KYB, KDP ve Goran Hareketi’nin hali pürmelâli ve Türkiye’nin hesapları

Bölgede yaşananlar Türkiye’nin yapabileceklerini küçümsememek gerektiğine işaret eder. Önlem almak için uzlaşmaktan, ortak akıl etrafında bir araya gelmekten başka çare yok.

Güney Kürdistanlı partilerin daha doğrusu partilerdeki kadroların önemli bölümünün kafası karışık...

Son dönemlerde ciddi gitgeller yaşanıyor. Bu gitgeller açık ki bölge devletlerinin, özellikle de Türkiye’nin ekmeğine yağ sürüyor.

Tek tek tüm partileri ve bu partilerin tüm bilinen isimlerini ele almak zor olabilir. Bu nedenle toplumda karşılığı olan, Güney Kürdistan Parlamentosu’nda temsiliyeti bulunan, tutumlarının netleşmesi durumunda gidişatı tersine çevirebilecek 3 büyük partinin durumuna bakmakta yarar var.

Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden (KYB) başlayalım.

KYB eski Ankara Temsilcisi Behruz Galali geçtiğimiz gün partisinin önde gelen iki yöneticisine bir mektup yazdı. Mektubunda, çok açık biçimde KYB’nin PKK ile ilişkisinin olduğunu, bu nedenle Türkiye’nin KYB’yi terör örgütü listesine alabileceğini yazmıştı. Galali mektubunda, KYB’nin Afrin’de TSK ve ÖSO’ya direnen YPG ve YPJ güçlerine destek vermesinden de rahatsızlığını ifade ederek, "Kaldıramayacağınız yükün altına girmeniz KYB’nin zararına olmuştur" demişti.

Hatırlarsanız KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’a dönük bir operasyon nedeniyle Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentine bağlı Dokan kasabasında bulunan 2 üst düzey MİT mensubunun PKK tarafından yakalanmasından sonra Galali, Türkiye’den sınır dışı edilmişti. Kamuoyu, MİT mensuplarının PKK tarafından yakalandığını Galali’nin açıklamalarından sonra duydu.

Galali’den sonra KYB sözcüsü Sadi Pire açıklama yaptı ve Türkiye’nin MİT mensuplarını kendilerinden istediğini, bu isteği yerine getirmelerinin mümkün olmadığını belirtince Galali’nin sınır dışı edilip KYB temsilciliğinin kapatıldığını söyledi.

KYB, özellikle Mam Celal’in yaşamını yitirmesinden sonra yaşadığı yönetim krizinin içinden çıkamıyordu. Kosret Resul, Hêro Talabani, Behram Salih üçlüsü üzerinden yaşanan kriz sonrasında Batı’ya, özellikle ABD’ye yakın olan Behram Salih partiden ayrı tutum takınarak kendi hareketini kurdu. Salih, önümüzdeki seçime de bu hareket ile katılacağını açıkladı.

Behram Salih’in ayrı hareket kurarak yoluna devam etmesi kararından sonra da tartışmalar durulmadı, nihayet geriye kalan kadrolar geçtiğimiz ay bir araya gelip yeni bir yönetim oluşturdular. Yeni yönetimde partinin farklı kanatlarının neredeyse tüm kadroları var. Aralarında sadece yönetimde yer alacak isimler konusunda bir uzlaşma sağlandığını, ancak KYB’nin ortak bir politika etrafında kenetlenmesi konusunda ciddi görüş ayrılıklarının halen sürdüğünü biliyoruz.

KYB’deki kanatlar bölge devletleriyle geliştirilecek ilişkiler konusunda da ciddi çelişkiler içinde. Bir kısmı İran, bir kısmı Türkiye, bir kısmı ise Irak ile iyi ilişkiler içindeler. Farklı ilişkilere rağmen belki en önemli ortak yanları, ABD, İngiltere ve Batı ile iyi ilişkilerin iyi olmasını tüm kanatların savunması...

Kürdistan Demokrat Partisi’ndeki (KDP) işleyiş KYB’den farklı. KYB’de kanatların çatışması, uzlaşmaması, problem ve sorunları dışa yansır. Parti kadroları tartışmalarını kamuya açık olarak da sürdürürler. Örneğin Kerkük’ün Irak ordusu ve Haşdi Şabi tarafından işgal edilmesini takiben, KYB kadroları kendi televizyonlarında bile bu konuyu birbirlerini suçlayarak, isim vererek açık biçimde tartıştılar.

Ancak KDP’de durum böyle değil. KDP’de her ne yaşanırsa yaşansın çoğunlukla içeride kalır, dışarıya pek yansımaz. KDP lideri Mesud Barzani’nin sözünün üstüne –açıktan– söz söyleyen bulamazsınız. Tabi durum böyle olsa bile KDP’deki sıkıntıyı fiilen yaşananlardan hissedersiniz.

Özellikle Kerkük’ün işgalinden sonra ortaya çıkan fiili durum gösteriyor ki Kürdistan Bölge Başbakanı Nêçirvan Barzani ile KDP lideri, eski Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, aynı yerde durmuyorlar. Mesud Barzani’nin referandum tutumu bölge devletlerinin, ABD’nin, merkezi hükümetin tepkisini çekiyordu. Bağımsızlık referandumu konusunda kararlı bir tutum sergileyen Barzani’nin, bir savaşı da göze aldığı çok açıktı. Ancak lider savaşı göze alırken kadrolar tam tersini yaptı. KYB’den benzer düşünenlerle işbirliği yapıp Kerkük’ü altın tepside Irak’a hediye ettiler.

Mesud Barzani’nin kabullenemediği bu durumun kendisinde yarattığı etkiyi her konuşmasında hissetmek mümkün. Ancak Nêçirvan Barzani’den bugüne kadar bölge devletleri ve Irak ile uzlaşmak zorunda olduklarını ifade eden ve çoğu kez Kürtlerin yüreğini sızlatan cümleler dışında tek cümle duyduğumuz söylenemez. Nêçirvan Barzani ABD’nin desteğini de arkalayarak uzun diplomatik sürece yayılan görüşmelerle ilişkileri normalleştirme politikası izledi.

Doğrudur, Mesud Barzani’nin sürecin bu noktaya gelmesine itirazları vardı ancak o da peşmergenin savaşmayacağını, KYB’den ciddi bir gücün Irak ile işbirliği yaptığını görünce Nêçirvan Barzani’nin ABD destekli politikalarına uygun davranmak, onun öne çıkmasına razı olmak zorunda kaldı. Aksi KDP’deki ciddi bir ayrışmaya işaret ederdi ki bu ayrışma kabul etmek gerekir ki KYB’deki gibi sadece söz üzerinden yaşanacak bir ayrışma olmazdı.

KDP realizmi böyle ancak bu parti içi iktidar kavgasının olmadığı anlamına gelmez. KDP içinde Nêçirvan Barzani kadar önemli bir kadro da Mesud Barzani’nin oğlu Mesrur Barzani. İstihbarat örgütünün başında olan oğul Barzani’yi Başbakan Barzani’nin bir çırpıda silmesi mümkün değil. Mesud Barzani nasıl Nêçirvan Barzani’yi gözettiyse, Nêçirvan Barzani de Mesrur Barzani’yi gözetmek zorunda.

Tüm bu dengeler içinde KDP için son noktada denilecek şu ki tartışmaları dışa yansımasa da kanatlar Kürdistan’ı daha çok kendi egemen oldukları bölge üzerinden tarif eder ve parti çıkarlarını önde tutarlar. Bu şekillenme partinin diğer kadrolarında da kendini gösteren belirgin bir özelliktir.

İç çelişkileri dışa yansımasa da KDP yönetici ve kadrolarının ortak yanları da var. Bu ortak yanları KYB kadrolarının ortak yanlarından farklı değil. KDP’liler de bölge devletleri, Batı ve ABD ile ilişkilerini daima bir denge içinde götürürler, götürmeye özen gösterirler.

Güney Kürdistan’ın 3. büyük grubu Goran Hareketi’nin gücünü koruyup koruyamayacağını görmek için hiç kuşkusuz bir seçim yaşanması gerek. Kanaatim, grubun lideri Noşirvan Mustafa’nın ölümünden sonra Goran Hareketi’nin gücünü koruyamayacağı ve giderek eriyeceği yönünde. Doğrudur, bu harekette bir liderlik tartışması yaşanmadı. Kadrolar belirgin bir biçimde birbirlerine girmedi. Bunda, liderin ölümünden önce bıraktığı vasiyette yeni lideri işaret etmesinin büyük payı var. Yine de bilmek gerekir ki Goran Hareketi kurulduğu dönemdeki dinamizmini yitirmiş durumda. Bir tepki hareketi olsa bile politikaları itibariyle yarattığı umudu yaşama geçirmede de etkili olamadı. KDP ile karşı karşıya gelmesi, bölgenin iki büyük kenti Erbil ve Duhok’tan tamamen kopması da bu hareketi ciddi anlamda zayıflattı.

