Ragıp Zarakolu
Madem öyle Aya İrini de kilise olarak ibadete açılsın!
Fatih tarafından cami yapılmayan, Topkapı sınırları içinde yer alan Aya İrini Kilisesine ilk kez çocukken Osmanlı silah müzesi olarak kullanıldığında gittiğimi hatırlıyorum. O zamanlar çok sağlam bir yapı olan Aya İrini’nin silah deposu yapıldığı söylenirdi.
Daha sonraları, 70’lerin başında başlayan İstanbul Klasik Müzik Festivalinin en sevdiğim mekânı olmuştu Aya İrini.
Konstantiniye söylencelerinden bir de Fatih’in Aya İrini’yi, üvey anası olmakla birlikte "öz" anası saydığı, Sırp prensesi Mara Hatunun ibadet etmesi için salt onun kullanacağı bir kilise olarak bıraktığıdır.
Mara Despina Hatun (*)
Fatih’in Konstantiniye kentini imparatorluğun başkenti yapmasından sonra kapanmayan ve ibadete devam edilen tek kilise ise "Kızıl Kilise" ya da "Moğol Kilisesi" diye anılan Azize Meryem Kilisesidir.
Onun hikâyesi de biraz Mara Hatunun evlilik hikâyesine benzer. Hanedanlar arası kız alıp verme sadece Avrupa krallıklarına özgü bir şey değildi. Aslında o dönemin bir çeşit diplomasi aracıydı.
Maria Despina Palaiologina
Bizans İmparatoru VIII. Mihail'ın kızı Maria Despina Palaiologina ile Moğol İlhanlı hükümdarı Hülagü Han arasında söz kesilmiş, ancak onun ölümü üzerine oğlu Abak Han ile evlenmişti Maria Despina, 1265 yılında. Maria kocasının ölümünden sonra Konstantiniye’ye döner 1281 yılında.
Kilisenin bulunduğu mekânda büyük bir manastır bulunmaktaydı. Ancak bu manastır, Konstantiniye kentindeki Latin işgali sırasında yerle bir edilmişti. Maria Despina Moğollardan getirdiği servet ile yeniden kurdu manastır ve kiliseyi.
İstanbul’un ilk 1919 yılında müttefikler tarafından işgalinden önceki ilk işgali, 1204 yılındadır.
Bizans’tan "gıcık" kapan Venedik Cumhuriyeti, 4. Haçlı seferinin yönünü, Kudüs yerine Konstantiniye’ye çevirmeyi başarır.
Haçlı Seferlerini, Hristiyan dininin cihatçılığı sayabiliriz.
Dünyanın en zengin kenti olan Konstantinopolis yerle yeksan edildi, hani kadim Roma kentinin kuzeyden gelen barbar akınları ile yerle bir edilmesi gibi.
Ve şehir 1261 yılına kadar 57 yıl o zamanın "Müttefik" ülkeleri diyebileceğimiz Haçlılar tarafından işgal olundu. Trabzon bir anlamda İmparatorluğun sürgün başkenti oldu. 1453 fethinden sonra 1461 yılına kadar.
İşte Maria Despina, Konstantiniye yeniden Bizans İmparatorluğunun merkezi olmasından 4 yıl sonra, Moğol desteği sağlayabilmek için gelin olarak yollanmıştı.
Rum (Roma) İmparatorluğu batıda çökmüş ama Doğu’da neredeyse bin yıl namını sürdürmüştü.
Ama Fatih İstanbul’u fethettiğinde kent aslında bir hayalet kentti. Sadece destansı ismi devam eden. Bizim Fetih destanlarında sanırsınız ki, karşıdaki koskoca Roma İmparatorluğudur. Oysa sadece yüksek duvarlar arasında Latin işgalinin yaralarını sarmaya çalışan bir kentti.
Anadolu zaten Türkmen beyliklerinin elindeydi. Balkanlar Sırp, Arnavut, Bulgar krallıklarının hükmü altında. Elde kalan bir tek Trabzon/Pontos yöresiydi.
Mora, Venedik/Latin işgali altındaydı, keza Kıbrıs. Selanik 1423 yılında düşmüştü Latinlerin eline.
Fatih'in babası Latinlerin eline düşmesinden 7 yıl sonra, 1430 yılında fethedecekti Selanik kentini.
Aslında Konstantineye’nin Vatikan’a teslim anlaşması da imzalanmıştı Fetih’ten kısa süre önce.
Diyar-ı Rum sakinleri bu nedenle ehven-i şer bulmuştu Osmanlı türbanını Vatikan Külahından.
Fatih de "millet" sistemini kurup, Fener’e emanet etmişti tüm Balkan’ı. Bununla da yetinmeyip Ermeni Kilisesini de İstanbul’a taşımıştı.
Fener Rum Patrikliğine gittiğinizde, Fatih ile Rum Patriği II. Gennadios’un yan yana mozaiği ile karşılaşırsınız.
Bu, bir anlamda İslam dünyasında Yahudi ve İsevilerin var olmasına olanak sunan Medine Sözleşmesinin yenilenmesi gibi bir olaydır.
O zaman Fatih’i bu kadar seviyoruz, neredeyse tapıyoruz, var mısınız, bir jest olarak Aya İrini’yi Fatih’in "Anam" diye sevgiyle hitap ettiği Sırp Prensesi Mara Brankoviç’in anısına hürmetle, kilise olarak ibadete açmaya!
Var mısınız, Rum Ortodoks Kilisesinin bir çeşit İmam Hatip Akademisi olan Heybeli Ruhban Okulunu açmaya.
Fener Patrikhanesini, bir Atina camii düzeyine indirgemek biraz ayıp olmuyor mu Fatih’e? Biraz İslamo-Kemalizan bir tavır olmuyor mu?
Sahi, M. Kemal Atatürk de Türkçe ezanı, dolup taşan Ayasofya’da başlatmış, Kur’an’ın tercümesini de İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’e emanet etmişti değil mi?
Ama benim fikrimi soracak olursanız: Yok, bence, bir klasik müzik mekânı olarak kullanılmaya devam etsin!
Ayasofya da Müze olarak!
(*) Türkiye’de kamuoyu, Mara Hatunu, Netflix dizisi Rise of Empires: Ottoman ve Tuba Büyüküstün’ün oyunculuğu ile fark etti. Elbette "Çariçe", "Herrin Kaiserin", "Domina Imperatrix", "Hatun Sultan" Mara Brankoviç’in birçok kitaba da konu olması kaçınılmazdı. İnkılap Yayınları, daha 2004 yılında Yorgos Leonardos’un "Hristiyan Sultan Mara" adlı romanını yayımladı, ama fark eden olmadı. Umut ederim Sırp tarihçi Mihailo Popovic’in Viyana Üniversitesindeki doktora tezi Türkçeye çevrilir. Mara Brankovic: Eine Frau Zwischen Dem Christlichen Und Dem Islamischen Kulturkreise Im 15. Jahrhundert, Verlag Franz Philipp Rutzen, 2010. Kitabın tarihçi Kemal Beydilli tarafından yapılan kapsamlı bir değerlendirmesi, hem de 29 Mayıs İstanbul Fetih Üniversitesinin Osmanlı Araştırmaları Dergisinde çıktı. (sayı 49, 2017)