Doğan Özgüden
Kürt-Katalan kardeşliği bu yana, Atilla'nın torunları o yana...
Belçika'nın başkenti Brüksel, iki aya yakın süren yaz tatili rehavetinden sonra hem ülkenin, hem de genel merkezlerini barındırdığı Avrupa Birliği'nin ve NATO'nun gündemlerinde birikmiş sayısız soruna çare bulmaya hazırlanıyor. Bittabi, dünyanın tüm ezilen halklarının seslerini duyurmak ve özellikle de istemlerini Avrupa Birliği'ne kabul ettirebilmek için Brüksel'de mevzilenmiş olan direniş örgütleri de...
Bu hafta için Brüksel'de gerçekleştirilecek etkinliklerin başında hiç kuşkusuz Kürt diasporasının 24 Ağustos perşembe günü başlayıp 27 Ağustos pazar gününe kadar sürecek olan 7. Kürdistan Kültür Haftası geliyor.
Kürdistan Ulusal Kongresi, Brüksel Kürt Enstitüsü ve Kürdistan Toplulukları Demokratik Konseyi (NAV-BEL)'in organize ettiği, Asuri, Ermeni, Ezidi, Keldani örgütleriyle İnfo-Türk ve Güneş Atölyeleri'nin de desteklediği bu hafta süresince, çeşitli kültürel etkinliklerin yanı sıra, hiç kuşku yok, Kürt ulusunun hem Türkiye'de, hem de Suriye, Irak ve İran'da uğradığı bitip tükenmez zulüm ve baskılar bir kez daha dile getirilecek.
Kürt diasporasının bu hareketliliğine paralel bir diğer gelişme de, İspanya'da yapılan genel seçim sonuçlarının doğal uzantısı olarak Brüksel'deki Katalan diasporasında yaşanıyor.
Avrupa coğrafyasında iki büyük ulus, Anadolu’nun Kürt’leri ile İberya’nın Katalan’ları nerdeyse bir asırdır, daha kesin bir ifadeyle tam 98 yıldır aynı yazgıyı paylaşıyorlar. Evet, tam da 1925 yılında Anadolu’da Kürtler o meşum Takrir-i Sükûn yasasıyla bitip tükenmez devlet terörüne mahkum edilirken, aynı yıl İberya’da da faşist general Miguel Primo de Rivera özerk Katalonya yönetimine son veriyor, Katalan dilinin ve bayrağının kullanımını dahi yasaklıyordu.
Anadolu Kürtleri 1925’ten bu yana sadece CHP’nin tek parti diktası altında değil, sözde demokrasiye geçildikten sonra çok partili rejimlerde de, 1960, 1971 ve 1980 askeri darbelerini izleyen sıkıyönetim dönemlerinde de, ve nihayet yirmi yıldır süregelen islamo-faşist rejim kurma sürecinde de devlet terörünün her daim bir numaralı hedefi oldular.
Katalanlar ise, kısa bir özgürleşme döneminin ardından, 1939’dan 1977’ye kadar tam 38 yıl Franko faşizminin pençesi altında kaldılar.
Sürgünümüzün 70’lerin başındaki ilk altı yıllık döneminde, Avrupa’nın dört ülkesi, İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye, faşist yönetimler altındayken, birlikte anti-faşist mücadele verdiğimiz İspanya siyasal sürgünleri içinde Katalanlar’ın özel ve saygın bir yeri vardı. Çünkü 30’lu yıllarda Franko faşizminin saldırısına karşı en büyük mücadeleyi onlar vermişti.
Tıpkı Yunanistan ve Portekiz’de olduğu gibi, İspanya’da da faşist rejimin çökmesinden, özellikle de ülkenin 1986’da Avrupa Birliği’ne üye olmasından sonra, Katalonya özerk yönetime yeniden kavuşurken, Katalan ulusunun tarihsel bağımsızlık mücadelesi de yeni bir boyut kazandı.
KATALAN ÜLKESİNE 2017 YILINDAKİ FAŞİST DARBE
Türkiye'de Kürt ulusunun parti liderleri, milletvekilleri, belediye başkanları, düşünürleri, gazetecileri, sanatçıları on yıllardır katliam, işkence, hapis ve sürgün de dahil devlet terörünün her türüne meydan okuyarak mücadele sürdürürken, İspanya'da 2017'de yapılan bir referandumda Katalan seçmenler “tek taraflı bağımsızlık bildirgesi”ni onaylamışlardı.
Referandum öncesi Rudaw haber sitesine verdiği demeçte Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Carles Puigdemont, “Katalan ve Kürt ulusları arasında benzerlik var. İki ulusun da kendi kaderini tayin hakkı var. Kürdistan halkının yalnız olmadığını söylemek istiyorum. Direnişi sizden öğreniyoruz. İki ulus için de tek bir gelecek var: O da özgürlük” demişti.
Ancak, “Tek taraflı bağımsızlık bildirgesi”nin Katalanlar tarafından onaylanması üzerine Madrid’teki İspanyol Senatosu frankist bir kararla Katalonya'nın özerk hak ve yetkilerini merkezi hükümete devretmiş, özerk yönetim hükümeti üyelerinden 9'u tutuklanarak İspanya Yüksek Mahkemesi tarafından “halkı isyana teşvik” suçlamasıyla 9 ile 13 yıl arasında değişen hapis cezalarına mahkum edilmişti.
Tıpkı Türkiye'de 1994 yılında DEP’in kapatılmasından sonra Kürt milletvekillerinin bir kısmı tutuklanırken bir kısmının da mücadeleyi uluslararası planda sürdürmek üzere sürgüne çıkarak Brüksel'de önce Sürgünde Kürt Parlamentosu'nu, ardından Kürdistan Ulusal Kongresi'ni kurmaları gibi, Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Carles Puigdemont ve 6 Katalan siyasetçi de ülkelerini terk ederek Brüksel'de bir direniş merkezi oluşturmuşlardı.
Carles Puigdemont’un siyasal sürgün olarak Belçika’ya yerleşmesi, tıpkı 1974-76 yıllarında Türk Devleti’nin baskıları nedeniyle bizlere yapıldığı gibi, Madrid yönetiminin müdahaleleriyle uzun süre engellenmiş, hattâ kendisinin İspanya’ya doğru sınırdışı edilmesi tehlikesi yaşanmıştı.
Skandalın büyüğü 2019’daki Avrupa seçimlerinden sonra patlak vermiş, Carles Puigdemont, Toni Comín ve Oriol Junqueras Avrupa Parlamentosu’na seçildikleri halde, parlamento yönetimi bu üç milletvekiline Madrid tarafından “suçlu” sayıldıkları gerekçesiyle akreditasyon vermeyi reddetmişti.
Neyse ki, Avrupa Birliği Adalet Divanı üç Katalan milletvekilinin Avrupa Parlamentosu toplantılarına katılma hakkı olduğuna karar vererek hem İspanyol Hükümeti’ne, hem de Avrupa Parlamentosu yönetimine hak ettikleri şamarı indirmişti.
Ancak Avrupa Parlamentosu’nun Madrid rejimine teslimiyeti orada da bitmeyecekti… Bu parlamento İspanyol makamlarının istemi üzerine 9 Mart 2021’de Carles Puigdemont ve Toni Comín ile birlikte üyeliğe 2020’de seçilen Clara Ponsati’nin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına “evet” diyerek İspanya’ya iade edilmelerinin yolunu açacaktı. Bu yüzkarası karara Avrupa Parlamentosu’nun 248 üyesi “hayır” derken, sosyalist, muhafazakâr ve liberal gruplara mensup 400 parlamenter “evet” oyu kullanacaktı!
SON İSPANYOL SEÇİMİNİN GETİRDİĞİ YENİ AÇILIM
Neyse ki, 23 Temmuz pazar günü İspanya'da yapılan erken genel seçimler, Katalan halkının haklı mücadelesini yok sayma, liderlerini saf dışı etme alçaklığına son verecek şekilde sonuçlanmış bulunuyor.
Sağcısı ve solcusuyla egemen ulusun hiçbir siyasi partisinin yeni hükümeti tek başına kuracak şekilde çoğunluk edememesi üzerine, Katalan ulusunun iradesi ilk kez yeni hükumet pazarlıklarında zorunlu olarak yer almış bulunuyor.
Meclisteki 350 sandalyenin dağılımında halen iktidarda olan sol blok 153, muhalefetteki sağ bloksa 169 milletvekili çıkarabilmişti. Ana muhalefetteki sağcı Halk Partisi (PP), 2019’daki son seçimlere göre milletvekili sayısını 47 artırıp 136’ya çıkartmış olsa da, ona destek verecek tek parti olarak gözüken aşırı sağcı Vox’un milletvekili sayısı 52’den 33’e düştüğünden, meclis çoğunluğu için gerekli olan 176’nın çok gerisinde kalmıştı.
Buna karşılık Katalonya Cumhuriyetçi Solu/ERC, Junts Per Catalunya/Katalonya için Birlik, Bask Milliyetçi Partisi/EAJ-PNV, Bask Ülkesi Birlikte/EH Bildu partileri seçimde 25 koltuk kazanarak Meclis'te "kilit" konumuna geldiler.
Junts Per Catalunya partisinin parlamentodaki 350 sandalyeden 7'sini kazanması üzerine 6 yıldır Brüksel'de siyasal sürgün olarak bulunan Carles Puigdemont İspanya siyasetinden birdenbire ön plana çıktı.
Carles Puigdemont günlerdir süren görüşmeler sonunda PSOE lideri Pedro Sanchez'e Katalanca'nın İspanya'da olduğu gibi Avrupa Birliği kurumlarında da resmi dil olarak kullanılmasını, ayrıca 2017'de kendisi dahil Katalan milletvekillerine karşı uygulanan tüm yaptırımların ortadan kaldırılmasını kabul ettirmiş bulunuyor.
Hiç kuşku yok, ezilen halklar gün gelip özgürlüklerine bir nebze olsun kavuştuklarında, geçmişte maruz kaldıkları haksızlıkların acısını çıkartmak, geleceklerini güvence altına almak için özerklik, daha fazla özerklik, hattâ bağımsızlık isteyebilir. Bugün insan hakları ve özgürlüklerin kalesi diye tüm dünyaya ders veren Avrupa Birliği içerisinde ezilenler sadece Katalanlar mı? Örneğin yine İspanya’daki Basklar, Fransa’daki Korsikalılar, İtalya'nın kuzeyinde Padanya, Romanya'da Macarlar...
İSPANYA'DAKİ AYDINLANMAYA KARŞILIK TÜRKİYE'DE 2023 SEÇİMLERİ
Ya Avrupa Konseyi ve NATO’nun asli, Avrupa Birliği’nin aday üyesi Türkiye?
İki yıl önce yine Artı Gerçek'te yayınlanan bir yazımda şöyle demiştim: "Ülkemizdeki Tayyip ve suç ortaklarının islamo-faşist diktasına son vermenin tek yolu Kürt ulusunun, onunla aynı yazgıyı paylaşan tüm demokrasi güçlerinin ilkeli birlikteliğinden, özellikle de gittikçe yaklaşan genel seçimlere şimdiden tutarlı bir şekilde hazırlanmasından geçiyor. Öncelikli görev ise, HDP’ye karşı uygulanan alçakça komploya var gücümüzle birlikte karşı çıkmak… Geç olmadan, hemen şimdi…"
Üzerinden iki yıl geçti... Kürt ulusunun parti liderleri, milletvekilleri, belediye başkanları, düşünürleri, gazetecileri, sanatçıları üzerinde katliam, işkence, hapis ve sürgün de dahil devlet terörünün her türü daha da yoğunlaşarak devam ediyor.
Üstelik, Kürt halkının güvendiği tek parti HDP Anayasa Mahkemesi'nce kapatılma tehdidi altında bulunduğu için 2023 seçimlerine başka ad altında katılmak zorunda bırakılarak zayıf düşürüldü. Dahası, ana muhalefet partisi CHP, seçim sürecinde sağcı ve İslamcı partilerle Millet İttifakı kurarken onların gönlünü hoş etmek için HDP'yi ve de onun misyonunu üstlenmiş olan YSP'yi dışlamayı tercih etti.
Dahası, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda daha da ileri giderek faşizan bir partiyle gizli kapaklı protokoller imzaladı.
Millet İttifakı'nın tutarsızlıkları, sol partilerin seçimlere ayrı ayrı listelerle katılarak değişim bekleyen kitlelere güçlü bir alternatif sunamamaları yüzünden bugün başta işçi sınıfı, köylülük, ezilen tabakalar ve de Kürt halkı dört yıl daha islamo-faşist bir diktanın zulmünü çekmeye mahkum edilmiş bulunuyor.
İktidarını dört yıl daha garantilemiş bulunan Recep Tayyip Erdoğan ise, bu satırların yazıldığı saatlerde, Avrupa Birliği üyesi Macaristan'ın Turan'cı despotu Victor Orban'la birlikte Budapeşte'deki Karmelita Manastırı'nda Kuruluş Günü kutlaması yapıyor.
Viktor Orban, sadece Avrupa Birliği içinde diğer ülkelerdeki aşırı sağcı partilerle büyük bir cephe oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda Erdoğan'ın oluşturduğu Türk Devletleri Teşkilatı'na resmen katılarak onun Orta Asya'dan Avrupa'ya tüm Türki devletlerdeki ve bölgelerdeki etkisinin artmasına yardımcı olan ve Türk-İslam Sentezi adına başlattığı fütuhata Avrupa kapısını açmış olan bir despot...
Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi Türk dilinin farklı ağızlarını kullanan İslam ağırlıklı devletlerin oluşturduğu Türk Devletleri Teşkilatı'nda Orban'ın Macaristan'ı da yer alıyor.
Macaristan'ın 10 milyona yakın nüfusu etnik açıdan % 94 Macarlar, % 3 Romlar, % 2 Almanlar, % 0,3 Slovaklar, % 0,2 Hırvatlar'dan, dinsel açıdan da % 54 Hristiyanlar, % 19 dinsel inancı olmayanlar, % 0,1 Museviler, % 0,1 Budistler'den oluşurken Türkler ya da Müslümanlar sadece % 0,06'lık bir azınlık oluşturuyor.
AB'nin en anti-demokratik, ırkçı ve yabancı düşmanı üç üyesinden biri olan Macaristan Devleti'nin Türk Devletleri Teşkilatı'nda yer alışının nedenlerini 15 Nisan 2021'de Artı Gerçek'te yayınlanan "Tanrı'nın kırbacından İslam'ın kırbacına..." başlıklı yazımda açıklamıştım:
ATİLLA'NIN İKİ GÖZDE TORUNU YEDİ DÜVELE MAYDAN OKUMAKTA
Macar ulusunun Türk ulusuyla kan ve dil bağı bulunduğu, Türkçe gibi Macarca'nın da Ural-Altay dil grubuna ait olduğu bir tarih tezi olarak onyıllardır akademik çevrelerde hep tartışıla gelmiştir. Dahası, 5. yüzyılda Avrupa halklarına dehşet saçan Hun imparatoru Atilla, Türklerin tamamı gibi Macarların bir bölümü tarafından uluslarının en önemli atalarından biri olarak kabul edilmiştir.
Türkiye’deki ilk, orta ve lise eğitimimizde bizlere öğretilen büyük Türk liderleri listesinde Mete Han, Alp Arslan, Osman Bey, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Mustafa Kemal ile birlikte Atilla da mutlaka yer almıştır.
O kadar ki, Bülent Ecevit'in başbakan olduğu 1974 yılında Türk Ordusu’nun Kıbrıs’ın kuzeyini işgali operasyonuna da büyük bir iftiharla “Atilla Harekatı" kod adı verilmiştir.
Hun İmparatoru Atilla’nın iki ulusun ortak atası olarak benimsenmesi ilk kez 18 Ağustos 2015’te Macaristan Turan Vakfı ile Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA)’nın Macaristan’ın Bugac kentinde birlikte düzenlediği “Atalar Günü”nde resmiyet kazanmıştır.
2018 Eylül’ündeki Türk Devletleri Teşkilatı 6. Devlet Başkanları Zirvesi’ne Tayyip Erdoğan'ın ısrarlı daveti üzerine ilk kez katılan Macaristan Başbakanı Viktor Orban Macar dili ile Türk dili arasında bir bağ bulunduğunu vurgulayarak bu konuda araştırmaları yoğunlaştıracağını açıklamış, bu amaçla da 1 Ocak 2019’da Macaristan Araştırma Enstitüsü’nü faaliyete geçirmiştir.
O tarihten beri de Victor Orban Türk Devletleri Teşkilatı'nın Avrupa Birliği içindeki uçbeyi ve tüm zirve toplantılarının onur konuğudur.
Türk-Macar kardeşliği ve işbirliğinin sembolü Atilla, Hun İmparatoru olarak 17 asır önce yaptığı kanlı fetihler ve estirdiği terör nedeniyle Avrupa halkları tarafından hâlâ “Tanrının kırbacı” olarak anılmakta…
Kaderin cilvesi, o “Tanrı’nın kırbacı” 21. Yüzyılda Balkan’lardan Orta Asya’ya kadar uzanan bir coğrafyada ve üç denizde fütuhat peşinde koşan ve terör estiren bir islamo-faşist rejimin Avrupa Birliği içindeki en önemli desteği olmuş bulunuyor...
Yazıyı yine Katalan'lara dönerek bitireyim.
Bugün İspanya siyasetinde yeniden belirleyici bir misyon üstlenmiş bulunan Puigdemont 2016 yılında Katalonya Özerk Yönetimi başkanlığını üstlenirken yaptığı konuşmada bir dize okumuştu:
"En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır!"
Evet, bu dize Brüksel’deki enternasyonalist direniş gecelerinde şiirlerini Federico Garcia Lorca’nınkilerle birlikte yüksek sesle okuduğumuz büyük ozanımız Nazım Hikmet’indir. Devamını yüreğim duygu dolu paylaşıyorum:
En güzel çocuk
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür.
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve altı ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)