Medya: Ters tepen propaganda makinası

Türkiye’deki medyayı izlediğinizde aynı ülkeden değil, ana aktörleri aynı ama siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden hayli farklı iki ülkeden bahsedildiğini düşünmek pekâlâ mümkün.

Siyasi iktidar son yıllarda medyanın yüzde 90-95’ini kontrol eder hale geldi. Doğan Grubu’nun el değiştirmesi medyada siyasi iktidarın kontrol gücü en yüksek düzeye çıktı. Siyasi iktidar bu gücü bir "propaganda makinası" olarak kullanıyor.

Elbette bu kontrol, sadece satın alma süreçleriyle değil, devletin sahip olduğu araçlarla da oldu. Bu araçların kullanılmasıyla medya grupları kerhen de olsa iktidara yakın durmak zorunda kaldı. Bu açıdan yüzde 90-95’lik medya grubu içinde olup da, devlet-toplum dengesine göre iktidara göreli mesafe alan küçük birkaç medya grubundan bahsetmek de mümkün.

İktidar kendi etki alanındaki medyayı İmamoğlu’na karşı farklı kulvarlarda kullanarak kiminde itibarsızlaştırma, kiminde görmezden gelme, kiminde gözden düşürme, kiminde kendisini ve yakın çevresini hedefe koyarak Binali Yıldırım’ın seçimi kazanması için yayın yapıyor.

Medyanın kullanılmasını ve medyanın kendini kullandırmasının birkaç gün önce gördük. Ekrem İmamoğlu’nun konuk olduğu CNN Türk’teki program, önceden ilan edilmiş olmasına rağmen neredeyse 30 dakika erken bitirildi.

Programın erken bitirilmesine neden olan ise İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapıldığını iddia ettiği israflarla ilgili rakamların açıklandığı bölüm oldu.

O akşam sadece program erken bitirilmekle kalmadı, normalde gece tekrarı yayınlanması gerekirken, yayınlanmadı.

Görünen o ki, CNN Türk’ün İmamoğlu’na karşı sadece kanal yönetiminden değil, onların da üstündeki bir yönetimden kaynaklanan bir rahatsızlık oluştuğu. Yaşananı başka türlü açıklama imkânı yok.

GERÇEKLERİ DAHA ÇOK KİŞİ ÖĞRENDİ

Peki kanalın yayını erken bitirmesi, İmamoğlu’nun açıklamaya başladığı bilgilerin kamuoyu tarafından öğrenilmesine engel oldu mu?

Olmadı tam tersine, yayın erken bitirildiği için, açıklanmaya başlayan belgelere ilgi daha fazla oldu. Hem sosyal medyada hem de TV kanallarında bu bilgiler kısa sürede tüm Türkiye ve dünyanın bilgisine sunuldu.

Yayının erken bitirilmesi hedeflenenin tersine sonuç verdi. Tıpkı 31 Mart öncesinde Ülke TV’ye konuk olduğu programda olduğu gibi İmamoğlu mağdur edildi.

İKİ FARKLI TÜRKİYE

Bu açıdan şu tespiti yapmak yanıltıcı olur mu emin değilim. Ülkeyi hiç bilmeyen bir kişi ya da gruba her gün bir grup gazete versek, belli bir süre farklı TV kanallarını izletsek, onların hissedecekleri duygu büyük ölçüde şu olur; Bu medya aynı ülkeyi anlatmıyor, anlatılan iki farklı ülke olmalı.

Gerçekten Türkiye’deki medyayı izlediğinizde aynı ülkeden değil, ana aktörleri aynı ama siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden hayli farklı iki ülkeden bahsedildiğini düşünmek pekâlâ mümkün.

İktidara yakın medyanın anlattığı Türkiye ile eleştirel yaklaşan medyanın anlattığı Türkiye arasındaki makas farkı hayli açık. Örneğin artan işsizlik rakamları, enflasyon artışı eleştirel medyada "işsizlik ve enflasyonda artış" olarak yer bulurken; iktidara yakın medyada aynı haber, alışan sayısı şu kadar" ve "enflasyon artışı beklenti altında kaldı" olarak yer bulabilir. Bu kadar bölünmüş bir medyanın aynı Türkiye’den bahsetmesi elbette mümkün değildir.

DEĞİŞEN LİSTELER

Elbette bunun istisnası olan durumlar yok değildir. Özellikle de iradi ya da kerhen iktidara yakın duran görsel medyadaki tartışma programları bunun istisnalarıdır. Bu tartışma programlarında siyaseten bir "denge" sağlamak için farklı görüşteki insanlar bir araya getirilmeye çalışılıyor. Bu programların izlenme oranları düşük olsa da, izleyenlerin farklı görüşleri aynı ekranda izleyebilmesi kıyaslama yapabilmeleri açısından önemlidir.

Habertürk, CNN Türk, NTV, Haber Global, TV100 gibi kanallarda tartışma programları her şeye rağmen bir şans olarak görülebilir.

Medyada yaşanan büyük değişimin en büyük yansımasını bu tartışma programlarının katılımcı profillerindeki değişimdir. Özellikle de "eleştirel", "muhalif" kontenjandan davet edilen isimlerde.

Yakın geçmişte bu kanallara konuk olabilen pek çok köşe yazarı, aydın, akademisyen, kanaat önderi ve uzman bugün ancak yüzde 5-10’luk medyada kendine yer bulabiliyor. Bu sonuç, bu TV kanallarının değil, kanal yöneticilerinin etkisi altında oldukları güçten kaynaklanmaktadır.

Siyasi iktidar tarafından "etkili" dolayısıyla "tehlikeli" bulunanlar, kanallarının kara listesine girmektedir. Böylece eskiden bu programlara "davet edilecekler listesi" varken şimdi o liste; sadece "davet edilmeyeceklere" dönüşmüştür.

Bu yüzdendir ki, yüzde 5-10’luk medyanın toplumsal gücü, yüzde 90-95’lik kısmından her açıdan daha etkilidir. Onun için alan sürekli daraltılmak istenmektedir.

Bu durumun bir başka sonucu da; gerçek ve doğru haber ihtiyacının farkına varan köklü ve güçlü yabancı yayın kuruluşlarının alanlarının giderek genişlemesidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi