Komşunun Başkentinde...

Yunanca bilmesen de yabancı değilsin. Sokaklar, evler, belki farklı ama insan manzaraları, mutfak filan eski İstanbul ya da eski İzmir'dekilere çok benziyor.

Geçtiğimiz hafta iki günümü Atina'da geçirdim. Amnesty ile Yunanistan İnsan Hakları Birliğinin düzenlediği ''Türkiye'de İnsan Hakları'' konulu panele katıldım. Güzel geçti.

Belleğimin kayıtlarını taradım: Atina'ya ilk defa 1974 yılının Eylül ayında gelmişim. Yani 43 yıl önce. Bu sefer önünden geçerken hatırladım, Syntagma Meydanına çıkan sokaklardan birinde bir otelde kalmıştık. Toprağı bol olsun, özlediğim arkadaşım Ahmet Güngören ile önce Istanbul-Atina seferi yapmıştık, ertesi gün de Atina-Marsilya uçağına binmiştik. Çünkü o zamanlar direkt uçuş yoktu Istanbul ile Marsilya arasında. Üniversite okumaya Aix-en-Provence'a gidiyorduk ikimiz de.

Ondan sonra çok sık gitmedim ama yine de en az 4-5 kez gidip gelmişimdir Atina'ya. Bir tanesi, 2000 yılı olmalı. Gazeteci-belgeselci şimdilerde Avrupa Parlamentosu üyesi meslekdaşım/dostum Stelyo Kuloğlu'nun Türkiye'de Basın Özgürlüğü konulu ''Arkadaşım Ragıp'' filminin galasına katıldığımı hatırlıyorum. Çok eğlenmiştik.

Bir keresinde de Güney Kıbrıs'a, resmi adı Kıbrıs Cumhuriyetine gitmek için Istanbul'dan Atina'ya gidip bir gün bekleyip, buradaki Kıbrıs Büyükelçiliğinden vize almıştım.

Bir de bizim GS Üniversitesinden öğrencilerle bir Selanik-Atina-Girit gezisi yapmıştık.

Bundan önceki son Atina ziyaretimi de hatırladım. Mektepten iki arkadaşımla Galatasaray- Panionios maçına gelmiştik. 3-0 yenmiştik. Tarihi Kasım 2007. Yani 10 yıl önce. Omonia Meydanında dolanırken 10 yılda çok fazla değişiklik olmadığını gördüm.

Bizim toplantıyı Atina Barosunun binasındaki salonda düzenlediler. Türkiye'de İnsan Hakları konulu bir toplantıyı belki de sürrealist/absürd ya da korku filmleri gösteren bir sinema salonunda da yapabilirlerdi. Salon doluydu, İnsan Hakları örgütlerinin Başkanları, iktidar partisinden milletvekilleri, gazeteciler, Istanbullu Rumlar, Türkiye'ye meraklı aydınlar vardı. Daha da iyisi, bizim Türk-Yunan Dostluk Derneği Defne'den tanıdığım eş-dostun yanısıra 80li-90lı yıllarda Türkiye'de Yunan haber ajanslarının ve gazetelerin muhabirliğini yapan meslektaşlarla yeniden buluştuk. Hoş oldu.

O dönemin Katimerini muhabiri Dimitri çok şeker bir sürprizle geldi. Bir gazete kupürü tutuşturdu elime. Sonra da ''Bak bakalım tanıyabilecek misin?'' dedi. 21 Haziran 1998 tarihli gazeteden yarım sayfalık bir haber. Bizim Babiâli Şenliğinden bir fotoğraf. Metin'in annesi Fadime Göktepe var. Bir başka fotoğrafta Dimitri, ben ve Stelyo poz vermişiz ''Babiâli Hatırası'' panosunun önünde. Saçlarımız, sakallarımız o zaman simsiyah. Göbek filan yok. Yaklaşık 20 yıl önceki halimiz...

Rumlar, genelleştirmeyeyim, benim tanıdığım Rumlar, özellikle Istanbullular, benim gözümde hakiki kentli, modern, kültürlü, eğlenmesini bilen, gırgır insanlar. Türkiye ile bağları şahane, normal çünkü anavatanları, Türklükle ilişkileri o kadar değil. Benim gibi.

Toplantıda çevirmenliğimi yapan hanımefendiyi tanımıyordum. Toplantı öncesi muhabbetimizin 10. dakikasında en az 4 ortak tanıdığımız çıktı. Ve... Beşiktaşlı futbolcu Niko'nun eşiymiş. Niko, Lefter ve Kasapoğlu'ndan bir kuşak sonra belki de Türkiye liglerinde oynayan son Rum futbolcu. Emekli olmuş artık haliyle...

Atina, Yunanistan'ın en büyük kenti. Pire ve çevresiyle birlikte yaklaşık 4 milyon nüfusu var. Selanik'le karşılaştırınca biraz kalabalık, daha dinamik bir kent.

Osmanlı, bu kente pek yüz vermemiş görünüyor. Antik Çağ'da önemli bir merkez ama atalarımız topu topu iki camiyle yetinmişler buraya geldikten sonra, onlar da büyük bir ihtimal kiliseden dönüştürülmüş camiler. Mesela meşhur Akropol'ün sadece küçük bir bölümünü cephane olarak kullanmış Osmanlı. Tarih merakı yok galiba bizimkilerde. Hatta kendi tarihlerine de pek yoğun ilgi duymamışlar. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun doğumu, kökeni konusunda, 6 yüzyıl boyunca, Saray'ın memuru vak'a nüvislerin yazdıkları resmi metinleri, yani methiyeleri bir kenara bırakırsak, ciddi sayılabilecek ilk çalışma, taa 1934 yılında Mehmed Fuad Köprülü'nün Sorbonne Üniversitesinde Fransızca olarak verdiği üç konferansın notlarından oluşan

''Les Origines de L'Empire Ottoman''. Türkçesi ilk defa 1959'da yayınlanmış, son olarak da 2015 yılında ''Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu'' başlığıyla Alfa Yayıncılık yeni baskısını yapmış. Okumuştum, ilginç belki ama Bizans geleneğini/sürekliliğini katı bir şekilde inkâr eden yanları çok doğru gelmemişti bana.

Neyse dağıtmayalım konuyu... Meclis binasının arkasından Kolonaki tarafına doğru giderken, yani kentin göbeğinde devasa bir parktan geçtik. Envai çeşit ağaç ve bitki var. Etraf tertemiz. Bu parkı meğerse Osmanlı bölgeden ayrıldıktan sonra, Yunanistan'a atanan Kral sülalesinden biri yaptırmış. Dünyanın dört bir köşesinden ağaçlar, bitkiler getirtmiş. Hakiki aristokrat çevreci oluyormuş, demek ki... Eski adı Atina Kraliyet Bahçesi imiş, Cumhuriyet kurulunca Atina Ulusal Parkı olmuş. İçinde küçük bir hayvanat bahçesi, Botanik Müzesi ve bir çocuk kitaplığı barındırıyor. Bizim kalkınmacı/girişimci müteahhitlere bıraksan hemen dikiverirler kuleleri, gökdelenleri. Sonra da Good Life, Santral Bahçe, Platinium Konakları....reklamları...Cennet Evleri, Paradise Papers filan...O başka bir şeydi galiba karıştırdım, pardon!

Toplantıdan sonra, bizim Karaköy Lokantası'nın Atinalı kardeşi gibi bir lokantaya gittik. Girit rakısı eşliğinde deniz ürünleri filan yedik. Lezzetliydi.

Gazeteci milleti, milletvekilleri, STKcılar bir araya geldiği zaman ne konuşur? Biz Syriza'yı, Batı Trakya'yı, (New York Mahkemesi pürüz çıkarmaz ise) Erdoğan'ın Aralık başında yapmayı tasarladığı Yunanistan gezisini, Ahmet Şık'ı, Osman Kavala'yı içerideki ve dışarıdaki arkadaşlarımızı konuştuk. Geçmişi andık, gelecek üzerine tahminlerde ve dileklerde bulunduk. Güzel bir gece geçirdik.

Gönül isterdi ki ''Türkiye'de Demokrasinin Gelişimi'' konulu bir panele katılayım.

O da olur gelecekte...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi