Gün Zileli
Kitap yakmak ve ifade özgürlüğü
Uğur Mumcu’nun anısına…
İsveç’teki Kuran yakma olayı öylesine dallı budaklı bir tartışmayı davet ediyor ki, tek tek her birinin üzerinde enine boyuna durmak bu yazının çapını aşar.
CUI BONO (KİME YARADI?)
Önce, olayın hangi boyutlarının üzerinde durmayacağımı belirteyim.
Örneğin, İsveç ya da Danimarka aşırı sağının İsveç’in NATO’ya girmesini sabote etme boyutu var. Kuran’ın hiçbir İslam nüfuslu ülkenin değil de, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi konusunda kendi lehine bazı şartlar dayatan Türkiye’nin konsolosluğunun önünde yakılması bunu akla getiriyor. Öte yandan, bu eylemi NATO’yu karıştırdığı ve Putin’in elini güçlendirdiği için hayırlı bulmak da herhalde reelpolitik fırsatçılık açısından abidevi bir örnek olarak anılacaktır.
Tabii, bu olayın, seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, Türkiye’de AKP iktidarına bir bonus değerinde olması da ayrı bir boyut. “Cui bono” (kime yaradı?) ilkesi üzerinden bakarsak, insanın aklına neredeyse İskandinav neo-nazilerinin, AKP-MHP iktidarıyla işbirliği içinde olabilecekleri bile geliyor. Elbette böyle bir şey ileri sürecek değilim.
İSVEÇ’İN TUTARSIZLIKLARI
Bir başka boyut, İsveç hükümetinin “ifade özgürlüğü” savunmasının tutarsızlığıdır. Daha geçenlerde bir Kürt gencini, ilkeleri falan anında unutup Cenevre Anlaşmasını açıkça çiğneyerek “terörist” diye Türkiye’ye teslim etti İsveç hükümeti. Bunun üzerinde de durmayacağım.
Irkçılık, İslamofobi ve nefret suçu bir başka boyut. Bildiğim kadarıyla gamalı haç türü Nazi işaretleri tüm Avrupa’da yasak. Buna rağmen aşırı sağ yükselişte. Demek biçimsel yasaklar neo-naziliğin önünde bir set oluşturmuyor. Nitekim ben bu tür yasakların ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu düşünürüm. Yani neo-naziler eski Nazi amblemlerini kullanabilmelidirler. Ya da Yahudi düşmanları veya homofobik eğilimler kendilerini açıkça ifade edebilmelidirler. Yahudilere, göçmenlere ya da eşcinsellere fiili saldırı olmadıkça bu eğilimlerin kendilerini ifade edebilmesi ifade özgürlüğü kapsamına girer bence. Gerçi bu da ayrıca tartışılması gereken çetrefilli bir konu. Bu yüzden bunu da burada kesiyorum.
CHARLIE HEBDO
Bir diğer boyut da, 2015 yılında, Muhammed’in karikatürünü yaptı diye saldırıya uğrayan ve karikatüristleri katledilen Charlie Hebdo dergisi olayı halen belleklerde tazeyken İsveç hükümetinin, her şey bir yana, İslamcı militanların saldırısını davet eden böyle bir olaya, “ifade özgürlüğü” adına engel olmamasındaki tuhaflıktır. Gerçekten ifade özgürlüğüne giren bir eylem olsa, tamam, her şeyi göze al, engel olma. Fakat, dünyanın her yerinde kilise ve sinegoglara saldırılara, can kaybına yol açacağı kesin olan böylesine saldırgan bir nefret suçuna, üstelik önceden ilan edildiği halde engel olmamaları karşısında insan şaşkınlıkla donup kalıyor gerçekten. Elbette, komplo teorilerine pek düşkün olan MHP başkanı Bahçeli’nin, eylemi yapan kişinin “İsveç’in kuklası” olduğu zırvaları konumuz dışı.
İSPANYA’DA YAKILAN KİLİSELER
Geçerken, bazı arkadaşların, facebook’taki tartışmalarda, İspanya İç Savaşı sırasında, anarşistlerin kilise ve manastırları yakması olayı ile Kuran yakma olayı arasında paralellik kurmaları mevzuuna da derinlemesine giremeyeceğimi belirteyim. Yalnızca şuna değineyim ki, iki olay arasındaki benzerlik oldukça az. Anarşistlerin gerekçesi, bu kilise ve manastırların Falanjistlerin cephaneliği haline getirildiğiydi. Kısacası, sembolik bir din karşıtlığı söz konusu değil. Kaldı ki, ben, gerekçesi ne olursa olsun, kilise ve manastır yakmanın ya da din insanlarını kurşuna dizmenin de son derece yanlış olduğu kanısındayım.
NAZİLER VE KİTAP YAKMAK
Bu yazıda esas üzerinde durmak istediğim nokta, kutsal kabul edilen kitaplar da dahil kitap yakmanın ifade özgürlüğüne mi girdiği, yoksa ifade özgürlüğüne saldırı anlamına mı geldiğidir.
Biliyorsunuz, Naziler kitap yakmakta pek ünlüdür. İktidara geldikten sonra insanlığın kültür mirasının ürünü olan ne kadar kitap varsa meydanlarda topluca yaktılar ve bu korkunç nefret suçu o zamandan beri tüm insanlığın hafızasına silinmemecesine kazındı.
KİTAP YAKMAK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE KARŞI
Bu konuda, benim cevabım, sembolik olarak da olsa, herhangi bir kitabı yakmanın, ifade özgürlüğüne saldırı olduğu ve nefret suçuna girdiği yönündedir.
Örnek verecek olursam, Arjantinli yazar Manuel Puig’in, filmi de çevrilen Örümcek Kadının Öpücüğü (1976) adlı harika romanı (çev: Nihal Yeğinobalı, Can, 1986), hapishanede geçen bir eşcinsel ilişkiyi konu aldı diye homofobik kişi ya da kişiler tarafından bir meydanda yakılsa, bu açıkça ifade özgürlüğünü de hedef alan bir nefret suçu olurdu. Elbette eylem semboliktir. Kitabı yaktınız diye o kitap yok olmaz ama kitabı yakan kişi ya da kişiler, olanak bulsalar, yazarı başta olmak üzere kitabı kökten ortadan kaldıracaklarını ifade etmiş olurlar. Eğer kitabı yakacak kişi ya da kişiler bu eylemlerinin yerini ve zamanını belirtmişlerse, nefret suçu kapsamına girdiğinden ve ifade özgürlüğünü hedef aldığından o andaki yetkililerin bu eyleme izin vermemeleri gerekir.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını savaş karşıtı olduğu; Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nı komünist olduğu; Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşması’nı anarşist olduğu; Turan Dursun’un Tabu Din Bu’sunu İslam ve din karşıtı olduğu; Lenin’in Devlet ve Devrim’ini ayaklanma yoluyla devrimi savunduğu; Troçki’nin Faşizme Karşı Mücadele’sini faşizme karşı olduğu; Rudolf Rocker’in Miilliyetçilik ve Kültür’ünü milliyetçiliği eleştirdiği; Salman Rüştü’nün Şeytan Ayetleri’ni “Kuran’ın kelamına karşı çıktığı”; Uğur Mumcu’nun Rabıta’sını köktendinci İslam’ı teşhir ettiği; Darwin’in Türlerin Kökeni’sini dini dogmaları yıktığı için meydanlarda göstere göstere yakmak ifade özgürlüğü kapsamında ele alınabilir mi? Ya da ters bir örnek olarak, ırkçılığı vazeden Hitler’in Kavgam’ını yakmak ya da yasaklamak, ırkçılığın nasıl bir şey olduğunu öğrenme hakkına bir saldırı değil midir?
Sembolik de olsa Kuran yakmak bir nefret suçudur. İfade özgürlüğü gerekçesiyle böyle bir eyleme izin verilmesi, nefret suçunu meşrulaştırmaktan, karşıt bir bağnaz nefreti tahrik etmekten başka bir sonuç vermez. Nitekim sonuçlarını görmeye başladık bile. Sağda solda yakılan kiliseler, dinci-ırkçı reaksiyonun gösterileri, bir yerlerde bıçaklanarak öldürülen papazlar vb. Reaksiyoner protestocuların bu eylemden pek memnun oldukları açık.
İfade özgürlüğü, içeriği ne olursa olsun, bize ne kadar aykırı gelirse gelsin, her fikrin, her eğilimin kendini serbestçe ifade etmesi özgürlüğüdür. Provokasyon, kışkırtma, nefret, saldırganlık “özgürlüğü” değil!
Bu adam camilerin önüne giderek yakma eylemlerine devam ettiğine göre, sanırım amacı, Avrupa’da büyük bir İslami reaksiyon yaratarak mültecilerin Avrupa’dan sürülmesini sağlamak.
Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.