ne kadar isabetli bir tercih! çünkü kıraathane maçoluğun harman olduğu yerdir. erkek egemenliği toplumun yapısının ta kendisi ama erkek egemen ideolojinin serpildiği en önemli kamusal mekânlardandır kahveler ve adeta birer taciz merkezi olarak örgütlenmişlerdir.
turistlere mahsus sahilleri bir kenara koyun, onların "ekmek kapısı" olarak rahat bırakıldığı oluyor. ama sadece sahiller. kurtarılmış bölge addedilen ege de dahil olmak üzere herhangi bir köyde, herhangi bir mahallede kıraathanenin önünden geçerken insanı meme sahibi olduğuna pişman ederler. farklı kapitalist sınıflardan, farklı gelir düzeylerinden erkeklerin, patriyarkal sınıflarında, yani erkeklikte uzlaşabildiği alandır kıraathane. tabii, zengin olan daha fazla çay söyleyip daha rahat okey oynayabilir ama işte siyaseti ve futbolu sürekli sekse dayanan benzetmelerle tartışarak, gelen geçen kadınlara bakarak, gerçek/muhayyel bıyıkların altından, zaman zaman erotik sandıkları cümleler mırıldanarak ortaklaşabilirler. dayanışma da eksik olmaz. evet, işsizlere, meczuplara, hepten yoksul olanlara çaktırmadan çay ısmarlandığı vakidir. ama esas birlik başka yerde kurulur; geçen bir kadın, ola ki kendisine atılan bir lafa cevap versin, hep birlikte açarlar bayramlık ağızlarını.
hava ocaktan yükselen su buharı, bazı yerlerde gizli içilse de sigara dumanı ve testosteronla ağırlaşmıştır, müdavimlerse kimi zaman yapmacık bir neşe ve erkek olmaya duyulan şükranla donansa da aslında yoksulluğun, yoksunluğun, sevinç ve ümit eksikliğinin hüznünü yüklenmiş bir mekândır kahve.
ama mesele sadece erkekler, erkeklik, erkek egemenliği değil. şunu hatırlatayım: bu ülkede faşist militer güçlerin mayalandığı başlıca üç kamusal alan var; kıraathaneler, taksi durakları ve dövüş sporları merkezleri. (bir ara internet kafeler de önemliydi, akıllı telefonlarla birlikte önemi azaldı.) hepsi fethedilmesi gereken kaleler ama bu üç alanın içinde en kolay nüfuz edilebilecek olan, kabul edersiniz ki kahve.
o kıraathaneleri dönüştürmeden bu ülkeyi dönüştürebileceğini sanan aldanır, bence. türkiye cumhuriyeti’nin her yanını sarmış o şer merkezlerinin, kahvelerin fethedilmesi gerek. o kıraathanelerde, birileri, "öyle diyorsun ama hacı emmi, sen konduda zor oturuyorsun, adamlar sarayda…" falan diye söze başlamadan, sözünü dinletmeden, her ne ümit ediyorsak, o olamaz. oralara kadınlı-erkekli oturup, oraların sakini haline gelip, o masalardan yükselen tacizlere karşı çıkmadan yeni bir ülke olmayacağı gibi geriye gidiş de engellenemez. onların anlayacağı dilden, "hepimizin anası, bacısı var..." diye de değil, "sen ne hakla…" diye söze başlamak gerekir, örneğin. zor mu; tabii ki, ama zaten hedefimiz olmazı oldurmak değil mi biraz da.
24 haziran gecesi olup biteni izledik, çok şaşırdık. hadi diyelim erkekler askerlik yapmıştı, kadınlar nasıl bu kadar hakimdi silahlara? oysa hiçbir şey kendiliğinden olmuyor, hiçbir şey bizden gizli, kör noktalarda bile olmuyor, biz oralara bakmayı tercih etmiyoruz belki de. bu ülkede sivil militer güçlerin oluşturulacağını, buna ihtiyaç duyulacağını tahmin etmek, bunu sürekli tekrar etmek, bu sürece müdahale edildiği anlamına gelmiyor.
seçim öncesi karşımıza çıkan kıraathane vaadinin sanatistanbul’un projelerinden biri olduğunu, işin içinde ciddi bir rant bulunduğunu gazeteci said sefa, twitter’da anlattı. sanatistanbul, izmir, muğla gibi chp’li belediyelerden iski’ye, kur’an’ın anlamıyla buluşmak platformu’na, zemzem tower’a, garanti bankası’na kadar uzanan bir "türkiye mozaiği"nin bulunduğu referansları arasında bir ajans. neler yaptıklarını, kimlerle çalıştıklarını merak ediyorsanız internet sitesine bakabilirsiniz.
seçimin ateşi, telaşı içinde bunu görmemiş, ciddiye almamış olabiliriz. ama devletin kasasından yani bizlerin vergileriyle finanse edilecek olan kıraathanelerin toplumsal niteliği de, siyasal bir araç olma potansiyeli de yeterince açık, değil mi.
kıraathane dediler, kek dedik, ketıl dedik. çok eğlendik, çok güldük. umarım yarın öbür gün o kıraathaneler yüzünden çok ağlamayız.