Yaşananlar, Goran Hareketi’nin küçülmesini beraberinde getirebilir. Ancak şu da bir gerçek ki Goran Hareketi’nden KDP’ye kayma olmaz. Goran Hareketi’ndeki zayıflamadan büyük oranda KYB, daha küçük oranlarda ise Güney Kürdistan’ın parlamento dışındaki küçük partilerine kayma olur.

Bu grubun da bölge devletleri, ABD ve Batılı devletlere karşı tutumunu diğer iki partiden ayrı tutmak olası değil.

Her üç partinin bölge devletlerine, ABD ve Batı’ya bakışı aynı olmakla birlikte PKK ile ilişkileri bir ve benzer değil. Her bir grubun içinde ayrı bakış açılarını görmekle birlikte KYB ve Goran Hareketi’nin PKK ile ilişkilerinin daha sıcak olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye’nin KYB başta olmak üzere Güney Kürdistanlı partilere dönük ciddi rahatsızlıklarından biri budur.

Şunu da belirtip bitirelim.

Her ne kadar KDP ilişkilerini PKK ile sınırlı tutsa da, KYB ve Goran Hareketi Türkiye’yi, bölge devletlerini rahatsız edecek açık aksiyonlardan kaçınmak amacıyla kurumsal kimlikle sahiplenme eğilimine girmese de tümünün dikkate almak zorunda olduğu bir tabanları var. Özellikle Rojava’da yaşananlar, Kobani direnişi, son olarak da Afrin’de direnenlerin yalnız bırakılması YPG ve YPJ’ye ciddi bir sempati ve güven oluşmasını beraberinde getirmiş durumda. Haliyle Rojava’da yaşananların başat savunucusu gördükleri PKK’ye karşı Türkiye ile birlikte hareket edilmesi Güney Kürdistan’da ciddi bir kırılmaya da neden olabilir. İşsizlik ve yoksulluk girdabında olan Güney Kürdistanlılar, bölge devletleri ile Kürtlerin çıkarına olmayan ilişkiler geliştirmesine tepkisiz kalmazlar.

Her üç parti de bu gerçeğin farkında.

Özetle de olsa Güney Kürdistan’ın 3 büyük grubunun hali pürmelâlini yazmaya çalıştım. Belki eksik kalan PKK’nin bu partilere, özellikle KDP’ye yönelik tutumu ile bölgedeki siyasetinin artı ve eksilerini irdelemektir. Kuşkusuz PKK’nin tutumu da önemli ve irdelenmeli. Ancak daha önemli olan Türkiye’nin Rusya, ABD ve Batı’nın desteklediği açık olan yönelimlerle bölgede alan hâkimiyeti sağlama girişimidir. Kerkük’te oluşan tabloda da Türkiye’nin önemli bir payı vardır.

Tüm bu yaşananlar Türkiye’nin yapabileceklerini küçümsememek gerektiğine işaret eder. Önlem almak için çelişkileri asgariye indirmekten, uzlaşmaktan, ortak politikalar üretmekten, mümkünse tüm parti ve grupların katılımıyla sürekli ertelenen ulusal kongreyi toplamaktan başka çare yok.

Aksi durumda ne mi olur?

Türkiye’nin –belki de ABD desteğiyle– Güney Kürdistan’da aksiyonel bir politikayı yaşama geçirmeye, yeni alanları denetimine almaya niyetli olduğunu bilmekte yarar var. PKK’nin Şengal’den çekilme kararı almasının Türkiye’nin bu niyetini okumakla yakından ilgisi var. Bu karar kuşkusuz Türkiye’nin elini zayıflatmıştır. Irak hükümetinden üst üste gelen Türkiye karşıtı sert açıklamaların da bu çekilme kararı ile yakından ilgisi var.

Yine de unutmamak gerekir ki Türkiye’de gözünü karartmış bir yönetim var. Bu yönetim kendi bekasını artık yayılmacılıkta görüyor.

Bu gözü karalığın son bulması için Kürtlerin asgari müştereklerde buluşmasından başka yolları yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi