Koray Düzgören
Milli iradeye paydos, sandığa veda!
AKP, 7 Haziran seçimlerinden bu yana milli irade diyerek milli iradeyi yok sayan bir dizi hukuk dışı, yasa dışı, akıl dışı ve ahlak dışı uygulamaya girişti. Önce Kürtlerin iradesine saldırdı. Seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları ve diğer sandıktan çıkan temsilcileri tutuklandı, görevden alındı. Bu aynı zamanda HDP, DBP’nin seçmenlerinin iradesini de yok saymak anlamı taşıyordu.
Bunlar olurken, Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ sistemi diye pazarladığı sistemin milli iradeyi yok sayan "Tek Adam" rejimi olduğunu AKP seçmeni şimdiye kadar görmek istemedi.
Fakat AKP’li belediye başkanlarının AKP’nin genel başkanı tarafından istifaya zorlanmasıyla AKP seçmeninin de milli iradesine açıkça el konulan günlere geldik.
Ülkenin HDP’ye oy veren seçmeni, zaten uzun süredir "milli irade"den sayılmıyor. 15 Haziran seçimlerinden beri iktidar, sadece HDP’nin seçilmişlerine değil seçmenine de militan gözüyle baktığını her fırsatta hatırlatıyor.
CHP açısından da aslında durum çok farklı değil. Aynı iktidar, CHP milletvekilini de rehin almaktan çekinmedi. Yasa ya da KHK’ler çıkarılırken ülkenin muhalif kesimi tamamen yok sayılıyor. Örneğin imamlara nikah yetkisi konusunda laik kesimlerin hassasiyetleri ciddiye bile alınmadı. Ülkede adeta "beğenmiyorsan gidersin" havası var bu kesimlere karşı.
Bunlar nerdeyse ülkenin ‘normal’i haline geldi. Erdoğan, kendisine oy vermeyeni milli iradeden saymadığını neredeyse her konuşmasında çeşitli ifadelerle dile getiriyor.
Ama durum bu kez farklı. Bu kez yok sayılan AKP seçmeninin iradesi. Tek adam hatırlatması bu kez doğrudan onlara yapıldı. AKP’li belediye başkanlarının parti başkanının talimatıyla, herhangi bir gerekçe gösterilmeden istifaya zorlanması aynı zamanda milli iradeye tamamen veda edilmesi anlamına da geliyor…
ERDOĞAN "MİLLİ İRADE BENİM" DİYOR
AKP’li belediye başkanlarının bazıları başlarına geleni tevekkülle karşılayıp istifa ettiler. Bu sayede haklarındaki büyük yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak vb. suçlamalardan da kurtulmuş oldular. Genel başkan da yargı adına karar verip belediye başkanlarını istifa etmeleri karşılığında affetmiş oldu.
Bazı başkanlar ise, durup dururken istifa etmek istemediler. Kendilerini başarılı gördüklerini söyleyip haklarında herhangi bir soruşturma olmadığı halde, görevlerinden ayrılmaya yanaşmadılar.
Buna rağmen istifa etmeleri için gördükleri baskı o kadar büyüktü ki istemeden istifalarını vermek zorunda kaldılar. Genel başkan, "Sizi ben göreve getirdim, şimdi de ben alıyorum" dedi. Buna karşı çıkanlara, "Beni siz oylarınızla seçtiniz, bütün yetkiyi bana siz verdiniz, şimdi hayır demek olur mu?" diye seslendi.
Bu sözler, milli irade hatırlatması yapanlara, "Milli irade de benim" demenin bir başka ifadesiydi.
Tabii milli irade bir tek kişinin ağzından çıkan irade haline gelince herkesin buna uymak zorunda kalacağını söylemeye bile gerek yok. Genel başkanının talimatına karşı çıkıp istifaya direnen Balıkesir Belediye Başkanı’nın başına gelenler ortada. Ağlayarak istifasını açıkladığı basın toplantısında, kendisinin ve ailesinin tehdit edildiğini, bu nedenle başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldığını söyledi.
İşte milli iradenin tekleşmesinin sonuçları bunlar.
O tek adam, kendi iradesine karşı çıkılmasını kabul etmiyor. Herkesin buna uygun davranmasını istiyor. Bunu sağlamak üzere her türlü olanak, yetki ve güç de onun elinde.
Nitekim belediye başkanının bu vahim açıklaması ülkede savcıları harekete geçirmek bir yana yankı bile bulamadı.
Anlamayan, anlamak istemeyen kafaların dahi ülkedeki rejimin artık faşizm olduğuna ikna olması için bundan daha gerçek bir gösteri olabilir mi? Bu son gösteri, şekilsel demokrasinin de artık sonuna gelindiğinin açıkça ilanıdır.
Sarraf davasından, Suriye bozgununa, Türkiye’nin itibarının sıfırlanmasından Türk lirasındaki düşüşe bütün göstergeler baş aşağı giderken AKP seçmeni için de mutlu günlerin sonuna gelindi. Artık onlar da Olağanüstü Hal’den de tek adam rejiminden de iradelerinin hiçe sayılmasından da nasiplerini alacaklar.
SANDIKSAL DEMOKRASİYE DE PAYDOS
"Milli irade benim" demek, "devlet benim" demenin başka bir ifadesidir. Bu da "Önümüzdeki dönem seçim falan yok. Bana nasılsa yetkiyi verdiniz. Bu yetki sürekli bir yetkidir, devam etmektedir" anlamını taşıyor. "Milli irade benim" demek, bundan sonra, Erdoğan için ‘demokrasinin biçimsel şartı’ olarak önemsenen sandığın dahi geçerli olmayacağı anlamını taşıyor. O nedenle, "2019 seçimlerine hazırlanalım. Bakın zaten AKP’nin oyları da düşüyormuş. Erdoğan, derin devlet-MHP-ulusalcılar ve Putincilerin dışında yeni ittifaklar kurmaya çalışıyor. Şimdi de Atatürkçülüğü pazarlamaya başladılar, onlardan oy devşirmeye çalışacaklar" diyerek hayal kurmanın bir anlamı yok.
HDP sözcüsü Ayhan Bilgen, dün Meclis grubunda yaptığı konuşmada önümüzdeki dönem seçimin değil OHAL’in önemli olduğunu söyledi. Bilgen, herhangi bir özgürlüğün olmadığı ve yargının bütünüyle tek bir otoriteye bağlı olduğu bu süreçte seçimin bir anlam taşımadığını vurgulamak istedi.
Milli irade kavramının olmadığı bir ortamda milli iradeye, yani seçime de gerek olmayacağı açık değil mi?
Erdoğan kendi belediye başkanlarını görevden alarak ülkenin bütün iradesini ortadan kaldırmış oldu.
Hakkını yemeyelim, HDP’li milletvekillerinin, seçilmiş belediye başkanlarının zindanlara tıkılmasına ve onları seçen iradenin ayaklar altına alınmasına ses çıkarmayan Kılıçdaroğlu, görevden alınan AKP’li belediye başkanlarına sahip çıktı.
Bu kararın sahibi Erdoğan’ı şu sözlerle eleştirdi:
"Öteden beri söylediğim şu, 'milli irade, halkın iradesi, seçimle gelen seçimle gitmeli' diyoruz, bunun dışındaki bütün yolları doğru bulmuyorum. Bir kişi seçimle gelmişse, onu makamından edecek kişinin de ona oy veren vatandaşlar olması lazım. Dolayısıyla bu tür yaklaşımları doğru bulmadığımı daha önce de ifade etmiştim."
KILIÇDAROĞLU EDİRNE’YE GİDER Mİ?
Peki şimdi, Kılıçdaroğlu, hiç olmazsa milli iradenin gasp edilmesine karşı çıkıp, yerleşmekte olan faşizme karşı son bir çare olarak Kürtlerle bir arada durmayı dener mi? Söz gelimi, Edirne zindanındaki Demirtaş’ı ziyaret eder mi? Bunun son şans olduğunu söyleyen öngörülü bazı CHP’lileri dinler mi? "Balığın kavağa çıkması kadar imkansız bir şeyden söz ediyorsun, Adalet Yürüyüşü’nün Edirne’ye kadar uzanmasına nasıl karşı çıktığını gördükten sonra bunu hayal bile etmek abes" diyenlerinizi duyar gibiyim.
Ama referandum sürecinde ‘Hayır’ kampanyalarında oluşan muhalefet cephesinin güçlenmesi, ülkede yerleşmekte olan faşizme bir bütün olarak karşı çıkılması artık bir zorunluluk.
Bunun temel şartı ise CHP’nin HDP ile bu cephede yer almasıdır. CHP, yüzde 25-30’luk bir muhalefet gücünün üzerinde oturuyor. Yüzde 10-13 aralığındaki HDP oyları ile birleştiğinde muhaliflerin toplamı ülkenin neredeyse yarısına denk geliyor. Ülkenin yarısının birlikte karşı çıkması halinde iktidar faşizmi yerleştiremez. Bunu yapmak yerine Kılıçdaroğlu, bu kez de ülkenin "iyi faşisti" Meral Akşener’in peşine takılırsa olsa olsa bu faşist ittifakın değirmenine su taşır.
Tabii Demirtaş’ı ziyaret etmek sadece bir seçenek. Bunu yapabilir mi? Ya da başka adımlar atabilir mi?
Kılıçdaroğlu aslında şimdiye kadar bizi hiç yanıltmadı. Ne bekliyorsak onu yaptı.
Ama bu sefer bakarsınız bizi yanıltır.
Dileriz Erdoğan’ın milli irade mesajını doğru anlar.
Anlamazsa…