Murad Mıhçı
Milli Eğitim bizlere nasıl bakıyor?
"Ben 3 dil biliyorum, Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu 3 dil hiç kavga etmiyorlar. Barış içinde yaşıyorlar..."
Rakel Dink
Bugünkü yazımda Ermeni azınlık okullarının ve diğer görünmeyen dışarıda bırakılanların genel eğitimde karşılaştıkları durumlardan bahsetmeye karar verdim…
İlk bizlerden başlayayım. Memlekette üç halkın azınlık statüsünde okul açabilme hakkı var. Bunlardan bir tanesi Rumlar, bir diğeri Ermeniler ve Yahudiler. Hakları olmasına rağmen Süryaniler/Asurilerin statüleri yok sayılıyor.
Asuriler/Süryanilerin anadil hakları gasp edilmiş durumda. Lozan Anlaşması’nda kazanılmış bir imtiyaz yok sayılıyor.
Peki, bu azınlık okulları nasıl hayatlarını sürdürebiliyor? Gerçekten büyük bir zorluk içinde kendilerini idame ettirdiklerini söylemem hiç yanlış olmaz. Bizleri bilmeyenler sadece kendi dünyamızda bir hayat sürdüğümüzü düşünürler. Halbuki çoğu zaman bu okulların bazı ırkçı kesimler tarafından hedef gösterildiğini defalarca görmüşüzdür. Diaspora çalışması yapıyorlar da tutun daha neler. Okul duvarlarına yapılan nefret söylemi yazılamaları sanırım çoğumuz duymuştur. ( Bu nefret yazılamalarını yapan, hedef gösterenler, bugüne kadar hiçbir ceza almadı.)
Sayıca az kalanların okulları genellikle vakıfları üzerinden yönetilir. Bu vakıflar varsa mülk gelirleri ve yakın çevredeki toplum üyelerinin bağışlarıyla varlıklarını sürdürür. Diğer okullardan tek farkı sadece anadilde eğitim yapılabilmesi (kısıtlı bir saatte) ve kendi dinini öğreten din dersi hakkının olması. Bunun dışında okutulan müfredat tamamıyla MEB ile aynıdır.
Okullarda öğretmenlerin bir kısmı (Türkçe/Edebiyat, Tarih/Sosyal, Vatandaşlık vb. ) MEB tarafından atanır. Dolayısıyla diğer öğretmenlerin ve personelin maaşları ile diğer tüm giderler vakıf tarafından karşılanır. Söylemeden geçmemek lazım, MEB’e bağlı bir müdür yardımcısı ve okulda adeta ikinci bir müdür konumunda eğitici bulunur. Dolayısıyla MEB işleyişinde bir aksama ya da farklılık mümkün değildir. Azınlık okulları, MEB tarafından daha detaylı denetlenir.
Geçenlerde bir haber okudum. Anadil kitaplarımız içerik olarak denetlenecekmiş. Sanki var olduğu günden bu yana kontrol edilmiyormuş gibi bir algı yaratılmış. Bu esasen durum azınlık toplumuna bakışını da özetliyor. Acaba bunlar çocuklara ne öğretiyor?
Bu okullar, azınlık vakfı statüsünde ve bir yandan da ‘’Toplumun okulu’’ olmasından dolayı gelir getirecek bir şekilde eğitim yapamazlar. Yani özel okullar gibi öğrencilerinden para talepleri olamaz…
Dolayısıyla bizim gibi sayıca az kalanların bu okulları yaşatma çabası gittikçe zorlaşıyor.
Okullar zamanla birleştiriliyor ya da kapatılmak zorunda kalıyor. Küçük bir örnek vereyim. İstanbul Anadolu yakasında azınlık okulu statüsünde Ermenilere ait sadece 2 ilköğretim okulu ve 1 tane de ortaöğretim bulunmakta. Rum ve Yahudi okulları ne yazık ki kapanmak zorunda kaldı…
Lozan Anlaşması’nda azınlık kurumları devlet desteği altında görünmekte ama bundan vakıf veya kurumların yararlandığını söylemek çok doğru olmaz…
Yakın zamanda TBMM’de 2022 Yılı Plan ve Bütçe çalışmaları sırasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde HDP’li Garo Paylan, azınlık okullarına maddi destek yapılması için öneri sundu. Tahmin edeceğiniz üzere kabul edilmedi. Bahsedilen rakamlar aslında çok küçük bir bütçe yardımı. Azınlık okullarında okuyan öğrenci sayısı toplasanız 4.000 öğrenciyi bulmaz. MEB’in bütçesinde buna yer verilmek istenmedi…
Biz az bırakılanlar bir yandan şanslıyız. Zorluklarla boğuşsak da anadil eğitimi veren okullarımız var. Peki, ya buna sahip olamayan diğer halklar?
Ülkenin en kalabalık halklarının bile yerel dillerini öğrenme hakları yok. Ne yazık ki ülke coğrafyasının yerel dilleri, dışarıdan ithal edilen diller kadar değer görmüyor.
Laz, Çerkes, Kürt-Zaza ve diğer halkların bir mensubu olsanız MEB’in bakışına göre kendinizi ve toplumunuzu ne kadar milli ve yerli görürdünüz? Konuştuğunuz dillere gösterilen saygının, özünde bir topluma bakışı da ifade ettiğini söylemek gerek. Ne acıdır ki tekçi anlayış ilk gününden beri toplumun gerçeklerini yok sayarak ayrımcılığı sürdürüyor…
Bir de eğitim müfredatında yer verilen tekçi içerikten de bahsetmek gerekir. Okullarda okutulan yerli ve milli eğitim içeriğinin ne kadar eşitlikçi olduğunu o sıralardan geçen herkes zaten iyi bilmekte. Yüz yıllardır beraber yaşayan toplumları bile görmeyen ve yok sayan bir eğitim içeriğini eleştirmek hiç yanlış olmaz…
Peki, ülkede eğitimde fırsat eşitliği var mı?
2022 bütçe görüşmelerinde bakanlık, Türkiye’de 2021-2022 eğitim ve öğretim yılında resmî ve özel 14 bin 137 okul öncesi, 24 bin 778 ilkokul, 19 bin 323 ortaokul ve 13 bin 82 lise ile toplam 71 bin 320 okul ve bir milyon 171 bin 891 öğretmen ve açık öğretim öğrencileri de dahil olmak üzere 17 milyon 436 bin 532 öğrencinin bulunduğunu belirtti. Peki, bu 171.891 öğrenci eğitimde ne kadar eşit?
Özellikle bu eşitsizliğe bir öğrenci velisi olarak pandemi döneminde büyük ölçüde şahit oldum. TV’de verilen EBA ile eğitim alan bir öğrenciyle, özel bir okulda okuyan öğrencinin eşit eğitim aldığını söylemek sadece kandırmaktır. Eğitimi üst seviyelere taşımak için kurulan vakıf eğitim kurumlarını da dahil ederek söylemek gerekir ki eğitim tamamıyla rant merkezine dönüşmüş durumda. Eğitim kurumları arasındaki farklılıklar, toplum içindeki ayrışmanın gelecekte daha da artacağını gösteriyor…
Sayın Erdoğan’nın barınma sorunuyla ilgili açıklamasını hatırlayalım. "Biz her yere üniversite kurduk" sözü, bir öğrencinin istediği yerde okuma isteğinin sadece maddi koşullara bağlı olduğunun ilanı ve ispatı oldu. Barınma sorununu dillendiren öğrencileri dahi kolluk kuvvetlerinin gözaltına alması fırsat eşitliksizliğinin kanıtı.
Bu durum, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, biz az görülenleri milli ve yerli görmediğinin özetidir.
Elbet bir gün ders kitaplarında Baran’ın topu Sarkis’e, Sarkis’in topu Tasula’ya, Tasula’nın topu Tolga’ya atacağı günü mutlaka göreceğiz. Halklar ve inançların arkadaşlığı bu coğrafyaya verilecek en gerçekçi çözüm. Bunu karartmak isteyen anlayışı yok etmek de elimizde. Öyle değil mi?