Medya öldü, bu neyin gürültüsü...

'Saçmalık' her zaman daha fazla ilgimizi çekiyor. Taammüden öldürülen medyanın ardından çıkan kuru gürültü bu…

İçinde bulunulan ortamda, bu zavallılığın tam göbeğinde basının "kim kimin otobüsüne bindi, kim hangi otobüse binebilir, o otobüse o değil de öbürü binerse ne olur" tartışmalarını sadece acıklı değil, öfkelendirici de buluyorum doğrusu.

Su kaynağından çoktandır çamur akıyor…

Temiz su kalmamış…

Kaynağı bırakıp, bir bardaktaki kirli suyu tartışmak sorunu çözer mi?

***

Herkesin bildiğini ve bildiği için uygulayacağını sandığımız, ama tekmelenip duran doğrular tümden ihanete uğramış vaziyette…

Medyanın varlık nedenleri taammüden katledildi.

Çoktandır unutulanları hatırlamakta fayda var…

Basın nedir? Ne işe yarar, vs.?

Türkiye’deki "basına" benziyor mu, kıyaslayarak bir taze fotoğraf çekelim…

***

AİHM, basını "demokrasinin bekçisi" olarak tanımlıyor.

Basın özgürlüğü, demokrasilerin sağlıklı işlemesinin vazgeçilmez koşulu.

1- Halkı bilgilendirmek,

2- Siyasal iktidarı ve bürokrasiyi denetlemek, yanlışlardan haberdar etmek,

3- Halkın karar alma sürecinin sağlıklı işlemesini sağlamak,

Halkın ve kamuoyunun bilgi edinme hakkının mükemmelen işlemesini sağlamak basının en temel işlevlerinin başında geliyor…

***

Basın özgürlüğü denince…

İfade özgürlüğü gündeme geliyor.

İfade özgürlüğünün sınırlarını da AİHM, taa 1976 yılında verdiği Handyside Kararı ile belirliyor.

İfade özgürlüğünü, şiddet çağrısı, övgüsü yapmayan ama devleti ve toplumu sarsıcı, çoğunluğun değer yargılarını alt-üst edici, bireyleri şoke edici fikirlerin de ifadesine imkan vermek olarak tanımlıyor.

AİHM’in fikir özgürlüğünün ne olduğunu tanımlayan 1976 yılındaki Handyside Kararı, 28 yıl sonra 2004 senesinde "Taş kararı" ile Yargıtay içtihadına da girdi.

***

Düşünce ve basın özgürlüğü demokratik bir toplumun temel öğesi olmakla birlikte, şiddeti teşvik, ırkçı ve intikamcı söylemler, kişilik haklarına saldırı, özel yaşamın ihlali gibi durumlar tabii ki "düşünce özgürlüğünün" içine girmiyor…

Bunun altını sıkı sıkıya çizmek gerek…

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin basın özgürlüğünü de içeren 10. maddesi "görev ve sorumlulukları" da kapsıyor.

AİHM’in söz konusu maddeyle oluşturduğu içtihatlar basının iyi niyetle davranmasını, etik kurallara uygun olarak güvenilir ve doğru haber vermesini şart koşuyor.

AİHM’in, iktidarda ya da muhalefette olan siyasetçilerin, siyasete girmekle kendilerini basın ve kamuoyunun incelemesine açık hale getirdiği önkabulü nedeniyle, basının siyasetçileri ve hükümetleri eleştirme hakkı çok geniş tutuluyor.

***

AİHM’in ilgi alanına girmeyen bir de basının ekonomik boyutu var tabii…

Basının temel işlevini hakkıyla yerine getirerek para kazanmak yerine nüfuz ticaretine aracılık ederek basın dışından para kazanma sefaleti…

Türkiye bu sefaletin ve rezaletin muhteşem galerisi…

Siyasal iktidar seni medya sahibi yapıyor, sen de onun koşulsuz propagandasına hatta dalkavukluğuna soyunuyorsun…

Halkı bilgilendirmek, siyaseti ve bürokrasiyi denetlemek, yanlışlardan haberdar etmek, halkın karar alma sürecinin sağlıklı işlemesini sağlamak yok…

Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü zaten yok…

15 Temmuz’un yarattığı hukuksuz ve kuralsız havayı soluyarak daha da zehirlenen yandaş ya da muhalif mecralarda ağır bir benzeşme, despotik bir söylem, aynı kişilerle oynanan dayatmacı bir sansür, kişilik haklarına saldırı var…

Çünkü medyanın da fikir özgürlüğünden yana bir tavrı yok, ifade özgürlüğünü içselleştirmiş bir hali hiç yok.

***

Basın bir büyük transatlantik gibi kendi işlevini yaparak, kendi istikametinde yol alamayınca, siyaset kavgalarının figüranı haline geliyor.

Siyasetçiler, devlet kurumları, medya elemanları üzerinden yapay bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.

Kendi görüşleri, ilkeleri olan değil, siyasetin iktidar kavgalarına aracı olan bir "medya" bu.

O kavgaların da ardında ya devlet içi unsurların kapışması var.

Ya da iktidarı ele geçirmek isteyen unsurların ayağa düşmüş siyasi kavgaları var…

Tabii pudracı 15 Temmuz medyasının para pul merakını, açık büfeden zıkkımlanmasını ve kıskançlığın ağır husumete dönmesini de asla göz ardı etmiyorum…

***

Bir ülke toptan geleceğini kaybediyor ve biz hâlâ kişiler üzerinden dedikodu düzeyinde siyasi eleştiriler yapıyoruz.

Korkunç bir rejim bunalımının ortasında kişisel kinlerle muhalefetçilik oynamanın tam olarak yararı ne?

***

Basının görevi bu mu?

Ona ya da buna kızmak mı?

Yoksa sağlam bir gelecek inşasına yardımcı olmak, hataları ciddiyetle ortaya koyacak haberler yapmak, mahvolan insanların derdine çare olacakların sesini duyurmak mı?

Bunları gördükçe insan bu toplumun Bizans dendiğinde sadece "melekleri tartışan papazları" hatırlamasının nedenini daha iyi anlıyor.

Algıda seçicilikle "saçmalık" her zaman her şeyden daha fazla ilgimizi çekiyor.

***

Taammüden öldürülen medyanın ardından çıkan kuru gürültü bu…

Olan benim, devam etmek için karar verip durduğum ama bu hafta da yazamadığım "andıç" yazıma oldu…

Haftaya söz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi