Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

NATO merkezinde NATO karşıtı partinin yükselişi

Türkiye'de de 14 Mayıs seçimine katılacak olan sol partiler, NATO bağımlılığına ya da destekçiliğine karşı daha net ve mücadeleci bir tavır koymalıdırlar.

Yıllardır her 30 Mart akşamında yaptığım gibi, genç yaşta emperyalizme karşı sürdürürken 1971 Cuntası tarafından Kızıldere'de katledilen devrimcileri anmak üzere Türkiye'de ve yurt dışında düzenlenen etkinlikleri öğrenebilmek için bilgisayar başında siteden siteye geçerken o inanılmaz haber düştü ekrana...

Finlandiya'nın NATO'ya katılımı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilmişti. Oylamaya katılan milletvekillerinin hepsi teklife kabul oyu vermiş, bazı milletvekilleri ise oylamaya katılmayarak çekimser kalmışlardı.

Sağ ve sol medyada verilen yorumlu haberlerle bağlı kalmamak için TBMM'nin Internet'te Tutanaklar sayfasına girerek bu konunun görüşülüp karara bağlandığı oturumdaki tüm konuşmaları ve oylama sonuçlarını dikkatle inceledim. Toplantıya Büyük Birlik Partisi, Deva Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Zafer Partisi ve Türkiye İşçi Partisi milletvekilleri hiç katılmamış, oturuma katılan partilerden AKP, CHP, MHP ve İYİP'ye mensup 276 milletvekilinin tamamı "Evet" oyu vermiş, HDP milletvekilleri ise oy kullanmayarak çekimser kalmıştı.

Toplantıda AKP adına konuşan Dışişleri Komisyonu Başkanı Akif Çağatay Kılıç, NATO'nun "açık kapı" politikasını sonuna kadar desteklediklerini belirterek NATO’ya "Hoşgeldiniz" demiş, MHP Milletvekili İsmail Özdemir de "Böylesi bir süreç içerisinde Finlandiya'nın NATO üyeliği bizim açımızdan olumlu bir gelişmedir" diyerek kabul oyu vereceklerini açıklamıştı.

Muhalefetteki CHP Grubu adına konuşan İstanbul milletvekili Ahmet Ünal Çeviköz de partisinin NATO’ya bağlılığını ve “terörle mücadele” kararlılığını vurguladığı konuşmasında şöyle demişti:

"Finlandiya’nın üyeliğiyle birlikte NATO’nun daha da güçlü bir örgüt haline geleceğini düşünüyoruz. Biz, Madrid memorandumuyla birlikte, Türkiye'nin en önemli duyarlılığını gösterdiği terörle mücadele konusunda aynı duyarlılığı Finlandiya ve İsveç’ten de beklediğimiz için böyle bir gecikmeye razı olduk. Sonunda da Finlandiya ve İsveç’in attığı adımlarla bu beklentilerimizin önemli ölçüde karşılandığını gördük. Terörle mücadele konusu NATO’da bütün üyelerinin üzerinde mutabık kaldıkları bir konu değildir. Yarın öbür gün İsveç ve Finlandiya’nın kabul edilmesinden sonra, terörizmin tanımı konusunda hâlâ bizimle aynı fikirde olmayan şu anda mevcut NATO üyeleri de vardır. Biz bu mücadeleye elbette devam edeceğiz.”

İYİP sözcüsü Ahmet Kamil Erozan da, İsveç ve Finlandiya dosyalarını Türkiye'nin ayrıştırdığını ancak iki ülkenin birlikte yola çıktıları süreci yine birlikte tamamlayacakları müjdesini vermişti.

Millet İttifakı'nı oluşturan partilerin NATO konusundaki teslimiyetçi tavırları cümlenin malumu... Unutulmasın ki, 2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'yi ABD'nin askeri, ekonomik, siyasi ve ideolojik hegemonyası altına sokan CHP, 14 Mayıs 1950 seçimlerine sadece iki gün kala, 11 Mayıs 1950'de NATO'ya üyelik için ilk başvuruyu yapan partidir. İktidardan düştükten sonra da, ana muhalefet partisi olarak, 18 Şubat 1952'de Türkiye'nin NATO'ya katılmasına TBMM'de Demokrat Parti iktidarıyla birlikte tulum oy vermiş, darbe sonrası dönemlerde tekrar iktidar olunca ABD'nin ve NATO'nun tüm dayatmalarını harfiyyen yerine getirmiştir.

Türkiye'nin NATO'ya katıldığı, üstelik de NATO'nun Güneydoğu Kara Kuvvetleri ile 6. Müttefik Taktik Hava Kuvvetleri'nin İzmir kentinde üslendiği 1952 yılında mesleğe başlamış bir gazeteci olarak, tam 71 yıldır bu ittifakın Türkiye'ye özgürlük ve demokrasi değil, sadece ABD'ye ekonomik, askeri ve ideolojik bağımlılık getirdiğinin, dahası 10'ar yıl arayla yapılan üç askeri darbenin tahrikçisi ya da destekçisi olduğunun tanığıyım.

SOL'UN NATO'YA KARŞI 60'LI YILLARDAKİ MÜCADELESİNDEN BUGÜNE...

60'lı yıllarda işçi sınıfını temsil eden sendika liderlerinin kurduğu, sol aydınların, Kürt liderlerinin ve devrimci gençlik liderlerinin desteğiyle gelişen Türkiye İşçi Partisi gerek ülke sathında, gerekse TBMM'de ABD emperyalizmine ve NATO bağımlılığına karşı büyük mücadele verirken CHP lideri İsmet İnönü, üstelik TİP milletvekillerinin TBMM'de AP'nin gözü dönmüş milletvekillerinin vahşi saldırısına uğradığı bir dönemde, 14 Nisan 1968'in gazete manşetlerinden yansıtılan bir konuşmasında "CHP'nin en büyük rakibi TİP'tir" diyerek Türkiye'nin NATO'dan asla kopartılamayacağını ilan etmişti.

Üzerinden 54 yıl geçtikten sonra, CHP'nin bugünkü lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 22 Şubat 2022'de Reuters Ajansı'na verdiği demeçte "Biz NATO'yu sadece bir savunma aracı, kurumu olarak görmüyoruz. NATO artık bugün, 21. yüzyılda aynı zamanda demokrasinin de bir güvencesidir" diyordu. 2 Mart 2022'de Fox TV'nin bir programında da "Biz NATO ittifakının bir parçasıyız. NATO'nun öngördüğü şekilde çalışmak zorundayız" güvencesi veriyordu.

CHP'nin liderliğinde İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA, Saadet Partisi ve Demokrat Parti'nin katılımıyla oluşan 6'lı Masa ya da Millet İttifakı da, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılabilmesi için önce “sürgünde bulunan rejim muhaliflerinin derhal derdest edilerek Türkiye’ye iade edilmesi” şartını açıkça desteklemiş, Erdoğan'ın Madrid NATO zirvesinde geri adım atarak bu konunun bir müzakere sürecine bağlanmasını kabul etmesi üzerine kıyameti kopartmıştı. Bu partiler 3 Temmuz 2022'de yaptıkları ortak açıklamada "Türkiye’nin haklı taleplerini somut güvencelere bağlamayan üçlü mutabakat metni, bir iç siyaset malzemesi olarak kullanılması dışında herhangi bir değer taşımamaktadır” diyebilmişlerdi.

Bunun üzerine İnfo-Türk'te yayınlanan yorumumda sormuştum: "Nasıl oluyor da, Türkiye’ye demokrasi getirme iddiasındaki altı parti, CHP de dahil, sürgündeki muhaliflere yönelik bu faşizan talebe 'Türkiye’nin haklı talebi' diye niteleyerek sahip çıkabiliyor?"

6'lı Masa partileri, deprem felaketinden bir hafta önce, 30 Ocak 2023'te açıkladıkları 240 sayfalık Ortak Politikalar Mutabakat Metni'nde de "NATO ulusal güvenliğimiz açısından sağladığı caydırıcılık bakımından kritik önem taşımaktadır. NATO bünyesindeki katkılarımızı rasyonel bir zeminde ve ulusal çıkarlarımızı gözeterek sürdüreceğiz" diyerek NATO'ya bağımlılıklarını bir kez daha teyid ettiler.

Erdoğan'ın sınır ötesi tüm savaş tezkerelerine AKP ve MHP ile birlikte kabul oyu vermiş, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sınır ötesi tüm operasyonlarını "Gazi Meclis" adına alkışlamış olanlardan bundan böyle de, seçimden sonda iktidar olduklarında da, NATO'yu eleştiren barışçıl bir ses çıkacağını da sanmıyorum.

TBMM'deki son Finlandiya'ya yeşil ışık oylamasına katılmamakla birlikte daha önce teklif üzerine HDP Grubu adına konuşan Hişyar Özsoy şu açıklamayı yapmıştı:

"Siyasi baskılar yüzünden İsveç ve Finlandiya’da sığıma hakkı elde etmiş ya da ilticaya başvurmuş Kürtlerin hayatı ve güvenliği üzerinden pazarlıkların yürütülmesi de ayrıca utanılması gereken bir durumdur. İsveç ve Finlandiya halklarının güvenlik kaygılarını anlıyoruz ancak zaten baskı ve işkencelerin her türlüsüne maruz kaldıkları için Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıp sizin ülkenize sığınan Kürtleri çirkin pazarlıkların malzemesi yapmayın diyoruz.

"HDP yayılmacı bütün askerî anlaşmalara karşı ilkesel bir duruşa sahiptir. Şimdiye kadar ve istisnasız bir şekilde, bu Mecliste onaylanan hiçbir askerî anlaşmayı desteklememiş olmakla biz gurur duyuyoruz; bu bizim için ilkesel bir tutumdur. Dünyada yeterince savaş ve silah vardır; yeterince kan akmıştır, hâlen de akmaktadır. Onun için, tüm kaynak ve çabalarımızı barış, demokrasi, özgürlük ve eşitliğe ayıralım diyorum."

Konuşmada, ne yazık ki, HDP'nin NATO'nun genişletilmesine karşı olduğunu belirten bir ifade yer almıyordu.

Toplantı sonrası medyaya yaptığı açıklamada Hişyar Özsoy “Hiçbir zaman askeri anlaşmaya 'evet' oyu vermiyoruz, her zaman 'hayır' diyoruz. İlk defa askeri bir anlaşmada böyle yapıyoruz. Şimdiye kadar hepsine ret oyu verdik. Ama bu defa Finlandiya'nın güvenlik kaygılarını meşru gördüğümüz için bu oylamaya katılmama kararı aldık, ‘hayır’ da demek istemedik” diyordu.

Oysa aynı gün Yeşil Sol Parti'nin, HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar'ın da katılımıyla seçim startının verildiği toplantıda, parti eş sözcüsü Çiğdem Kılıçgün şöyle diyordu:

"Türkiye'nin Kürt sorununu bahane ederek Suriye ve Irak'a yönelik askeri operasyonlarına son vereceğiz. Türkiye’nin Suriye ve Irak’tan geri çekilmesini sağlayacağız. Bu ülkelerle dostluk ilişkileri içinde ve müzakere ve diyalog yoluyla, bölgeselleşen Kürt meselesini çözeceğiz. Rusya’nın çevrelenmesini amaçlayan NATO’nun, genişleme süreci adıyla yeni çatışma alanları yaratan silahlanma politikasına ve bir bütün olarak nükleer savaş tehdidine karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz."

Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinden, halen yasama organında dört milletvekiliyle temsil edilen Türkiye İşçi Partisi'nin, 60'lardaki öncülünün hilafına, NATO'ya bağımlılığı teyid eden ve onun güçlendirilmesini sağlayan bir öneri görüşülürken TBMM'de hazır bulunup muhalif oy kullanmaması diğer sol partilerin tepkilerine ve eleştirilerine yol açtı.

Günümüz sol partilerinin genelinde NATO'ya karşı haklı mücadele...

Buna karşılık, yine Emek ve Özgürlük İttifakı'nda yer alan, önümüzdeki seçimlere kendi logosu ve listeleriyle katılacağını açıklayan TİP'ten farklı olarak sol oyların bölünmesine meydan vermemek için kendi adaylarının Yeşil Sol Parti'nin listelerinden seçime katılmasını kararlaştırmış bulunan Emek Partisi, Finlandiya'nın NATO üyeliği konusunda da şu ilkesel açıklamayı yaptı:

"NATO halkların ve dünya emekçilerinin tepesindeki Demokles Kılıcıdır. Bulaştığı kirli işler, pazarlıklar ve uyguladığı mafya yöntemleriyle kapitalist dünya düzeninin garantörü, diplomasinin tetikteki elidir.

"NATO Doğu Avrupa’daki eski halk demokrasilerinin yıkılmasından sonra bu ülkeleri de kapsayarak kendisini genişletmiştir.

"Bugün de Ukrayna, Finlandiya ve İsveç’in gündemdeki üyeliğiyle aynı amacı taşıyor. İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine veto koyan Türkiye yönetimi, NATO’da sahip olduğu itiraz hakkını pazarlık yapmak için kullanmış ve kullanmaktadır. Bu sırada söylenen sert sözler, iki adım ileri bir adım geri diplomasisi ‘evet’ oyu karşılığında koparılabileceklerin en büyüğünü koparmayı amaçlamaktadır. Finlandiya’ya veto zaten kaldırılmıştır.

"NATO iki yıl önce yapılan zirve toplantısında kendisine Çin ve Rusya’yı düşman ilan ederek stratejisini yeniledi. Bu bağlamda da bütün üye ülkeleri çeperinde birleştirmeye çalıştı. Karadeniz’i bir Amerikan gölü haline gelecek biçimde üslerle kuşatan ABD’nin Akdeniz-Ege-Karadeniz’de; ayrıca Baltık Denizi ve Çin’in etrafında uyguladığı kuşatmanın başlıca gücü de NATO ve üyesi ülkelerdir.

"Bu savaş kışkırtıcısı örgüt, halkların başına bela açmaya devam ediyor. Türkiye emekçilerinin de NATO’dan hiçbir çıkarı yoktur.

"Türkiye NATO'dan çıkmalıdır. NATO'nun genişlemesine hayır. NATO dağıtılmalıdır."

Soldaki ikinci kümelenmeyi temsil eden Sosyalist Güçbirliği çatısı altında seçime katılmakta olan Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye Komünist Hareketi de, NATO'nun genişletilip güçlendirilmesi sürecine tamamen karşı çıktıklarını açıklamışlardır.

NATO'ya karşı çıkmanın kitle desteği kaybettireceği endişesine kapılanlar için bir not da NATO'nun genel merkezinin ve askeri karargahlarının bulunduğu Belçika'dan...

Ukrayna çatışması başladıktan sonra Belçika federal, bölgesel ve yerel meclislerinde bu krizin doğmasında batılı süper güçlerin ve NATO'nun kışkırtıcı rolünü belgelerle açıklayarak barışçıl çözüm sağlanması için mücadele veren Belçika İşçi Partisi (PTB), aleyhindeki tüm kara çalmalara ve tehditlere rağmen kamuoyunda günden güne daha da güç kazanıyor.

Belçika'nın en büyük Fransızca gazetesi Le Soir'ın 29 Mart 2023 tarihli sayısında açıkladığı anket sonuçlarına göre, Ukrayna krizinde NATO'nun en büyük destekçisi olan iktidardaki Sosyalist Parti (PS)'nin NATO başkenti Brüksel'deki oy oranı 2019'daki yüzde 21,6'ya karşılık 2023 Mart'ında yüzde 16,8'e düşerken NATO karşıtı mücadele veren Belçika İşçi Partisi (PTB)'nin oy oranı aynı tarihlerde yüzde 12,3'ten yüzde 19,4'e yükselmiş bulunuyor.

Daha ne diyelim? Kıssadan hisse...


Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi