küçük mevziler oluşturmak

daha geniş kapsamlı düşünülecek, örgütlenecek bir dayanışma hareketi, aynı zamanda 'biz'in genişlemesini de sağlayabilir.

sibel ünli’nin ölümü, son aylarda karşımıza çıkan intihar vakalarının en çarpıcısı, en yıkıcısı oldu. bunun sebebi her şeyden çok, kendi canına kıymazdan bir süre önce attığı, yemek kartında sadece 1 lira 40 kuruş olduğuna dair twit ve bunun tam da yemekhane zamlarıyla ilgili eylemle aynı zamana denk gelmesi.

oysa birçok şey gösteriyor ki, sibel ünli, sadece yoksulluktan, parasızlıktan intihar etmemiş. onu, yaşamaktan alıkoyan yoksunluk, daha çok, "gidecek yerim yok, yaşamaya değer bir hayatım da" cümlesinde saklı. bu genç kadını hayattan bezdiren şeyler geleceksizlik, gelecekle ilgili, güzel bir şeylerin olabileceğine dair bir ümidinin olmayışı –ki bunlar çoğu insan için geçerli- ve çevresindekilerin kabalığı. belki kabalık kelimesinin bile açıklamakta yetersiz olduğu acımasızlık.

dayanışmanın ezilenlerin inceliği olduğuna dair bir cümle dolaşıyor ama ara sıra ezilenlerin kabalığını da düşünmekte yarar var; tam da kapitalizmin sebep olduğu tahammülsüzlük, rekabet, acımasızlık, yırtıcılık ve insana yakışmayan daha onlarca özelliğin sonucu olan kabalık. bütün bunlarla nasıl baş edeceğiz?

ekonomik kriz ilerledikçe, terim yerindeyse can almaya devam ettikçe dayanışma da onunla mücadelenin önemli bir ayağını oluşturuyor. ekonomik krizin akp politikalarıyla bağını kuran, yoksulluğun kapitalizmle ilişkisini sergileyen metinler hazırlamak, bunları en geniş kesimlere ulaştırmak tabii ki anlamlı ama bir politik faaliyet olarak yetersiz. çünkü halkın çoğu, bu gerçekleri bilmediği için değil, ne yapacağını bilemediği için sessiz kalıyor. kitlelerin kendiliğinden bir tepki örgütlemesi bekleniyorsa, o zaman bu kadar çok öncülüğe, bu kadar çok siyasete ne gerek var? emekçiler, aktif muhalif siyaset yaptıklarında işlerinden olmaktan, ailelerini sefil edecek şekilde hapse atılmaktan korkuyor ki bunda haksız değiller. aynı zamanda siyasetle uğraşacak zamanları yok; çoğunluk 10 saatin üzerinde çalışıyor. bu işlere ayıracak bütçeleri yok; çoğu ayın sonunu zor getiriyor. onların siyasetle ilgisinin hayatlarını da olumlu yönde değiştirecek biçimler alması gerekiyor. bu kanallar nasıl açılabilir?

bu açıdan önemli olan bir başka nokta şu. "siyaset" git gide daha fazla, sol muhalefet için dahi ancak geniş bütçeyle yapılabilir bir şey haline geldi. bu ilk bakışta, siyasete çok zaman ayırmak zorunda olup "profesyonelleşen" insanların sübvanse edilmesiyle halledilebilir bir mesele gibi görülebilir ancak solun kadroları arasında herhangi bir emekçi pratiğinden geçmemiş olanların çoğunluğu oluşturmasının çok ciddi sonuçları olur çünkü hepimizin gayet iyi bildiği gibi, insan nasıl yaşarsa öyle düşünüyor!

şu açık; sendikal hareket tarihin en zayıf dönemlerinden birinden geçiyor. akp çok planlı manevralarla hareketi manipüle edebileceği bir yapıya soktu. bunun en önemli sonucu, emekçi sınıfların ekonomik krize hazırlıksız yakalanmış olmaları. ama örneğin işten atmalar karşısında, sendikaların, üyeleri olsun olmasın emekçilere yasal destek sağlamak gibi konularda başvuru mercii olması örgütlenemeyecek bir şey değil. daha geniş ifade edersem, sendikacılığın, toplu sözleşme hedefinin dışına taşacağı, farklı dayanışma biçimlerini de örebileceği yeni bir biçime ihtiyacı var, böyle düşünen ve bunu hayata geçirmeye çalışan sendikacılar da var zaten.

dayanışmanın, "bizden" olanlara iş/burs bulmaya çalışmak, başı sıkışık olanlara yardım sağlamakla halledilebilecek bir mesele olmadığını düşünüyorum. bunlar, sağlananlara büyük ferahlama sağlıyor, kelimenin gerçek anlamıyla "sevap" oldukları da söylenebilir, "biz" dediğimiz şeyin ilişkilerini sıklaştırabilir. bunların hepsi de güzel bence. ama daha geniş kapsamlı düşünülecek, örgütlenecek bir dayanışma hareketi, aynı zamanda "biz"in genişlemesini de sağlayabilir.

şunu hepimiz gözlemliyoruz sanırım. pahalılık ve parasızlık bir arada, özellikle büyük şehirlerde, işi olanlar için bile, yaşamayı çok güç hale getiriyor. yine özellikle büyük şehirlerde giyim ve beyaz eşya gibi kalemlerde çok ciddi bir artış yok ama temel ihtiyaç maddesi olan gıda fiyatları almış başını gidiyor ve hemen herkesin bütçesini etkiliyor. öyleyse, halkın ucuz ya da nispeten ucuz gıdaya erişimini sağlayacak her türden örgütlenme büyük bir dayanışma anlamına geliyor. türkiye solunun geleneğinde kooperatifçiliğin bulunduğunu da hatırlayarak, kâr amacı gütmeyen işletmelerle bunun bir hayal olmadığını düşünüyorum.

ayrıca, doğalgaz, elektrik, su gibi, kamudan temin edilen kaynakların ve en önemlisi ulaşımın ucuzlaması hatta bedava olması için yürütülecek kampanyalar da çok destek görecektir.

yine büyük şehirlerde, en pahalı olan şeylerden biri sosyalleşmek. bunun iki önemli sonucu var. birincisi, özellikle ulaşım giderlerinin yüksekliği sebebiyle, bilhassa istanbul’da, sosyalliğin merkezden uzaklaşması. yani örneğin 2012’den farklı olarak, insanlar, gençler hafta sonlarını geçirmek için –bakırköy, kadıköy, taksim gibi- kendilerine yakın merkezlere gitmeyi tercih etmiyor, edemiyor. bunun bir sonucu merkezde örgütlenen siyasal faaliyetlere ilginin, baskıdan da bağımsız olarak azalması. ama aynı zamanda, bir imkân sunuyor çünkü her mahallede, her semtte, insanlara ucuza sosyalleşebilecekleri mekânlar sağlamak siyasal bir etki de yapacaktır. dernekleri ya da lokalleri kastetmiyorum, kahve vb. mekânlardan söz ediyorum. hepimiz hayatımızın bir aşamasında, sosyalleştiğimiz mekânların bir yaşam alanına, politik bir alana dönüştüğünü deneyimlemişizdir. gerçekten de bir mekânın nasıl işletildiği, içinde neler yaşandığı başlı başına siyasal bir deneyim. kadın hareketinin tarihinden bir örnek vermek istiyorum. 1980’lı yıllarda gerçekleşen kahve ve meyhane baskınları o dönem epey eleştiri ve dalga konusu olmuştu ama istanbul’un ve zamanla türkiye’nin toplumsal hayatında bir değişime yol açtı. çünkü türkiye’de her zaman kadınların da gidebildiği kafeler ve içki içilen mekânlar olmuştu. ama çayın hem güzel hem de ucuz olduğu kıraathaneler, ucuz birahaneler adı konmamış bir kural olarak kadınlara kapalıydı, kadınlar o eylemlerle bunları kazandı. bugün geceleri sokakta kadınları görüyorsak bir sebebi de o eylemler. bir mekânın, kadınların ve lgbti+’lerin rahat edeceği şekilde düzenlenmiş, tacize taviz vermeyen, çalışanların düzgün ücret alıp insani sürelerde çalıştığı ve gerçekten ucuz olması mümkün, kâr etme amacı gütmeyen bir işletme bunları pekala sağlayabilir. benim aklıma gelenler bunlar ama somut etkisi ve sonucu olabilecek örnekler çoğaltılabilir.

kapitalizmin ve patriyarkanın imkânsız olduğunu iddia ettiği insanlığın, insani olanın nüveleri hem politik anlamı olan hem de ezilen ve sömürülenlerin hayatını az da olsa değiştirebilecek adımlarla, yapılarla mümkün. yarını bugünden kuracağız, o hem geçmişimiz hem de şu dar boğazda çaremiz olabilir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi