masaya oturmadan oyuna dahil olmak

iki tarafın, özellikle de akp’nin güncel tutumlarında bu ihtimalin belirtilerini görmüyoruz. iki taraf açısından da masaya elini güçlendirerek oturma ihtiyacı etkili.

2017 yılının başında, bir heyetin parçası olarak irlanda’ya, barış görüşmeleriyle ilgili bilgi almak üzere giden burcu arıkan, dermot ahern’in anlattıklarını aktarmıştı. ahern, eski bir cumhuriyetçi parti üyesi, sonuncusu adalet ve hukuk reform bakanlığı olmak üzere pek çok görevde bulunmuş. burcu’nun aktardığına göre, barış görüşmelerinin kamuoyuna bütünüyle kapalı olarak yürütüldüğünü ve bunun süreci kolaylaştırdığını anlatmış.

ilk bakışta kabul edilmez gözüküyor değil mi? ama savaş boyunca yalanlara ve propagandaya maruz kalmış ingiliz ve irlandalıların, birden bire masanın kurulması ve bir tür anlaşma çabası yürütülmesi karşısında verecekleri tepkileri tahmin edebiliriz. eğer savaş süreci, her vatandaşın gerçeğin tamamından haberdar olup kendi fikrini oluşturabileceği şekilde yürüse, barış sürecinin de şeffaf olması çok doğru olur tabii. 

yine ahern, bunun seçmenin oy tercihlerini etkileyeceğinden söz etmiş. yani yıllarca savaş propagandasına maruz kalmış kitlelerin vereceği oyları hesaba katan bir siyasi partinin bu görüşmelerde elinin rahat olması mümkün değil.

hele savaşan tarafların dışında oyuncuların da yer aldığı süreçlerde durum daha da karmaşık. bunu da bizzat yaşıyoruz.

bugün yeni bir diyalog sürecinin imkânlarının hatta işaretlerinin belirdiğini görüyoruz. siyaset ahlaki tercihlerle değil, güç ve çıkar ilişkileri üzerine kurulur. akp’nin bir kere daha böyle bir ihtimali gündemine alması bile, belli sıkışıklıkların sonucu; bunların arasında başta suriye olmak üzere dış siyasete ilişkin parametreler belirleyici. ahmet davutoğlu’nun oynak merkezli dış siyaset teorisini benimseyen iktidar, bugün hem abd’yi hem de rusya’yı hesaba katarak hareket etmek zorunda. ayrıca da elini "dışarıdan" çekmeye niyetinin olmadığı, ırak ve libya’daki gelişmelerden belli oluyor. üstelik önümüzdeki dönemde doğu akdeniz’in hareketleneceği de görülüyor. yani "masa" bir gereklilik.

ama iki tarafın, özellikle de akp’nin güncel tutumlarında bu ihtimalin belirtilerini görmüyoruz. iki taraf açısından da masaya elini güçlendirerek oturma ihtiyacı etkili. türkiye’de tutuklamalar, baskılar, yasaklamalar da hiç bitmiyor! tabii hem bunu hem de 23 haziran başarısızlığının önemli bir bölümünü açıklamak için dermot ahern’in anlattıkları yardımcı olabilir. çünkü yıllar içinde kürtlerle ilgili olumlu herhangi bir ifadenin bile türklerin oyunu kaybetmek anlamına gelebileceği bir ortam oluşturuldu ve özellikle parlamento dışı muhalefetin herhangi bir barış sürecine yapabileceği en büyük katkı bu karanlık ortamı aydınlatmak olur.

tabii bu döneme eşlik eden bir süreç daha var; o da çok konuşulan, akp’nin gerilemesi.

parti girişimini ertelediğini açıklayan ali babacan da, ahmet davutoğlu da, akp’nin, "ileri demokrasi, insan hakları, özgürlükler" vb. olarak tanımladıkları kurucu değerlerine bağlı kalmaktan söz ediyor. akp’nin kurucuları ve çevresinde toplanan entelektüeller kuruluş döneminde böyle fikirlere itibar etmiş olabilirler. ama seçmen nezdinde, bu ilkelerin belirleyici olduğunu söylemek çok güç. akp, tayyip erdoğan’ın karizması çevresinde kitle desteği alan bir parti. türkiye’de herhangi bir hükümetin uluslararası faktörlerin etkisi olmadan kurulmadığı ve özellikle babacan’ın bu bağlamda "kullanışlı" görüleceği açık ama seçmen açısından babacan’ın da, davutoğlu’un da alternatif oluşturmakta yetersiz kalmaları ihtimal dahilinde. o yüzden, parlamenter siyaset içinde akp’nin yerine aday olacak partinin chp olması da mümkün görünüyor.

bu bahsettiğim süreçle sınırlı olarak söylüyorum, daha soldaki, sistemin bütünüyle meselesi olan güçlere chp’nin "alternatifi"ni oluşturmak düşmez, sistemin faşizm tehlikesini bertaraf ederek sürdürülmesinden söz ediyoruz ve faşizm tehlikesi soldaki güçlerin derdi ama sistemin sürdürülmesi olmamalı. ama chp’yi denetlemek, bir sınırın içinde tutmak benimsenebilecek bir hedef bence. burada önemli bir nokta var.

chp, bu süreçte ister iktidar alternatifi ister ana muhalefet olsun, barış/diyalog/görüşme… ne derseniz deyin, savaşın son bulmasına dair herhangi bir adımı, milliyetçi bir propagandanın malzemesi haline getirir mi? daha önceki deneyimler, bunun mümkün olabileceğini gösteriyor. ama sadece bu ülkede yaşayan insanların geleceği, güvenliği, refahı da değil, kürtlerin desteği, chp ve hdp seçmeni arasındaki yakınlık, hatta kader ortaklığı ve daha başka birçok faktör bunun aksini gerektiriyor. yine de, yukarıda da dediğim gibi siyaset ahlakla değil, çıkarlar gözetilerek yapılıyor. bunu tersine çevirmek bence solun önündeki önemli hedeflerden biri olmalı. kısa vadeli çıkarları, taraftar, sempatizan devşirmeyi öncelemeden, bütün bölgenin geleceğine dair sorumlulukla hareket etmek, chp milliyetçiliğinin önüne barikat olmak, en az sosyal haklar, sosyal devlet, demokratik talepler kadar önemli bence. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi