Lazkiye’ye kadar gelen kokain Suriye’deki kirli savaşın finansörü mü?

Mesele sadece uyuşturucu değil, buna bağlı olarak silah kaçakçılığı konusunda, çetelere ödenen paralar konusunda da iddialar var.

Kendi adıma, mafya şefi Sedat Peker’in açıklamalarında en fazla ilgilendiğim mesele, uyuşturucu kaçakçılığı ve bu kaçakçılığın Suriye’deki kirli savaşla bağlantısı konuları oldu.

Tabii videoları yayınlamaya başladığında Peker’in bu konulara girip girmeyeceğini bilmiyordum. Ama tahmin ediyordum. Bir noktada söz edeceğinden emindim.

Sonunda Peker 7’inci videosunda, Kolombiya’dan Türkiye’ye gönderilecekken yakalanarak el konulan 4.9 ton kokain nakliyatından söz ederek konuya girdi. 

Bu kokainin güzergahını anlatırken, uyuşturucunun varış noktalarından birinin Suriye’nin Lazkiye limanı olduğunu açıkladı.

Suriye ve uyuşturucu trafiği laflarını duyunca insanın aklına hemen iç savaş, çeteler, uyuşturucu, silah ticareti gibi kavramlar geliyor. Savaşın olduğu hemen her yerde bu kavramlar neredeyse hep birlikte kullanılır.

Yakın geçmişte, Afganistan’ı işgal eden Sovyet güçlerine karşı ABD’nin desteğinde savaş veren mücahitlerin en büyük parasal kaynağı eroin ticareti idi. 

Daha sonra ABD ve NATO güçlerine karşı savaşan El Kaide ve Taliban ile diğer terörist gruplar da aynı kaynaktan yararlanmaya devam ediyorlar.

Savaşın finansmanı uyuşturucu kaçakçılığından sağlanıyor.

Benzer bir olay Nikaragua iç savaşında yaşandı. Ülkede iktidarı ele geçiren solcu Sandinist iktidarının devrilmesi için ABD’nin desteklediği kontralar, silah temin edebilmek amacıyla CIA’ın örgütlediği kokain kaçakçılığından sağladıkları parayla İran’dan illegal yollarla silahlar satın aldılar. 

Fakat operasyon fiyaskoyla sonuçlandı ve CIA’in bu rezaletteki rolü ortaya çıktı. Sorumlular ise yargılandılar ama tıpkı Türkiye’de olduğu gibi göstermelik cezalarla mesele kapatıldı.

90’LARDA TERÖR GEREKÇESİ VE UYUŞTURUCU BAĞLANTISI

Türkiye’nin de yakın karanlık geçmişinde, özellikle 80’li, 90’lı yıllarda, terör bahanesiyle girişilen operasyonların geri planında hep uyuşturucu ve silah kaçakçılığı bağlantısı da vardır.

Uyuşturucu baronları ve illegal yapılarla devletin güvenlik bürokrasisi arasında kirli ve kanlı bir işbirliği hep olagelmiştir. Bu işbirliğinde mutlaka büyük parasal çıkarlar da söz konusudur. 

Her türlü kaçakçılık, rüşvet, şantaj, fidye, kara para aklama vb. suç oluşturan yasa dışı yol ve yöntemler geçerlidir. 

Bu işbirliğinin siyaset, sermaye ve medya ayağı da daima vardır.

Örneğin 1996’da, Susurluk’taki kaza sonrasında ortaya çıkan çetenin mafya-bürokrasi-siyaset işbirliği ile oluştuğu ve tepesindeki ismin dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar olduğu ortaya çıktı.    

Ağar ve Susurluk Çetesi’nin polis, asker, işadamı, siyasetçi üyeleri yoğun medya ve kamuoyu baskısı sonucu yargılandılar ve bazı ufak tefek cezalara çarptırıldılar. Ama çetenin devlet içindeki asıl uzantıları ortaya çıkarılamadı. 

Bir süre sonra da cezaları, bürokratik ve hukuki bir sahtecilik operasyonu ile ortadan kaldırıldı.

O dönemde devlet içindeki Susurluk ve JİTEM gibi çetelerin güneydoğuda Kürtlere karşı yürüttüğü kirli savaşın finansmanında uyuşturucu kaçakçılığının da payı vardır.

1996'da ‘İkinci MİT raporu’ adıyla yayınlanan bir belgede bu konuyla ilgili önemli iddialar yer alıyor.

Özellikle dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar hakkında önemli suçlamalara yer verilen raporda, "Emniyet Genel Müdürlüğü'nce PKK ve Dev-Sol'a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir" deniliyor.

Ayrıca, "Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grubun genellikle eski Ülkücülerden teşekkül ettiği" belirtiliyor.

2’İNCİ MİT RAPORUNDA AĞAR’A YÖNELTİLEN SUÇLAMA

Raporda, "Grup doğrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a bağlı olup Em. Gn. Md. Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir." denilerek grup üyelerinin ‘teröre karşı faaliyet’ görünümünde yurt dışına gidip gelerek uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddiası da yer alıyor.

90'lı yıllarda uyuşturucu kaçakçılığından hüküm giyen Hüseyin Baybaşin de verdiği bir röportajda o yıllarda Mehmet Ağar'ın uyuşturucu kaçakçıları ile çalıştığını, bir yat limanı yakınlarında demir atan büyük gemilere mal yüklendiğini iddia ediyor. 

Benzer iddiaları Sedat Peker’in açıklamaları arasında duyunca pek şaşırdığımı söyleyemem.     

Sedat Peker 7’inci videosunda bu konuda neler söylemişti?

Önce Suriye’den söz edip, yakınlarına yönelik operasyonlar yapılırsa daha da öteye geçebileceğini, Suriye’de olup biten karanlık işlerle ilgili konuşabileceğini ima etmişti. 

"Bir de beni seven insanları toplayıp böyle zulüm etmeyi planlıyormuşsun, Allaha yemin olsun Sülü, şurayı oku (Arkasındaki tahtadaki şema; İran-Mersin-Sabiha Gökçen Havalimanı yazan), Suriye ile kalmaz o tarafa geçeriz, o zaman öyle şeyler olur, devletin aleyhine söylemem uluslararası hukuk önümde, ama beni seven insanları toplayıp ezip döveceklermiş, yapın, kibrit kutusuna sokacam sizi, adam nasıl küçülüyor göreceksiniz."

"Öyle şeyler çıkar ki o zaman" diyor Peker, gerçi devletin aleyhine pek bir şey söylemem, uluslararası hukuk önünde devleti zor durumda bırakmam ama sizi yakarım" demek istiyor. 

Videonun bir yerinde de kokainin Türkiye’ye yönelik yeni rotasından söz ediyor.

"Bu kokainle ilgili anlattılar ya, ben size gerçeğini anlatayım. Kokain önce Kolombiya üzerinden geliyordu. ABD DEA (Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi) orada çok etkili, orada sistemi döndüremeyeceklerini anlayınca yeni bir güzergah çalışması yaptılar. Venezuela'da DEA kontrolü yok, Kolombiya'dan kokaini bu ülkeye geçirmek çok kolay. Oradan gelen mal Türkiye üzerinden Avrupa'ya gidiyor deniliyor ya, hayır, Avrupa'da ucuz kokain, burada pahalı, asıl en pahalı olduğu yer Ortadoğu. Suriye Lazkiye Limanı da DEA'ın kontrolünde değil."

Bu açıklamanın ardından Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın aynı tarihlerdeki Venezuela ziyaretinden söz ediyor ama yazının konusu bu değil.  

Ben Venezuela’dan Türkiye’ye doğru gelen kokainin Lazkiye’ye yani Suriye’ye gelişi ile ilgiliyim.

Tabii mesele sadece uyuşturucu değil, buna bağlı olarak silah kaçakçılığı konusunda, çetelere ödenen paralar konusunda da iddialar var. 

İddialar doğruysa, Suriye’deki cihatçı çetelerin desteklenmesi, donatılması ve maaşa bağlanması için sadece devletin fonları değil, bu yoldan elde edilen illegal gelirler de kullanılıyor olmalı.

Peker’in bu konudaki sözlerini duyunca ister istemez, "Uyuşturucu parası Suriye’deki kirli savaşın finansmanında mı kullanılıyor acaba?" diye sormadan edemedim.

Belli ki Peker bu konuda da bir haylı bilgiye sahip.

Bakalım işi o noktaya kadar götürebilecek mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi